
Umuda yolculuğun hikâyesi: Mexmûr (1)
- 09:02 14 Ağustos 2025
- Dosya
Çorak topraklarda yeşeren yaşam
Rojda Aydın - Leyla Ayaz
HABER MERKEZİ - Yılanlarla, susuzlukla ve yoksullukla dolu taşlık bir arazide kurulan Mexmûr, halkın kolektif emeğiyle yeşerdi. Direnişiyle ve inşa ettiği yaşam modeliyle özgürlük mücadelesinin sembolüne dönüştü.
Mexmûr Mülteci Kampı, kuruluşundan bu yana yalnızca barınma değil, aynı zamanda direnişin, kolektif emeğin ve alternatif yaşamın simgesi oldu. Baskılara ve saldırılara rağmen kamp sakinleri, yıllar içinde kendi öz örgütlenmelerini kurarak, farklı halklara da ilham veren bir yaşam modeli inşa etti. Zorlu doğa ve siyasi koşullar karşısında sergilenen kararlılık, Mexmûr’u hem Kürt halkı hem de uluslararası kamuoyu için özgürlük mücadelesinin sembol alanlarından biri haline getirdi.
Geçtiğimiz günlerde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın Mexmûr’a gönderdiği mektup, gözleri bir kez daha bu direniş alanına çevirdi. Bu vesileyle, “dünden bugüne Mexmûr” diyerek, kampın kuruluşundan bugüne uzanan hikâyesini ve barış sürecindeki rolünü mercek altına alıyoruz.
Abdullah Öcalan'ın Mexmûr’a gönderdiği mektup şöyle:
“Selamlarımı Mexmûr’da yaşayan tüm halkımıza gönderiyorum. Mexmûr’daki halkımız mücadele tarihimizde çok önemli bir rol oynamış ve çok değerli bir yer edinmiştir. Tüm zorluklara rağmen pratiğiyle yaşamın direnmek olduğunu göstermiş, büyük kahramanlar çıkarmış ve mücadelenin ağır bir yükünü başarılı bir şekilde omuzlamıştır. Şartlar ne olursa olsun özgür yaşamın her şeyin üzerinde olduğunu ispatlamıştır. Kürt halkı ve mücadelesine layık olacak bir emek ve duruşun sahibi olmuştur.
Mücadelemizin temel sütunu
Öyle inanıyorum ki Mexmûr halkı geçmişte nasıl mücadelemizin temel sütunu haline gelmişse Barış ve Demokratik Toplum inşasında da aynı önemli rol ve misyonu üstlenecektir. Bu sürecin dinamik bir gücü olarak sorumluluk sahibi olmak ve öncülük etmek mücadele mirasımızın bir gereğidir. Görüşmelerimizin önemli bir konusu da Mexmûr halkımızın durumudur. Şüphesiz sürecin ilerlemesiyle buradaki halkımızın kendi topraklarına dönüşleri de gerçekleşecektir. Ancak bilinmelidir ki bireysel ve ailesel yaklaşımlar gelişmemelidir. Bizler toplumsal, siyasi ve hukuki meseleleri kolektif bir tarzda ele alacağız ve bu esas üzerinde çözüme gideceğiz.”
1990’ların başında Kürdistan’da yaşanan devlet saldırıları, yalnızca askeri bir çatışma değil, aynı zamanda büyük bir insani felaketi de beraberinde getirdi. Köy yakma ve boşaltma politikaları sonucu yüzlerce köy haritadan silindi. Binlerce Kürt, evlerini, tarlalarını, hayvanlarını ve köklerini geride bırakmak zorunda kaldı.
Bu süreçte bazıları yönünü metropollere çevirirken, bir kısmı ise güneye, yani sınırın ötesindeki Irak’a yöneldi. 1993–94 yılları, bu göçün en yoğun yaşandığı dönemdi. Türkiye’den yola çıkan yaklaşık 12–15 bin Kürt, önce Bihêrê, Şeraniş, Bêrsîvê, Geliyê Qiyametê, Etrûş, Nînova ve Nehdaran gibi bölgelerde geçici kamplar kurdu.
Ancak bu kamplar yalnızca savaşın değil, aynı zamanda açlık, salgın hastalıklar ve dondurucu soğukların da pençesinde bir yaşam mücadelesi veren halk için yaşanmaz hâle geldi. Katledilmemek ve boyun eğmemek için düştükleri yolda, bu kez de önlenemeyen bebek ölümleri, sağlıksız yaşam koşulları ve güvenlik sorunlarıyla yüz yüze kaldılar.
O yıllarda Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) arasında yaşanan iç savaş, sivillerin durumunu daha da zorlaştırdı. Tıpkı bugün olduğu gibi, o dönem de Türkiye’nin baskısıyla bazı kamplar boşaltıldı. Halk, yıllar boyunca kamptan kampa sürgün edilerek yaşamak zorunda bırakıldı.
BM devrede
1998 yılına gelindiğinde, ağır insani koşullar ve sürekli yer değiştirme durumu karşısında Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) devreye girdi. UNHCR’nin koordinasyonunda, Hewlêr’in güneybatısında yer alan Qereçox Dağı eteklerinde daha kalıcı bir yerleşim alanı kurulmasına karar verildi.
Bu alan, bugün Mexmûr Kampı olarak biliniyor. Kuruluş sürecinde, BM gözetiminde barınma, sağlık ve altyapı hizmetleri sağlandı; Irak hükümeti ise kampın güvenlik sorumluluğunu üstlendiğini açıkladı. Ancak zamanla BM’nin rolü giderek azaldı. Bunun üzerine kamp sakinleri, kendi öz örgütlülüklerini kurarak kampı özyönetimle yöneten bir yapıya dönüştürdü.
Mexmûr böylece, yalnızca bir mülteci kampı değil; aynı zamanda bir direniş alanı ve siyasi örgütlülüğün merkezi haline geldi.
1998’de çorak, taşlık ve neredeyse yaşam barındırmayan bir arazide kurulan Mexmûr, ilk yıllarında ağır bir yaşam mücadelesi verdi. 50 dereceyi bulan yaz sıcakları, kışın sert rüzgârı ve yağmurları, çadır yaşamını neredeyse imkânsız hale getiriyordu. Kamp çevresi; yılan, akrep, çıyan ve zehirli böceklerle doluydu. Başta çocuklar olmak üzere herkes için hayati tehlike söz konusuydu.
İçme suyunun bulunmadığı bir ortamda altyapıdan söz etmek mümkün değildi. Su, Maxmûr ilçesinden tankerlerle kampa taşınıyordu. Eğitim ve sağlık hizmetlerinin olmadığı bu koşullarda halk, en yakın kente gitmek zorunda bırakılıyordu.
Tüm olumsuzluklara ve yetersiz koşullara rağmen halk, dayanışma ve kolektif emekle yeni bir yaşam kurmak için kolları sıvadı. Zamanla çadırların yerini evler, boş arazilerin yerini ise bostanlar aldı.
Mexmûr artık yeni bir yaşamın adresi oldu. Yokluktan var edilen bir yaşamın somut örneği olarak yükseldi. Bugün kamp; okulları, sağlık merkezi, ekonomisi, belediyesi, spor tesisleri, akademileri, kadın ve gençlik kurumları, gelişmiş tarım ve hayvancılık faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Çorak toprakları yeşerten bu yaşam modeli, çevresindeki yerleşim yerlerine de ilham kaynağı oldu.