‘Demokratik toplum ve barış için yeni bir başlangıç zamanı’

  • 21:30 5 Mart 2025
  • Güncel
HABER MERKEZİ - "Önder Apo’nun 'Barış ve Demokratik Toplum' çağrısı, Kürdistan’dan dünyaya yankılanırken, kadınlar 8 Mart’a mücadele ve örgütlenme ruhuyla hazırlanıyor. 'Kadınlar, yeni sürecin öncüsüdür” diyen KCK ve PAJK temsilcileri, demokratik dönüşümün ve barışın inşasında kadınların rolüne dikkat çekti.
 
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, başta Kürdistan olmak üzere Avrupa ve dünya genelinde geniş yankı uyandırırken, çağrıya ilişkin değerlendirmeler de yapılmaya devam ediyor.
 
Öte yandan, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla kadınlar, birçok merkezde eylem ve etkinliklerini sürdürüyor.
 
KCK Yürütme Konseyi üyesi Çiğdem Doğu ve PAJK Meclisi üyesi Têkoşîn Ozan, mevcut sürece ilişkin değerlendirmelerde bulunmak üzere Medya Haber’de yayınlanan bir programa katıldı.
 
*Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat günü yaptığı ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısına dair Kürt Kadın Hareketi olarak neler belirtebilirsiniz? 
 
Çiğdem Doğu: Son günlere damgasını vuran bir çağrıdır. Bunu sadece bir çağrı olarak adlandırmak yeterli olmuyor. Bu çağrı bir manifesto niteliğindedir. Hem Kürt tarihine hem Türkiye tarihine, hatta ötesine Ortadoğu tarihine ve halklarına etki edecek, önümüzdeki yüz yıllara damgasını vuracak bir nitelikte bu manifesto. Bu çağrıda Önder Apo’nun ortaya koyduğu belirlemelerin tartışılması gerekiyor. Daha derinlikli anlaşılması gereken ve anlaşılıp yerine getirilmesi gereken görevler var. Bu açıdan çağrı tarihi bir niteliktedir.
 
Önder Apo’yu uzun bir süre sonra bir fotoğraf karesinde gördük. Özlemlerimizi çok kısmi bir şekilde gidermiş olduk. Önder Apo’nun yaptığı bu tarihi çağrıyı selamlıyorum. Derinlikli anlaşılması gereken bir çağrıdır. 50 yıllık mücadelenin 30 yılı barış ile gelişti. Hep savaş ile geçen bir mücadele değil. 1993’ten itibaren Önder APO hep ateşkes, çözüm yaklaşımları ile bir barış mücadelesi de verdi.
 
Elbette birçok etken, devletin iç unsurları, uluslararası güçlerin yaklaşımları gibi kimi nedenler ile bu süreçler sürekli sabote oldu. Bu süreçler çok önemli bir tecrübe oluşturdu. Çağa damgasını vuran bir Demokratik Modernite ortaya çıktı. Önderlik bunu savunmalarında çok güçlü bir şekilde ifade etti. Önder APO, 1995’te partinin 5’inci Kongresi’ne sunduğu politik raporda, reel sosyalizmin çöküşü ve onun ardından gelişen dünyada ve Kürdistan’daki durumu kapsamlı bir şekilde değerlendirmişti.
 
Dünya insanlığı açısından bir değişim ve dönüşüm sürecinden bahsetmişti. 1999 İmralı süreci ve ondan sonraki süreçte önemli perspektifler ortaya koydu ve paradigma değişimini gündeme getirdi. Bununla birlikte, 1995’te ortaya koyduğu perspektif daha derinlikli bir analiz ve özgür yaşam sistemine dönüştü. Bugünkü süreci bunlardan bağımsız ele alamayız. Bu çağrı, her cümlesi üzerine çok şey söylenecek ve yazılabilecek bir niteliğe sahip. Bunları önümüzdeki günlerde daha fazla tartışırız şüphesiz. İlk değerlendirme açısından çok büyük bir teorik birikim ve aynı zamanda pratik tecrübenin içinden süzülmüş bir sayfa ama belki binlerce sayfalık bir anlam değerini ifade ediyor. Bu nedenle, 21’inci yüzyıla yön verecek bir manifestodur.
 
