Çağa meydan okuyan bir direniş sembolü: Nagihan Akarsel

  • 09:16 4 Ekim 2024
  • Portre
 
Dilan Babat 
 
HABER MERKEZİ - Birbirinin üzerine basarak ilerlemenin bir ‘var olma’ felsefesi olarak benimsendiği çağa meydan okuyan Nagihan Akarsel’i anlatan Jineoloji Akademisi üyesi Haskar Kırmızıgül, “Hazır reçetelere yazılmış özellikler aramıyordu kadınlarda. Onların yapamadıklarıyla değil yapabilecekleriyle, zayıf değil güçlü yanlarıyla ilgileniyordu” diyor.  
 
“… Ve en çok sevdiklerimizle oluşturduğumuz anlam bağı üzerinden büyütüyoruz birbirimizi. Özlem içimizde boşluk değil, anlam bıraksın diye direniyoruz ısrarla. Aslında son iki yıldır bunu daha derinden hissettiğimi belirtmek istiyorum. Yoldaşlık İlişkilerimiz bizim güç kaynağımız. Bu konuda özlem, sevgi, kaygı ve benzeri birçok duyguyu bir arada yaşamak ve bir kavuşamama hali de olabiliyor” diyor Nagihan Akarsel…
 
Kurdistan’dan Rojava’ya Avrupa’dan Dünya’ya hem yazılarıyla hem karakteriyle bir bir kadınlara dokundu. Tanıyanların kendilerini şanslı hissettiği, tanımayanların ise yazılarıyla birebir tanımış olduğu Nagihan’ın yaşama olan isyanı aslında kadınların dillendirmediği tüm isyanların ismiydi. Özlem duyduğumuz yaşama ulaşmanın haline gelen Nagihan aslında ilişkilerin bütünselliği ve yaşamın tarifini özetliyordu. Peki, kimdi Nagihan Akarsel? Kadınların yaşamına nasıl bu kadar dokunabildi? 
 
‘Hep kavgaydı yaşamım’ sözünü esas aldı 
 
Sakine Cansız’ın “Hep kavgaydı yaşamım” sözünü kendi yaşamı içinde benimseyen Nagihan, 24 Haziran 1977’de Konya’nın Cihanbeyli ilçesine bağlı Gölyazı köyünde doğar. Köydeki erkeklerin Avrupa’ya gidip çalışmasından kaynaklı sadece kadınların ve çocukların olduğu köyde Nagihan, kadın bilinciyle küçük yaşta tanışır. Abisinin okula başlamasıyla kendisinin de ısrarı sonucu erken yaşta okula başlar. Yaşamında “ısrarcı, kavgacı ama bir o kadar da bilinçli” olarak tanınan Nagihan, okuldan çıktıktan sonra eve gelip ekmek, peynir alarak kadınların toplandığı alanlara giderek, kadınların sorunlarına, neden yalnız bırakıldıklarına dair onları bilinçlendirir. Lise son sınıfa kadar Gölyazı’da okuyan Nagihan, abisinin Konya’ya gitmesinden kaynaklı Konya’ya geçerek burada üniversite sınavına hazırlanır.
 
Kendine ve yaşamına olan inancı 
 
1993 yılında girdiği sınavda iyi bir puan alan Nagihan, Ankara Gazi Üniversitesi gazetecilik bölümünü tercih eder. Çocukluğundan bu yana hakikat arayışı olan Nagihan, bir yıl sonra 1994 yılında Avrupa’ya giden babasını kaybeder… Henüz 10 yaşındayken ayrıldığı babasıyla iletişimini hiç koparmayan Nagihan, bu acıyı da kendi içinde yaşamayı tercih eder. Yeniden Ankara’ya giden Nagihan 1997’de 6 arkadaşı ile birlikte kadın özgürlük mücadelesini sürdürür. Bundan ise ailesine hiç söz etmez, yalnızca kardeşine, “Bana bir şey olursa evin sorumluluğu sendedir. Herkesi çok kolay etkiliyorum ama seni etkileyemiyorum” der. Ailesi ise Nagihan’ın güçlü duruşuyla her sorunun üstesinde gelebileceği inancı ile teselli bulur.
 
