‘Konuşmaya başlamak toplumsal barış için en kıymetli adımdır’

  • 09:06 6 Mart 2025
  • Güncel
Melike Aydın
 
İZMİR – Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısıyla yeni bir yola işaret ettiğini kaydeden Alevi aktivist Çilem Küçükkeleş, "Diyalog süreci yeni bir yol inşa edecektir. Bu inşada Alevi kadınlar tecrübelerini aktarmalı. Konuşmaya başlamak, toplumsal barış için en kıymetli adımdır” dedi.
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, 27 Şubat'ta Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile üçüncü kez bir araya geldi. Görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında, Öcalan’ın el yazısıyla kaleme aldığı mesaj kamuoyuyla paylaşıldı. Dünya genelinde büyük ilgi gören bu mesaj, farklı kesimlerden olumlu tepkiler aldı.
 
Alevi aktivist Çilem Küçükkeleş, çağrı ile kurulacak yeni bir yolun başlangıcına işaret ederek konuyla ilgili değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Yok sayma kültürünün arkasından devlet çıkıyor’
 
Türkiye’de Alevilerin, Kürt ve Alevi sorunlarının birlikte çözüleceğine inandığını ve her iki topluluğun da eşit yurttaşlık meselesinde buluştuğunu ifade eden Çilem Küçükkeleş, kastettiklerinin Alevilerin Sünnilerle, Kürtlerin ise Türklerle eşit olmasından öte olduğunu dile getirdi. Demokratik bir cumhuriyet olmadığı sürece hiçbir toplumun eşitlenemeyeceğini, yalnızca birine benzetilmeye çalışılabileceğini belirten Çilem Küçükkeleş, yüzyıllık cumhuriyetin temel meselesinin Kürdü Türk’e, Aleviyi ise Sünni’ye benzetmek olduğunu ifade etti.
 
Ulus devletlerin, ırk kadar din kavramını da motivasyon unsuru olarak kullandığını dile getiren Çilem Küçükkeleş, “Özellikle 1980 Darbesi ile Türkiye’de Türk olmanın yetmediğini, aynı zamanda Sünni olmanın da toplumun bir arada tutulmasında elverişli bir aygıta dönüştüğünü söyleyebiliriz. Doğal olarak Türkiye’de Türk ve Sünni olmak neredeyse anayasanın ruhuna, bürokrasisine ve devletine işlemiş durumda. Uzun süredir eşit yurttaşlık mücadelesi açısından değerlendirirsek, Türk’ün, Alevinin, Kürdün yok sayıldığı bu ülkede yaşayan herkesin Türk olduğu ve hepimizin varlığının bir şekilde feda edilebileceği siyaseti yürütüldü. Ancak toplum, yok olma kültüründen çıkıp farklılıklarını gördüğünde devlet de bunu kabul etmek zorunda kalacaktır” şeklinde konuştu.
 
‘Kürt-Türk savaşı veya barışı değil, sorun tekçi iktidar’
 
İmralı ile görüşme sürecinin sadece Kürt ve Türk’ün barışması olarak nitelenmesinden kaçınılması gerektiğini dile getiren Çilem Küçükkeleş, 40 yılı aşan çatışmalı sürecin aslında her hanenin içine kadar giren bir meseleye dönüştüğüne işaret etti. Çilem Küçükkeleş, “Biz bunu 'Eğer bir çatışma varsa, bir savaş, bir mücadele var' meselesine dönüştürdük. Ama savaş parçalı görülecek bir şey değil ve o bütünlüklü haliyle hayatın her anına yansıdı. Belki barışmakta bu kadar gecikmemizin sebebi de toplum olarak bunu yeterince tespit edemememizdir. En son tespit şuna dönüştü: Bir iktidar, bahçenizdeki zeytin ağacına kadar savaş açıyor, tarlanıza gelip istediği gibi yol geçireceğini söylüyor. Çünkü tekçi düşünen, kendini her şeye sahip gören akıl artık savaşı her alana yansıtmış durumda.
 
Bu süreç, yalnızca Kürtlerle silahlı çatışan devletin bilançosunu aşan bir noktaya evrilmiştir diyebiliriz. 15 Temmuz darbe girişimini gördük, Gezi Süreci, Kobanê Süreci yaşandı. Bu alanlarda kaç insanın öldüğünü dahi tespit edemedik. İnsan hayatının en değersiz, ölümün ise en sıradan hale getirildiği, her an her hareketin ve her itirazın terörizm ilan edilerek devletin zor aygıtını sonuna kadar kullandığı bir noktaya geldik. O yüzden ‘Savaş yalnızca Kürdistan’ın dağlarında sürüyor’ diyemeyiz; çünkü bu savaş, artık her hanenin içine kadar girmiştir. Doğal olarak, eğer bir barışı konuşacaksak, tüm alanlar için ortak barışı konuşmalıyız” şeklinde ifade etti.
 