Bizler, halkımız ve en fazla da kadınlar açısından anlaşılması çok önemli. Sadece Kürt kadınları açısından söylemiyorum, bunu dar tutmamak gerek. Önderlik bunun adını Barış ve Demokratik Toplum olarak ortaya koydu. Her kesimin anlaması gereken bir çağrıdır; Türklerden Lazlara, Çerkeslerden Ermenilere, Rumlara, Araplara, Ortadoğu halklarına kadar, farklı etnik ve inanç kesimleri tarafından anlaşılması gereken bir çağrı niteliğindedir. Bunu böyle ele alıyoruz. Önder Apo’nun önümüze koyduğu bir görev olarak görüyoruz. Kadın Hareketi olarak bunu nasıl hayata geçirebiliriz diye ele alıyoruz. Bizim açımızdan bu sürecin başarıya ulaşması için Önder Apo’nun pozisyonu çok önemli.
 
26 yıllık bir İmralı tecrit, soykırımcı işkence süreci var. Eğer yeni bir sürece giriyorsak, o zaman Önder Apo’nun daha özgür koşullarda politika yürütmesi, çalışması, sağlıklı ve güvenli bir ortamda olması gerekir. Önder Apo’nun özgür olması şarttır. Önder Apo, sürecin ilerlemesinin garantisi konumundadır. Önder Apo’nun kendisi de ‘Ben bu işin ehli durumundayım’ dedi. Bu işin ehli olan, devrimci ve sosyalist bir Önder olarak bu sürecin ilerlemesinde her kesim ile ilişki içinde olması, ikna edebilmesi, tartışabilmesi ve yeni politikalar belirleyebilmesi gerekir.
 
Mücadele arkadaşları olan bizlerle iletişim içinde olması gerek. Bir kongre süreci var. Bu kongreyi doğrudan yürütebilmesi, sürecin başarılı olması açısından Önder Apo’nun sürece doğrudan dahil olması esas bir hukuk olarak görülmelidir. Bu açıdan Önder Apo’nun özgürlüğü hamlemiz devam ediyor. Mevcut durumda koşullarda bir değişim yok. Dolayısıyla, mutlaka bu pozisyonu değiştiren ve süreci ilerleten bir noktaya taşımamız gerekiyor.
 
8 Mart ve Newroz süreci yaklaşıyor. Mutlaka bu hamleyi başarıya ulaştıracak bir pratik içinde olmamız gerek. Gücümüzü tamamıyla buna seferber etmeli ve Önderliğin özgürleşmesiyle birlikte demokratik toplum, demokratik barış perspektifinin başarılması temelinde daha fazla katılım sağlamalıyız. Bütün kesimlere ve dostlarımıza çağrımızdır: Herkes Önder Apo’nun özgürlüğüne kilitlenmeli ve bu sürece güçlü bir şekilde katılmalıdır.
 
*Çiğdem Doğu bu çağrının bir manifesto olduğunu söyledi. Bu manifesto, görev ve sorumluluklar yüklüyor. Abdullah Öcalan bu çağrıda en çok demokrasiye değindi. Çağrının özü aslında demokrasidir diyebiliriz. Abdullah Öcalan daha önce, ‘Demokrasinin zaferini kadın getirecek’ değerlendirmesinde bulunmuştu. Siz, bu çağrı ile birlikte demokrasinin inşasında kadının rolünü nasıl görüyorsunuz?
 
Têkoşîn Ozan: Çiğdem arkadaşın belirttiği gibi, Önderlikten haber almak ve onu bir fotoğraf karesinde görmek çok büyük bir moral oldu. Tabii ki bu yeterli değil, bu sadece çok kısıtlı bir görme. Bu, çok fazla duygulanmamıza neden oldu. Gerçekten Önderliği çok özledik. Özellikle biz kadınlar, halk olarak ve Önderliğin dostları olarak ona kilitlendik.  Bu nedenle, yapılan çağrının önemi ve duygu bağı olarak Önderliğe özlemlerimi ve sevgimi tekrar sunmak istiyorum.
 
Bu noktalara büyük bedeller ödenerek varıldı.  Önderliğin öncülüğünü yaptığı hareket olarak büyük bedeller verdik. Şehitlerimiz oldu ve onların anısına bağlı kalacağımızı, yeni mücadele döneminde onlara layık bir pratiği esas alacağımızı belirtiyoruz. Mesajın her bir cümlesi bir manifestoydu. Mesajda, aslında önümüzdeki süreçte ne yapılması gerektiği net bir şekilde ifade ediliyordu. "Neden bu noktaya geldik? Neden böyle bir çağrı yapıldı?" sorularının yanıtı mesajda açıkça ortaya konulmuştu. Cümleler biraz daha tek tek incelendiğinde, mücadele tarihimizin siyasi, ideolojik ve politik gelişimi ile ulaştığı düzeyin mesajın tümünde yer aldığı görülebilir.
 
*Taktik bir değişim olduğunu söyleyenlere büyük bir cevap mı var?
 