 Cezaevinden gazeteciliğe…
 
Türkiye’ye yeniden geldikten sonra 2001 yılında Ankara’da gözaltına alınır. 14 gün boyunca gözaltında kalan Nagihan, Ankara Ulucanlar Cezaevi’ne gönderilir. Pratik zekası, insanları anlama şekli ile herkesi kendisine hayran bırakan Nagihan, bu süreçte aynı cezaevinde kaldığı Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle, Selim Sadak gibi siyasetçilerle tanışır. Nagihan, görülen 2 duruşmanın ardından Amasya Cezaevi’ne gönderilir ve 5 yıl sonra tahliye edilir. Nagihan cezaevinde derinleştirdiği okuma ve yazma yönünü dışarı çıktığında da sürdürür. Önce bitiremediği üniversitesini tamamlamaya karar verir. Bir yılın ardından okulunu bitiren Nagihan, Hacettepe Üniversitesi’nde akademik çalışmalar yapar. Bununla da yetinmeyen Nagihan, 2008 yılında Dicle Haber Ajansı’nda (DİHA) gazeteciliğe adım atar.
 
Beni bu yoğun düşünce öldürecek…
 
Gazeteciliğe Ankara’da başlayan Nagihan, nerede ihtiyaç varsa oraya koşturur. Ancak bu koşturmaca içerisinde dahi yaşamında okumayı, anlamayı, anlamlandırmayı eksik etmez. Mütevaziliği, insanlara yaklaşımı ile herkesi “özel” hissettiren, kimseyi kırmamaya çalışan ve büyük bir disiplinle işine sarılan Nagihan, her hareketiyle bu sisteme tepki gösterir. Nagihan’ın en belirgin özelliği ise kendisiyle sorununu paylaşan arkadaşının, çözüm gücü olarak kendini görmesinde yol gösterici olmasıdır. Hakikat arayışından hiçbir zaman vazgeçmeyen Nagihan, “Ben çok genç yaşta öleceğim, çünkü beni bu yoğun düşünce öldürecek” diyerek, sistemin kadınlara dayattığı normlara karşı yoğunlaşmasına dikkat çeker.
 
 Yazılmamış tek bir kadın hikayesinin peşine düştü 
 
2013’te kadın çalışmalarına yoğunlaşmak için DİHA’dan ayrılan Nagihan, 2014-2015 süreçlerinde Rojava’ya yüzünü çevirir. Hayatın tüm alanlarında açığa çıkmamış kadın hikayeleri arayışında olan Nagihan, “Orta Doğu kadın ülkesi. Bize dayatılanların yanında bir de bu toprakların altında binlerce kadın var” diyerek, bilinmeyeni, görünmeyeni gösterir. Rojava’da kadın hikayelerine yoğunlaşan Nagihan, ayrıca Rojava Üniversitesi Jineoloji bölümünde akademisyen olarak görev alır. Türkiye’de İmralı görüşmelerinin hükümet tarafından sonlandırıldığı sürecin ardından hakkında çıkan arama kararı nedeniyle Türkiye’ye gelemez. DAİŞ’in kadınlar üzerindeki karanlığına karşı kadın direnişine tanıklık etmek isteyen ve DAİŞ’in elinden kurtarılan kadınların hikayelerini bütün dünyaya duyurmak isteyen Nagihan, yüzünü Şengal’e ve Êzidî kadınlara çevirir. Kurtarılan bütün kadınlarla görüşmeye çalışan Nagihan, “Yazılamamış tek bir kadının hikayesi kalmayacak” diyerek, kadınların sesine ses olma sorumluluğunu üstlenir.
 
 Kütüphane hayali
 
Sonrasında Şengal’den çıkan Nagihan, Güney Kurdistan’ın Silêmanî (Süleymaniye) kentine giderek, orada Özgür Gündem gazetesine yazılar yazmaya başlar. Nagihan’ın çalışması sadece gazeteye yazmak değildir, aynı zamanda Jineolojî araştırmalarında yer alır. “Büyük bir kadın köyü” hayali olan Nagihan hem bunun hem de Orta Doğu’nun en büyük kadın kütüphanesi için çalışmalara başlar. Her yerden kitap ister bu amaçla. Bu kütüphanenin, Kürt kadın tarihine büyük bir ışık tutacağının inancını taşır.
 