‘Diyalog yeni bir şey kuracaktır’
 
Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin sadece onun yanına birinin gidememesi olarak algılansa da bu irtibatsızlığın kimsenin kimseyle konuşamadığı bir pozisyona evrildiğini kaydeden Çilem Küçükkeleş, 10 yılı aşkın bir süredir konuşamayan toplumların kaosunu yaşadığını dile getirdi. Yeniden bir irtibatın kurulmasının yeni bir oluşumu işaret ettiğini belirten Çilem Küçükkeleş, “Hatırlayalım, biz tam o barış sürecinde Türkiye’de HDP ve HDK kuruluşlarını gördük. Yeni bir yol, yeni bir siyaset tarzı, yeni bir birlikte yaşam meselesinin tarif edildiği bir süreç yaşandı. Ben, yeniden diyalogun yeni bir şey inşa edeceğine inanıyorum. Ama aynı zamanda konuşmaya başlamış olmanın da çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Genelde şöyle tartışmalar yaşanıyor: ‘AKP ile barış mı olur, reddedelim.’ Oysa Türkiye’de diyalog süreci çok önemli gelişmelere zemin hazırladı. Konuşmaya başlamanın önemli yollar açtığını ve İmralı ile görüşmelerin başladığı andan itibaren birçok diyalog alanının farklı yerlerde açıldığına bizzat şahit olmuş biriyim. O yüzden, konuşmaya başlamanın ne kadar kıymetli olduğunu biliyorum” diye belirtti.
 
‘Son noktaya gitmeden tüm çözümler denenmeli’
 
Abdullah Öcalan’dan getirilen mesajda, artık silahların susması gerektiğinin belirtildiğini söyleyen Çilem Küçükkeleş, zaten hem kadın mücadelesinin hem de Alevi mücadelesinin dünya üzerindeki tüm silahların yok olmasını talep ettiğini paylaştı. Çilem Küçükkeleş, “Çünkü doğru olan konuşmak ve müzakere etmektir; silah ise ölüm getirir. Öldükten sonra çözüm her zaman kapalıdır, son noktadır. Bu sona ulaşmadan önce çözümler mutlaka denenmelidir diyenlerdeniz. Elbette ki şu da unutulmamalıdır: İnsanlar durduk yere silah almadılar. Bu ülkenin kendi tarihi süreci, siyaset alanlarının kapandığı ve kendini ifade etmenin zorlaştığı bir dönemi oldu. Böyle bir süreçte, bu ülkede bu tür mücadeleler gelişti” sözlerini kullandı. 
 
‘Bu bir başlangıç’
 
Sadece Türkiye ile ilgili değil, reel sosyalizm meselesi çerçevesinde ve bugün hâlâ devam eden ABD-Rusya savaş sürecinde PKK’nin de faaliyet yürüttüğünü dile getiren Çilem Küçükkeleş, “Peki, bu süreç tamamen bitti mi? Elbette hayır. Bu, Rusya-Amerika meselesi açısından hâlâ devam eden ve tam olarak bir yere oturmamış bir süreç olabilir. Ancak şöyle bir yol tercih ediyorsunuz: Tüm bu çatışmalara rağmen yeni bir yol kurabiliriz. Bu benim açımdan çok kıymetli. Bir kadın olarak, yeni bir yol kurmak ve bu yolda şiddeti azaltan, siyaseti güçlendiren yeni bir düzen için mücadele etmek çok önemli.
 
Elbette ki mesele ‘PKK kendini feshedecek, artık her şey bitti’ şeklinde değildir. Tam tersine, bunun yeni bir başlangıç olduğunu, önemli bir mücadele zemini kazandıracağını ve uzun vadede Türkiye toplumlarında, silahın varlığından kaynaklı olarak her alana yayılan savaşın artık anlamsızlaşacağını düşünüyorum. Aynı zamanda, devletin zor gücünü sürdürmeye devam etse de toplumların ne söylediğini iktidarların dinlemek zorunda kalacağı bir sürece gireceğimize inanıyorum” sözlerine yer verdi. 
 