Têkoşîn Ozan: Evet, bu bir taktik değişim değil. Bu, aslında bir paradigma değişiminin en somut adımlarından biridir. Önderlik, Demokratik Modernite paradigmasını geliştirdiği zaman, bu sürecin adını koymuştu. Bu mücadelenin, demokratik yollar ve araçlarla geliştirilmesi gerektiğini savunmalarında zaten ortaya koymuştu. Bunun siyasetinin, ilişki tarzının ve kültürünün geliştirilmesi gerektiğini, tarihsel ve güncel boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde analiz etmişti. Bu çağrı, yalnızca içinde bulunduğumuz siyasi dönemin çağrısı değil, aynı zamanda 21. yüzyılın siyasi ve politik duruşunu, toplumsal ilişki tarzını, yaşam biçimini ve kadınların öncülük edeceği toplumsal yaşam modelini ifade ediyor. Bu, onun manifestosudur. Aslında, sosyalizmin gerçek anlamda toplumu tüm renkleriyle savunmak ve geliştirmek anlamına geldiğini gösteriyor. Önderlik, "Geçmişte büyük hatalar yapıldı" dedi.
 
Aynı zamanda bu manifesto, eleştirilerle birlikte bir öz eleştiridir. Bizim de neyin öz eleştirisini vermemiz gerektiğine bakmamız lazım. Bunu söylerken, sadece hareket olarak değil, toplum gerçeği söz konusu olduğunda, o toplum içinde yer alan tüm kesimlerin "Nerede yanlış yaptık? Nerede yanlış yapıyoruz?" diye kendine sorması gerekiyor. Yeni bir şeyin inşası için, hangi noktada yanlış yapıldığı tespit edilmelidir. Önderlik bunları da çok iyi ortaya koymuş. Önderlik, aslında 1993, 1995, 1998 ve 2000 yıllarında, PKK’nin değişimine dair somut adımların atılması için perspektifler sunmuştu.
 
Reel sosyalizmin eleştirisi, sistem yıkıldıktan sonra değil, öncesinde yapıldı. PKK hareketi her zaman özgürlüğü en derininden yakalamaya çalıştı. Köleliğin ilk başladığı yeri, kadın köleliği üzerinden sorguladı ve özgürlüğü de her zaman oradan başlatmaya çalıştı. Ne zaman Önderlik kadın özgürlüğünü sorgulamaya başladı, o zaman reel sosyalizmi de eleştirmeye başladı. Kadın-aile çözümlemeleri, reel sosyalizm eleştirilerinin başlangıcıdır. Özgürlük arayışı derinleştikçe, sorun olarak ortaya çıkanları eleştiriyorsun. Önderlik, demokrasi ve ateşkes kavramlarını o dönem kullanmaya başladı. Toplumsal özgürlük mücadelesinde, sosyalizmin yaratacağı özgürlüğün kadın özgürlüğü ile başlaması gerektiğini o zaman ortaya koydu.
 
Yaşanan savaş süreci, her ne kadar PKK ile Türk devleti ve ordusu arasında karşılıklı yaşanan bir savaş gibi yansıtılsa da ve barış sadece bu iki güç arasındaki siyasi-askeri bir durum olarak ele alınsa da, durum aslında öyle değil. Mesele, yeni yaşamın ve ilişki tarzının nasıl olacağıdır. Kadınlar ve erkekler arasındaki ilişki tarzı nasıl olacak? Türkler ve Kürtler arasındaki ilişki nasıl şekillenecek? Kürtler, Araplar ve Farslar arasındaki ilişkiler nasıl olacak? Hatta Arapların kendi aralarındaki, Arapların Yahudilerle, Türklerin diğer halklarla ilişkileri nasıl olacak? Bunların hepsine dair bir manifestodur. İşi en kökünden düzeltmeye başladığımızda, kadın ve erkek arasındaki ilişkileri özgürlük zeminine oturttuğumuzda, aslında tüm bu ilişkilerin yanlış temeller üzerine inşa edildiğini görüyoruz ve bunları düzeltme gereği duyuyoruz. Önderlik, bunu sadece Kürtler ve Türkler arasındaki siyasi-askeri bir çözüm süreci olarak ele almıyor. Aslında, doğru, özgür ve demokratik bir yaşamın perspektifini sunuyor. "Kürt sorunu da, Türk sorunu da demokratikleşmeden çözülmez" diyor.
 