Kütüphane hayali gerçekleşti
 
Nagihan’ın kütüphane hayalini, kadınlar gerçekleştirir. Sîlemanî’de açılan kütüphanede, Kürt Kadınları Kütüphane, Arşiv ve Araştırma Merkezi, Mezopotamya ve Kurdistan tarihinde kadınların yer alma biçimleri, kadın bakış açısıyla yeniden değerlendirmek ve ele almak ihtiyacıyla yaşam bulmasının önünü açar.  Kütüphane, Kurdistanlı ve Orta Doğulu kadınlara dair oluşturulan algının, haklarında yazılan belge ve kitapların büyük oranda oryantalist bakışın eseri olmasına karşın kendilerini dilleriyle anlatır. Tarihi çalışma, dünyanın farklı yerlerinde kadınların deneyimleri, kütüphaneleri, arşivleri, araştırma ve hafıza merkezleri kadınların yok sayılmasına karşı öz savunma mekanizması olarak öne çıkıyor. Kütüphane, Kurdistanlı kadınların etnik ve dilsel çeşitliliğini esas alarak, kendi tarihlerini araştırma, belgeleme, arşivleme ve aktarmaya dönük çalışmalar yürütecek, tarihini anadiliyle anlatacak, “Kadın Özgürlükçü, Ekolojik, Demokratik” paradigma ekseninde kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesine önemli katkılar sunacak. 
 
Üç ayak üzerinden şekillenecek 
 
Üç ayak üzerinden şekillenecek olan Kütüphane, kadının çok yönlü yaşam gerçekliğini ortaya çıkarmaya; kadını yok sayan, öteleyen zihniyete karşın özgür kadın kimliğinin dayanaklarını bilince çıkarmaya dönük çalışmaların gelişeceği dinamik, canlı bilimsel temellere dayanan bir eğitim ve araştırma merkezi olacak. Kadınların yaşamlarını, hayallerini, sorunlarını tartışacakları bir buluşma alanı oluşturulacak. 
 
Nagihan Akarsel ile bir dönem çalışan Haskar Kırmızgül, Nagihan’ın katledilişinin ikinci yılında sorularımızı yanıtladı.  
 
Naifiyle örtüşen yumuşacık ses tonu…
 
Nagihan’ı görmeden önce yaptığı haberlerin kalitesinin her zaman dikkatini çektiğini belirten Haskar, “Haberciliği esasında propaganda değil belge, bilgi, veriye dayalıydı. Propagandaya ve ezber yüklü haberlerin ve yayınların ötesinde hakikati yalın, karşı konulmaz bir biçimde ortaya koyan tarzından etkilenmiştim. Görüştüğümde kendine güvenini ki bunu sonuna kadar hak ediyor, gizleyen, mütevazi hatta biraz şaşkın yaşayan bir Nagehan buldum karşımda. Bunun özgüvensizlik değil bulunduğu mekanın büyüsüne ve kutsallığına kapılmanın sarhoşluğu olduğunu ise onu tanıdıkça anladım. Kısa bir tanışma idi, bir selamlaşma. Ancak asıl yakınlaşmamız 2015’te jineolojî çalışmalarına başladığında oldu. Kısa bir ziyarete gitmiştim onları. Yeni bir işe başlamanın heyecanı, jineolojînin atacağı adımlar,  olasılıklar, imkanlar, istemler hepsi ayrı bir heyecan yaratıyordu. Bu başlangıç adımlarını atarken müthiş heyecanlıydı. Bulundukları mekanda işleri kolaylaştıran bir sobaya kavuşmalarından, okuduğu bir kitabın sonuçlarını paylaşmaya, jineolojînin rotasını çizen tartışmaları yürütmeye kadar kendini sürekli yenileyen bir enerjisi ve coşkusu vardı. Bu insanın yüzüne çarpan bir coşku değil yavaşça içine girip kendine yer bulan bir coşkuydu. Sanırım bu onun mütevaziliğiyle ilgiliydi. Bulunduğu ortamda görünür değildi, öyle naifti ki bu inceliğiyle çok kırılacağını düşünmüştüm. Naifliğiyle örtüşen yumuşacık bir ses tonu vardı. Buyuran değil sizi çağıran bir ses tonu. Ki ses tonu gerçekten iletişimde etkili bir şey sanırım. Ne yalan söyleyeyim böyle mütevazi ve naif azcık da şaşkın-yanlış anlasam da bir arkadaşın o koşullarda epey zorlanacağını düşünmüştüm” sözleriyle Nagihan’a dair düşüncelerini dile getiriyor.    
 