‘Demokratikleşmenin önündeki beka bahanesi ortadan kaldırıldı’
 
Türkiye’deki her mücadelenin önüne beka meselesinin konduğunu, Kürt sorununun varlığından kaynaklı olarak terörize edildiğini ve artık bu meselenin aradan çıkarıldığına işaret eden Çilem Küçükkeleş, “Peki, terörsüz bir Türkiye isteyenler şimdi toplumun demokratik taleplerine ne diyecekler? Hayır demelerinin hiçbir geçerliliği yok, çünkü bunu sadece bir bahane olarak kullanıyorlar.
Bu ülkedeki çatışmalı süreç, kazanılan her hakkı ve hukuku askıda tutan bir durumdu. Silahın varlığı, devletin her an her kazanımımıza el koyma gerekçesine dönüşebiliyordu ya da kadınlar açısından hakların geriye itilmesine neden olabiliyordu. Örneğin, İstanbul Sözleşmesi’nin bile bu durumla büyük bir bağlantısı vardır. Çünkü kadını eve hapseden, şiddete karşı savunmasız bırakan eşitsizlik düzeni, kendi varlık sebebini tam da burada görüyordu. 
 
Bu nedenle, tüm toplumsal mücadelelerin artık askıdan çıkıp hakikate, gerçekliğe ve kazanılmış haklara dönüşmesi açısından bu sürecin çok büyük katkılar sağlayacağını düşünüyorum. Elbette ki mesele hiçbir zaman beka değildi, bunu biliyorduk. Ama bu açıklama, tam da bu gerekçeyi ortadan kaldıracak bir adım niteliğinde. Ben öyle görüyorum ki toplumların talepleri artık çok daha legal bir zemine taşınacak” ifadelerini kullandı. 
 
‘Barış mücadelesi Alevilerin hayatının her anına sinmiş’
 
Alevilerin en büyük mücadelesinin barış olduğunu ve çatışmayı değil, birleşmeyi savunan bir toplum olarak aslan ile ceylanın kardeş olabileceğine inandıklarını dile getiren Çilem Küçükkeleş, “Aleviler, iyiliği çoğaltmaya çalışan ve iyilik çoğaldıkça insanlığın çok daha güzel bir yaşama kavuşacağını düşünen bir topluluktur.
 
Aslında, barış için en önemli toplumlardan biridir. Çünkü barışın olmadığı yerde, Aleviliğin de var olamayacağını biliyoruz. Bu yüzden barışı en güçlü şekilde isteyenlerden biri de Alevi toplumudur. Ancak bu talep, belki kamuoyuna çok fazla yansımıyor. Oysa hayatın her alanında ve her yerde sürekli dile getirilen bir istektir” diye belirtti. 
 
‘Devletler kavga etti, toplumlar öldü’
 
Hem Alevi hem de kadın olanlara ayrıca bir rol düştüğünü, ulus devletlerin kendini erkeklik üzerinden var ettiğini ve bu erkek düzenin uzun zamandır toplumlara büyük acılar yaşattığını belirten Çilem Küçükkeleş, “Şimdi, İsrail-Filistin savaşı bitti denildiğinde, mesela kaç insanın neden öldüğünü hiçbir devlet topluma açıklayamıyor. Ukrayna’daki savaş da öyle. Toplumlar kendi kendine durup çatışmadı; devletler kavga etti ve toplumlar öldü.Ölmeden önce bir şeyler yapmak, birlikte yaşamayı öğrenmek meselesi biz Aleviler için çok önemli ve kıymetli” dedi. 
 
‘Alevi kadınların deneyim aktarma sorumluluğu var’
 
Kaosun her zaman en çok kadını vurduğunu, bu kaosa son verme, eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütme konusunda Alevi kadınlara büyük görevler düştüğünü ifade eden Çilem Küçükkeleş şu şekilde konuştu: “Her topluluk barışmayı bilmez ya da her topluluğun barışı eşit kurma konusunda deneyimi olmaz ama Alevilerin bu konuda çok büyük bir deneyimi var. Barışın nasıl kurulacağını, nasıl olması gerektiğini ve gerçek, hakikatli bir barışın nasıl inşa edileceğini Alevi toplumunda kadınlar çok iyi bilir.
Şimdi belki de o deneyimi paylaşma, yayma ve çoğaltma zamanı. Doğal olarak Alevi kadınlara hem bu konuda görev düşüyor hem de sahip oldukları bilgiyi paylaşmak açısından bu bir sorumluluğa dönüşüyor. ‘Niye böyle bir mücadele içindesiniz?’ diyenlere ise, ‘Başka hiçbir şansım yoktu, çünkü kadınım, Kürdüm, Aleviyim, Kızılbaşım ve doğal olarak da bu devletin en çok reddettiği, hiçbir yerde buluşamayan biriyim’ cevabını veriyorum.
En çok reddedilenin, ‘Ben buradayım’ demesi gerektiği bir döneme geldiğimizi düşünüyorum. Barışın kıymetini bilen bir topluluğun, bu kıymeti tüm toplumlara aktarmak gibi bir sorumluluğu olduğuna inanıyorum.”