Kürt sorununun çözülebilmesi için demokratik zihniyetin gelişmesi gerekir. Demokratik bir idari yapının ve yönetim biçiminin geliştirilmesi gerekiyor. Yasaların da buna göre oluşturulması şarttır. Demokrasi sorunu yalnızca bir idare sorunu değildir; aynı zamanda bir zihniyet ve toplumsal sorundur. Sorunu toplumsal düzlemde ele almak gerekmektedir. Önderliğin çağrısından sonra, biz de izliyoruz; bazı çevreler "Bu bir çözüm süreci değildir, eskisi gibi değildir" diyor. Elbette eskisi gibi değildir, ancak neticede daha köklü bir çözüm sürecidir. Bunu daraltmak, dar sınırlar içinde tutmak anlamlı değildir. Tartışmalar, birbirini dinlemeyi gerektirir. "Niye bu noktaya geldik? Bu sorun neden ortaya çıktı?" Bunları sormayı ve sorgulamayı gerektirir. Nasıl ki kadın ve erkek arasındaki ilişkilerde ciddi sorunlar yaşanıyorsa, kadın kırımı ve cinayetleri sürüyorsa, bu sorunu "sinirli eşlerin bir anlık öfkesi" olarak değerlendiremeyiz. Bu durumu toplumsal psikoloji ve bilinç eksikliği ile ele almak zorundaysak, demokratik toplum dönüşümünü de aynı şekilde daha köklü değerlendirmek durumundayız. Bu sorunların temel sebebi demokrasinin olmayışıdır. Önderlik mesajında bunu çok net ortaya koyuyor: "Demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklı olarak Kürt sorunu bu noktaya gelmiştir" diyor.
 
Türkiye’de Kürtler kendi diliyle konuşabilseydi, gerçekten kendini yönetebilseydi, kendi seçtiği kişinin yönetimde olmasını görebilseydi, kendi kıyafetini giyebilseydi, böyle bir savaş çıkabilir miydi? PKK ortaya çıkar mıydı? Bunu sorgulamadan, yalnızca sonuçları üzerinden değerlendirmek ve "PKK silah bırakıyor, kendini feshediyor" demek doğru değildir. Peki, neden feshediyor? Bu sürece nasıl gelindi?50 yıllık mücadelenin anlamı nedir? Bu savaş neden yaşandı? Yüz binlerce insan bedel ödedi, halklar büyük acılar çekti. Bu kendiliğinden ortaya çıkmadı; bunun sebepleri var. Bu sebepleri ortaya koyup ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu savaşın sebebi; milliyetçilik, cinsiyetçilik, bölgecilik, kendini üstün görme, ötekileştirme ve ezmedir. Bu üslup devam ederse, bu sorun çözülür mü? Tabii ki çözülmez. Aynı anlayış sürdüğü sürece, sorun dar bir çerçevede ele alınır; bu savaş biter ama başka bir savaş başlar. Bu şekilde sorun bir noktaya gelse de, başka türlü isyanlar ortaya çıkar. Öz savunma başlar, çünkü insanlar yok sayılmaya "evet" demezler.
 
Bu kadar politik düzeyi, bilinci yükselmiş Kürt kadınları, toplumu bu saatten sonra “Kürtler yoktur, Kürtçe yoktur, Kürt kimliği yoktur” sözlerini ciddiye bile almaz; hatta öfkelenir. Bu açıdan yapılması gereken çok şey var. Önderlik, kendi açısından yapması gereken çok şey yaptı. Soykırım ile yüz yüze kalan halk, Kürt halkı olmasına rağmen, son derece esnek, yapıcı, ötekiyi de anlayan, milliyetçilerin hassasiyetlerini de dikkate alan bir açıklama yaptı. Budur, çözüm oluşturabilecek olan; çözümün dili budur. Ortadoğu’da dönüşüme ihtiyaç var. “Ya benim dediğim olur ya da benim dediğim olur” anlayışı, “şunu gömeriz, şunu keseriz, demir yumruklar, tunç eller” ile sorun çözülmüyor; aksine büyüyor. Önder Apo’nun üslup ve tarzını esas alırsak, gerçekten demokrasi gelişir. Bu noktada bir dönüşüm yaşarsak birlikte yaşayabiliriz. Aslında çözemeyeceğimiz sorun yok. Kadınlar bu konuda neden önemli? Çünkü bu dil bir erkek egemen dil, dişil bir dil değil. Kadınlar, varlıkları gereği toplum kurucu olarak daha yapıcı bir gerçeğe sahiptir; dili de bu anlamda daha yapıcıdır. Örnekleri çoktur.
 