‘Nagihan kendini sorguladığın bir aynaydı’
 
“Nagihan ince bir akıştı” diyen Haskar, Jineoloji çalışmalarında Nagihan ile ayrı mekanlarda olsalar bile paylaşımlarının olduğunu aktardı. Kısa bir süre çalışmalarına rağmen bu durumu, “Onunla yıllarca kaldım, çalıştım” diyerek anlatan Haskar şöyle devam ediyor: “Zira zamanın uzunluğu değil yoğunluğu ve paylaşımların derinliği belirliyor toplumsal ilişkileri, yoldaşlıkları. Yürekte ne kadar yer ettiği. Bazı insanlarla onlarca yıl kalıyor ama ruhlarını göremiyorsunuz. Ama Nagihan, senin de kendini gördüğün, sorguladığın bir aynaydı.  Gelelim başlangıçta gördüğüm o naif kadın hakkındaki yanılgılarıma. Hiç de düşündüğüm gibi zorlanmadı yaşamda. Hemen bir aidiyet duygusu gelişmişti. Bilincin ve anlam gücünün insanın her türlü zorluğa ve fiziksel değişime uyum sağlamada en büyük dayanağı olduğunu Onun katılımını, davranışlarını gördükçe anladım.”
 
Kimsenin göremediğini görürdü…
 
Haskar, sözlerine şöyle sürdürüyor: “Sadece uyum sağlamak adına gerçekte olmadığı olmayacağı bir biçimde davranmak istemiyordu. Öyle olması gerektiği için değil, öyle hissettiği, inandığı ve istediği için yapıyordu. Bulunduğu ana ve mekana aidiyetini de hissettiriyordu. Dışa yansımasını da zerre kadar umursamıyordu. Gündelik yaşamda alışkanlıklar, gereklilikler onun katılımını belirlemiyordu. Hayalleri, heyecanı, bilinci ve anlam gücü rotasını belirliyordu. Bahçeye ektikleri bir ağacın çiçeklenmesi müthiş sevindirici bir haber olabilirdi mesela onun için. Ya da yaptığı bir araştırmanın sonuçlarını yaşamda görmesi. 
 
Eğitim vermek için gittiği bir toplulukta bir genç kadının keskin zekasını saatlerce anlatırdı. Öyle ki hani onu bulsak getirsek on kaplan gücüne ulaşabilirdik. Yani bakmıyordu görüyordu. Duymuyordu sadece, anlıyordu. Dokunmuyordu, hissediyordu. Herkese, her şeye yaklaşırken sevecendi. Dokunduğu, baktığı, konuştuğu her şeyle ve herkese karşı öylesine özenliydi ki. Sizinle öyle içten, samimi konuşur ve sizde gördüğünü öyle güzel cümlelere döker, öyle umutlu cümleler kurardı ki ‘başınız göğe erdi’ sanırdınız. Bunu sizi mutlu etmek ya da hoş görünmek için yapmazdı. Sizde kimsenin görmediğini, devrime katkı sunabilecek yetenekleri görürdü. Kimin nerede yararlı olabileceğini, potansiyelini nasıl açığa çıkarabileceğine kafa yorardı. Birbirinin üzerine basarak ilerlemenin bir var olma felsefesi olarak benimsendiği çağa meydan okuyordu. Hazır reçetelere yazılmış özellikler aramıyordu kadınlarda. Onların yapamadıklarıyla değil yapabilecekleriyle, zayıf değil güçlü yanlarıyla ilgileniyordu. İşte bu yüzden onunla çalışmak bir zevkti. 
 
Akan yol…
 
Nagihan kadın hareketinin uzun ve meşakkatli tarihi ve tecrübesinin biricikliğini, muhteşemliğini, gücünü ve anlamını bir an bile aklından çıkarmadı. Yaşamını bunu tanımlamaya adadı. Geçmişi öğrenirken günün değerini de bildi. Geleceği düşünürken planlarının, tasarladıklarının, hayallerinin gerçekleşebilir olması değil devrimi anda görmesi en büyük motivasyonuydu. Hayal kurardı. Ama hayallerinin dizginleri onun elindeydi. Anda gerçekleşen devrimin hazzını böylesine derinlikli duyumsayan az insan tanıdım. Hayalcilik demeyelim o zaman. Büyük düşünmekle ilgili bir şey. Bu özelliği bulaşıcıydı öğreticiydi. Bazı insanların değerini onları kaybettiğinizde anlarsınız. Nagihan için asla böyle bir cümle kurmam. O’nu tanımak benim için büyük şanstı. Sorguladığım içinden çıkamadığım, isyan ettiğim her çelişkinin, öfkelendiğim her gerçeğin karşısında bir pusula gibiydi. Üstelik bunları benimle bir kez bile konuşmadan, öğüt ya da tavsiye vermeden yaptı. Kendinden doğru bana akacak bir yol bularak…”
 