Türkiye’de Kürtler, Lazlar, Azeriler, Türkler aynı mahallede yaşıyor. Aynı mahallede yaşayan halklar birbirine "Seni gömerim" diyor mu? Hayır, demiyor. Komşuluk ahlakı gereği, birbirleriyle daha saygılı bir üslupla iletişim kuruyorlar. Bunu en çok sağlayan ise kadınlardır. Kadınlar, böyle bir bağ kuruyor. Komşularımızla yakaladığımız bir arada yaşama iradesini toplumsallaştırmak ve siyasallaştırmak gerekiyor. Bu bir mahalle üslubu değil, bir toplum üslubudur. Bu, bir varoluş biçimidir. Bu üslup, bir kök hücredir. Kadının yapıcı ilişki kurma yetisi de bir kök hücre gibidir. Bunu yeniden açığa çıkarmak ve canlandırmak gerekir. Erkek egemenliği, bu üslubu o kadar küçümsemiş ki sanki zayıf bir üslup gibi görülüyor. O kadar ki kadınlar bile kameralar karşısına çıkıp, bu kadar demokratik bir üsluba karşı "Saldıralım, ezelim" diyebiliyor. Neden? Çünkü kadın olmak çok fazla küçültülmüş, ezilmiş. Bu dil, zayıflık olarak adlandırılmış. Oysa gerçek böyle değil. Demokrasi, ancak güçlü olanların başarabileceği bir şeydir. Kadınlar güçlü oldukları için toplum kurabildiler. Kürt kadınlarının bu konuda büyük bir deneyimi var, çok politikleştiler. Bu durum dünyadaki tüm kadınlar için biraz daha sınırlı kalmış olsa da, onlara güvenmek, bu gücü açığa çıkarmak ve şiddet dilini geriletmek gerekiyor. Asıl ötekileştirilmesi gereken şey de budur.
 
Savaşın olduğu yerde, erkeklerin ve erkekleşmiş kadınların "Ben güçlüyüm, ezerim" dili, ailenin içinde şiddetin artmasına yol açıyor. Savaşın yaşandığı yerlerde kadına yönelik şiddet ve cinayetler artıyor. Çocuklara yapılanları görüyoruz; Narin ve Sıla bebeklerin başına gelenleri gördük. Demokrasi ve barış çağrısı, bu sorunlara da bir "dur" demektir. Bu çağrı, kadınların yaşama öncülük etmesi gerektiğini ifade eder. Bu nedenle kadınlar gerçekten öne atılmalı ve rolünü oynamalıdır. "Siyaset alanıdır, erkekler konuşur, biz iyi uygulayıcısı oluruz" demek yanlıştır. Erkeklerin dünyayı getirdiği hale bakın: Savaş, cinayet en üst seviyede, vicdan diye bir şey kalmamış, insan hakları anlamsızlaştırılmış. Bırakalım biraz da kadınlar konuşsun. Önderliğin dili, dişil bir dildir. Önderliğin ortaya koyduğu çözüm, kadın eksenli bir yaşam çözümüdür. Buna en fazla kadınlar öncülük edebilir.
 
*Önümüzde 8 Mart Dünya Kadınlar Günü var. Kadınlar, bu yıl 8 Mart kutlamalarına erken başladı. Kürdistan’ın dört bir yanında kadınlar, kendi ihtiyaçlarına göre eylem ve etkinliklerine start verdiler. Êlih’te "Kadın kırımına isyan ediyor ve özgürlüğe yürüyoruz", Wan’da "Kayyıma karşı örgütleniyor ve özgürlüğe yürüyoruz", Kuzey ve Doğu Suriye’de "Jin, Jiyan, Azadî ile demokratik Suriye’ye doğru", Şengal’de ise "Kadın devriminin kazanımlarını koruyoruz" şiarlarıyla mücadele ruhu yükseltiliyor. Bu yıl, 8 Mart’ın 125’inci yılı kutlanıyor. Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla birlikte, bu yılki 8 Mart’a dair neler söylemek istersiniz?
 
Çiğdem Doğu: Bu yıl 8 Mart’a dair söylenecek çok şey var. Kadınlar heyecanla öncesinden aslında başladılar ve harekete geçtiler. Önder Apo’nun yaratmış olduğu etki ile bağlantısı var bu heyecanın. Çeşitli eylem ve etkinlikler var, onları selamlıyoruz. 8 Mart’ın 125’inci yılı. 2’nci Enternasyonal'den sonra Clara Zetkin öncülüğünde 8 Mart’ın resmî olmasının 125’inci yılı, ancak ondan önce, 1857 yılında 129 kadın fabrikada katledildi. Emekçi kadınlar katledildi. 8 Mart, sembolik bir gün hâline geldi. Büyük bedeller burada da verildi. 1857’den bu yana kadın, çocuk cinayetleri devam ediyor. Her birinin ismini söylemek mümkün değil. Kadınlar her yerde katledildi. Kadınların anılarını yaşatmak temelinde, 8 Mart’ı anmamız önemli. Bizim açımızdan bakıldığı zaman, bir kadın ordulaşma, partileşme gerçeği, kadın mücadelesinin kurumsallaştığı bir düzey var.
 
Kuzey ve Doğu Suriye ile Şengal’de bir kadın öz savunma örgütlenmesi var. Bu mücadelede binlerce kadın yoldaşımız şehit düştü. 8 Mart vesilesiyle, bedel ödeyen bütün arkadaşları, öncümüz Sara yoldaş şahsında anıyorum. Bu gelişen süreç, aslında yoldaşlarımızın yarattığı değerler olarak ortaya çıktı. 8 Mart, yalnızca bir kutlama günü değil; aynı zamanda protesto ve inşa günüdür. PAJK, 8 Mart tarihinde ilan edildi. Kongreler, 8 Mart günlerinde yapıldı. 8 Mart 1998’de, Önder APO Suriye’deyken ilk kadın kurtuluş ideolojisini, 8 Mart vesilesiyle kadınlara hediye etti. Bu değerler, kadınlara mal oldu. Kadın kurumsallaşmaları hep 8 Mart’a denk geldi. 8 Mart, aslında kadın devriminin kendini kurumsallaştırması ve kalıcı hâle gelmesini ifade ediyor. Bu, dünya kadınları açısından da bir perspektif oluşturuyor. "Bir araya gelelim, protesto edelim, sonra dağılalım" meselesi değildir bu. Protesto da yapacağız ama aynı zamanda şunu da soracağız: Sürekli mücadeleyi nasıl yürüteceğiz? Yaşamı nasıl öreceğiz? Öz savunma, yaşamsal bir meseledir. Bütün alanlarda kadınlar kendini nasıl var edecek ve özgürleştirecek? 8 Mart’a bu sorularla anlam yüklemek gerekir.
 
Biz, Kürt Kadın Hareketi olarak Şubat’ın ortasından başladık, 8 Mart’a kadar da devam edecek. Biz, 8 Mart’ı genişlettik. Aslında 365 gün kadınlar günü. Önderlik, "Tüm günlerin kadın günü olması gerekir" dedi. Kadın eşittir toplum. Bu, toplumun sadece kadına ait olması anlamına gelmesin, aynı zamanda toplumun çocuklara ait olması anlamına da gelir. Demokratik toplumda herkesin eşit olduğu bir ortam oluşur. Kadın, her günü bir anne gibi kucaklar. Bu, bir cins meselesi değildir. Kadın olmak, herkesi kapsamak demektir. Her günün kadınların özgürleşme günü olması için ne yapmamız lazım? 8 Mart, bu günlerde Türkiye coğrafyasında yaşayan kadınlar açısından daha önemli bir hâle geliyor. Kürt ve Türk kadınlarının, Kürt anneler ile asker annelerinin bir araya gelip tartıştığı, acılarını paylaştığı, acılarını nasıl iyileştirecekleri ve nasıl kucaklaşabilecekleri zeminleri oluşturabilmek çok önemli.
 
8 Mart bir mücadele ve inşa günüdür. Savaş dili, bu mücadeleye ve demokratik toplum inşa sürecine zarar veriyor. "Yeneceğiz, gömeceğiz" söylemlerinin kimseye bir faydası yok. Yıllardır mücadele ediyoruz, kimsenin kimseyi yendiği yok. Kimse kimseyi kandırmasın. Ortada bir çözüm niyeti var. Bu kadar savaşıyoruz, bu savaşın bir sonuca varması açısından Önderlik çok pozitif bir adım attı. Devletin de buna dair adımlar atması gerekiyor. Buna paralel olarak, toplumun kendi değerlerine, diline ve kültürüne sahip çıkması lazım. Barış Ünlü’nün "Türklük Sözleşmesi" diye bir kitabı var. Anayasal sözleşmenin ötesinde bir "Türklük Sözleşmesi" yapılmış ve hâkim bir Türk psikolojisi oluşturulmuş. Hep hâkim olan ve diğer halkların haklarını görmeyen bir anlayış var. Bu sözleşmenin başlangıcında kadın iradesi de yok. Cumhuriyetin tekçi inşasında kadın iradesinin olmayışı da çok önemli bir husus olarak değerlendirilmelidir. Bu açıdan, Türklük Sözleşmesi tek taraflı bir sözleşme olarak ortaya çıktı. Önder Apo’nun bu çağrısıyla birlikte, yeni bir sözleşme ortaya çıkıyor. Bu manifesto, Kürt ve Türk halkları açısından eşit, özgür ve demokratik yaşam temelinde yeni bir sözleşmedir. Biz, bu sözleşmede kadınlar olarak siyasi, kültürel ve sosyal bir irade olarak var olmalıyız. Cumhuriyetin ikinci yüzyılı, ilk yüzyılı gibi olmasın diye kadınlar yer almalı. Halklar ve kadınlar acı çekmesin. Bu sürecin öncüsü kesinlikle kadınlardır. Demokratik toplum inşası sürecinin öncüsü kadınlardır. 8 Mart’ı da böyle bir perspektifle karşılayalım. Süreci başarıya götürecek dili inşa edecek olan kadınlar ve analardır.
 