‘Şengal’i nasıl kendi yurdu bellediyse Başur’u da vatan saydı’
 
Nagihan ve benzer biçimde katledilen tüm kadınların ortak özelliğinin “kadın devriminin inşacısı olmayı başarmaları” olduğunu dile getiren Haskar, Nagihan’ın Rojava’da devrimin tanığı ve inşacısı olduğunu belirtiyor. Haskar, “Ama Güney Kürdistan farklı. Kadın mücadelesinin araçları ve yöntemleriyle rutin bir geleneğe dönüşen, dar çevrelerle sınırlanan toplumun temel sorunlarını görmeyen, erkek egemenlikli sistemle derin çatışmalara girmekten ziyade yüzeyde çatışan, toplumsallaşmayan elit haline bir müdahaleydi, Güney Kürdistan’da yürüttüğü çalışmalar. Nagihan gönüllü gitti Güney Kurdistan’a. Orada jineolojînin gelişmesi gerekiyorsa orada olmalıydı. Böylesine netti. Gittiğinde koşulların elverişsizliğinden, imkan ve olanakların sınırlayıcılığından bir kez olsun bahsettiğini hatırlamıyorum. Her zamanki gibi bakmadı gördü. Sade ve anlaşılır olmaktan, yalın olmaktan, şeffaf olmaktan başka bir şey yapmadı. Bir çalışma alanı olarak bakmadı oraya. Rojava’yı, Şengal’i nasıl kendi yurdu bellediyse Başur’u da vatan saydı. Gezdi, dilini öğrendi, geleneklerini sevdi, ekmeğini suyunu, toprağını sevdi. Bütünleştikçe de kadınlarla arasında güçlü bir bağ kurdu” diyerek Nagihan’ın Güney’deki çalışmalarından söz ediyor. 
 
‘Umudu tüketmek istediler’
 
Sema Yüce’nin “kendisi basit düşleri büyük insanın mucizesi” sözüyle Nagihan’ın Güney Kurdistan’da yaptığı çalışmaların önemini vurgulayan Haskar, “Kısa sürede jineolojîyi ve Kürt kadın hareketinin özünü kadınlara anlattı, anlattıkları heyecan uyandırdı. Başure Kurdistan halkıyla ile özgürlük hareketinin ilişkisine yeni bir biçim kazandırdı. Bu ne hareketi orada misafir gören, ne de istenmeyen bir güç olanların hoşuna gideceği bir şey değildi. Hele de bu yabancılaşmayı özgürlük hareketini Başur’da daraltmak imha etmek isteyen AKP ve burada beslediği hain ve katiller için Nagihan hesapta olmayan biriydi. O’nu katletmelerinin sebebi bundan başka ne olabilir. Bizi en acıyacağımız yerden vurarak umudu tüketmek istediler” ifadelerini kullanıyor. 
 
Başaramazlar…
 
Nagihan’ın sadece kütüphane hayalinin olmadığını binlerce hayalinin olduğuna işaret eden Haskar son olarak şöyle diyor: “Tek bir günlüğüne gittiği yerde bile ‘şöyle yapsaydık, şu olsaydı ne harika olurdu’ diyen bir insandı. Elinde hep ‘yapılması gerekenler’ listesiyle dolaşırdı. O koşulların olgunlaşmasını beklemezdi. Koşulları oluşturacak anı yakaladığında hayallerinin dizginlerini tutar ve yol alırdı. Yapmak istediği o kadar farklı şey vardı ki. Fikir, yenilik, yöntem Nagihan’da hiç tükenmez bir su kaynağı gibiydi. O yüzden hızla harekete geçerdi. Kütüphane fikri de böyle oluştu. Başur’daki sanat, edebiyat alanındaki birikimi gördükçe, kadınların hikayelerini dinledikçe bu değerleri kalıcılaştırmanın bir yolunu aradı. Demem o ki Nagihan’ın tüm kaygısı kadınların hafızasını ve yarattığı değerleri kalıcılaştırmaktı. Bunu ne biçimde, nerede, nasıl yapacağı ise bir teferruat. Bence bu Güney Kurdistan’da birlikte çalıştığı arkadaşları ve yoldaşları için sadece ahde vefa değil. Nagihan’da bulaşıcı ve öğretici olan yaratma potansiyeliyle ilgili. Anlama ve tanımlama gücünün Güney Kürdistan’daki kadınların mücadelesine nüfuz ettiğinin bir göstergesi. Tam da bu nedenle katiller başaramadı. Başaramazlar…”