*8 Mart vesilesiyle milyonlarca kadın bir araya geliyor. Bu günlerin, festival havasından ziyade mücadele ruhuyla geçtiğinden bahsettiniz. Aynı zamanda, bu günler kararlaşma günleridir. 8 Mart, faşizme karşı bir birlik oluşturma ve kendi kurtuluş programını oluşturma günü olarak da ele alınabilir mi?
 
Têkoşîn Ozan: Tabii ki de öyle tanımlayabiliriz. Sadece protesto etmek değil, kalıcı değerler oluşturmak için kadınlar ne yapıyorsa kararlaşma gücüne dönüştürmelidir. "Bir araya geldik, dağıldık" değil. Kadınların yaşadığı her coğrafyada bir tane faşist sistem var. Erkek egemen, korkunç saldırılar var. Sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde katliamlar yaşanıyor. Bu katliamları aşacak ve özgür yaşamı inşa edecek bir tarzı geliştirmek çok önemli. Sesimizi daha gür bir şekilde duyurmak adına, bütün kadınları 8 Mart’ta meydanlara çağırıyoruz. Kadınları isyana ve inşaya çağırıyoruz.
 
*Program boyunca mesajlarınız ve çağrılarınız kadınlara yönelikti. Bugünün toplumsal bir gün olduğu vurgusunu da yaptınız. Bu açıdan, kadına yoldaş olmak isteyen ve özgürleşmek isteyen erkeğe nasıl bir çağrınız olur?
 
Têkoşîn Ozan: Önderlik aslında o çağrıyı da yaptı. Bu çağrıyı, aynı zamanda erkek egemenliğinin aşılmasına yönelik bir çağrı olarak ifade etmek gerekiyor. Demokrasi ve özgürlükten bahsedince, en derinde yatan sorun kadın sorunudur ve doğal olarak orada erkek egemenliği ile karşı karşıya kalırsınız. Onu aşmak zorunda kalırsınız. Her bir kadının bunu kendi hayatındaki somuta indirgemesi gerek. Demokratik yaşama mücadelesi, bir zihniyet dönüşüm mücadelesidir. Zihniyet dönüşümü nasıl olur? Önce yanlışa karşı eylem gücü olmamız gerekiyor. Mücadele etmemiz gerek. Hem Kürt hem de Türk kadınları yurtsever olmalı. Yurtsever olmak, milliyetçi olmak değildir. Kelimelerin anlamını biraz daha kurcalamak gerekiyor. Gerçekten kadınlar özgür yaşayacaksa, bir mekânının olması gerekiyor. Ayağının basacağı özgür bir toprağın olması gerekiyor. Bu, Türkler için geçerli olduğu kadar Kürtler, Süryaniler, Ermeniler için de geçerlidir. Yurtseverlik, milliyetçilik, iktidarcılık, mezhepçilik değildir. Yurtseverlik, içinde bulunduğun yurdun insanlarını kapsayabilecek özgür bir yaşam biçimi ortaya çıkarmaktır. Yurdunu özgür, demokratik kılmaktır. Yurdunu savaşçı kılmak, ikiliklere sokmak yurtseverlik değildir. Bunu biraz kurcalamak gerek. Nerede yanlış yaptığımıza dönüp bakmamız gerek.
 
Gerçek anlamda yurtsever olmak gerek. Bir bütünen insanı sevmek lazım. Bir kadın, gerçekten demokratik dönüşüm sürecini nasıl yaşayacak? Evin içinde bir erkek ile yaşıyor. Türkiye’deki savaş gerçekliğini dikkate aldığımızda, kadınların evin içinde hiç de özgür olmadıklarını ve ne kadar zor yaşadıklarını anlayabiliyoruz. Kadının, evin içinde erkek ile yaşadığı sorun toplumsal bir sorundur. Her kadının, barış ve demokratik toplum dönüşümünü evin içinde başlatması lazım. Önderlik, "Bir kadın ile konuşmasını bilmeyen erkek nasıl sosyalist olsun?" diyor. Kadınlara nasıl konuşulacağını öğretmek lazım. Kadınların öz gücünü ortaya çıkarması lazımdır. Kadınların örgütlü olmasının önündeki en büyük engel, dar sınırlardır. Dar sınırların, en başta zihinde yıkılması gerek. Kadınların mücadele gücü arttıkça, direnci yükseldi.
 
Çiğdem Doğu: PKK, sadece silahlı mücadele vermedi; kendi içinde erkekliğini sorgulayan ve bu erkekliği aşmaya çalışan bir çaba da ortaya koydu. Bunun değerlerini de yarattı. Fedai arkadaşların, kadın arkadaşlara yazdığı mektuplar bu açıdan bir manifesto gibidir. Erkeği dönüştürecek olan, kadının mücadele biçimidir.
 
*Son günlerde eril bir dil de hakim. "Kardeşlik" denildiğinde, yalnızca erkekler arasındaki kardeşliği çağrıştıran bir dil kullanılıyor. Siz, 8 Mart vesilesiyle Kürt ve Türk kadınları arasındaki kız kardeşlik bağının güçlendirilmesi açısından ne söylemek istersiniz?
 
Çiğdem Doğu: Zihniyet, erkek egemenliğinin damgasını taşıdığı için kavramlar da onu çağrıştırıyor. Kürtçede "biratî" deniliyor. Türkçede ve yer yer Kürtçede de kelimeler, eril bir dil ile oluşturulmuş durumda. Bu dilin de değişmesi gerekiyor. Halkların ilişkisi, en başta kadınların ilişkisidir. Kadın, toplumdaki herkesi birleştirendir. Bu, her yerde böyledir. Çatlasa da patlasa da erkek egemenliği yaşamda kadının böyle bir rolü vardır. Bu rol olmasa, bir toplumdan bahsedemezdik. Demokratik bir süreci inşa etme süreci derken mutlaka kız kardeşlik rolü, "xwubûn" olmak gerekiyor. Kadınların, kadınlarla olan ilişkilerinde kız kardeşlik en güzel olandır. Bunun, kan bağlarını aşan yanları da var. Kardeşlik, dünyanın en güzel bağlarından biridir. Bu, en eski bağlardan biridir.
 
Têkoşîn Ozan: Kadınların bir araya gelmesi, aslında toplumun özgür yaşam ölçülerinin sağlam olmasını sağlar. Kadınlar bir araya geldiğinde, düşmanlaştırıldıkları sebepler ortadan kalkar, bu sebepler sorgulanır. Biz sadece PKK’ye katılmadık, PKK’nin içinde özgün bir örgüt olduk. Bu, sadece kadınlara kazandırmadı, geneli de güçlendirdi. Ölçü, özgürlüktür. Aşk, özgürlük ölçüsü üzerine kurulmuştur. Bunu kadınlar sağlayabilir. Kız kardeşliği demokratik, barışçıl bir anlayışla anlamlandırırsak, kız kardeşlerin bir araya gelmesi insanlık için faydalıdır. Kadınlar, sadece yan yana gelmedi. Savaşlarda komutanlık yaptılar, ordu komutanı oldular. Dünyanın birçok yerinde savaşa katılan kadınlar oldu ama PKK içinde ayrı bir kadın ordusu kuruldu. Bu ordu, genel orduya en üst düzeyde komutanlık etti, en büyük savaşlarda komutanlık yaptı. Kobanê savaşında komutan kadındı. Zap’ta ve diğer alanlarda savaşan güçlerimizin büyük bir kesimi kadın komutasındadır. Kadınlar isterse, başaramayacakları bir şey yoktur. Türkiye’de demokratik, barışçıl zihniyetin dönüşümünü sağlamak için önce kadınlar olarak bir araya gelmemiz gerek. Bizim içine doğduğumuz süreç böyle değildi. Yaşadığımız acılar var. Mücadeleye katılım sebeplerimiz bunlar. Biz bunu kendi içimizde aştık. Rolümüzün farkında olmamız gerek. Kadınlar, yeni bir sürece öncülük edebilir. Önderliğin açtığı bu kapıdan önce kadınlar geçebilir ve geçiyorlar. Önderliğin çağrısını kadınlar ayakta alkışladılar, ağladılar. Büyük bir duygu bağıyla karşılayanlar oldu. Hemen hemen her yerde kadınlar sokağa çıkıp dev ekranda izlediler. Kadınlar en öndeydi. Kadınların duygu bağları güçlüdür. Bunun zemini atılmıştır. Taşları bundan sonra tek tek üst üste koyabiliriz. Önemli bir deneyim var.