Ayla Akat Ata: Bu çağrı bir başlangıçtır

  • 09:51 5 Mart 2025
  • Güncel
 
Pelşin Çetinkaya-Şehriban Aslan 
 
AMED - Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını değerlendiren TJA aktivisti Ayla Akat Ata, yapılan tarihi çağrı ile değişim ve dönüşüm sürecine girildiğini belirterek, “Bu çağrı, bir başlangıçtır” dedi. 
 
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) İmralı Heyeti, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile 27 Şubat’ta İmralı Cezaevi’nde 3'üncü kez görüştü. 3'üncü görüşmede Ahmet Türk, Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Tülay Hatimoğulları, Tuncer Bakırhan, Cengiz Çiçek ve Faik Özgür Erol yer aldı. Yine tutsaklar Ömer Hayri Konar, Hamili Yıldırım ve Veysi Aktaş da görüşmede yer aldı. Görüşmenin ardından heyet İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısını açıkladı. Yapılan çağrı Kurdistan, Türkiye, Orta Doğu ve dünyada büyük bir yankı uyandırırken neredeyse dünyanın her yerinden çağrıya destek verildi.
 
2011 yılında İmralı’ya giden iki kişiden biri olan Tevgera Jınen Azad (TJA) aktivisti Ayla Akat Ata, çağrının yapıldığı günü anlatarak bundan sonraki süreçte neler yapılması gerektiğine dair JINNEWS’e konuştu. 
 
“Hepimiz toplumun öncüleri olarak o kapıdan çıktıktan sonra sürecin örgütleyicisi olmak gibi bir sorumluluk altındayız.”
 
*Son birkaç aydır önemli gelişmeler yaşanıyor. Bu sürece nasıl gelindi? Özellikle Türkiye’yi bu sürece ne getirdi ve siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? 
 
Öncelikle Türkiye’nin 2013 ve 2015 yılının üzerinden geçen 10 yıllık bir zaman dilimi var. 10 yılı tamamlayan 1 Ekim 2024 açıklaması oldu. Daha doğrusu Sayın Bahçeli’nin hem eylemi hem de açıklaması oldu. Hem DEM grubuna gidip el sıkışması hem de ardından yıllardır bizlerin söylemiş olduğu, ‘kendi iç huzurunu sağlayamayan dünya ve bölge barışını konuşamaz’ gibi bir söylemde bulundu. Bunlar önemli söylemler. Tabi hemen arkasından aile tarafından bir İmralı Ada görüşmesi oldu. Ömer Öcalan’ın ilk defa yapmış olduğu bir görüşmeydi. 2015 yılından bu yana belki de yapılan en sağlıklı görüşmeydi diyebiliriz. Çünkü daha önce kardeşi Mehmet Öcalan ile bir görüşmesi olmuştu ve yine aile yapılan kısa telefon görüşmeleri ile seçim dönemine denk gelen avukat görüşmeleri oldu. Fakat bizlerin tecride karşı adalet girişimi başlattığımız süreçte 43 aylık kesintisiz bir tecrit uygulaması vardı. Sayın Bahçeli’nin açıklaması bunu kıran bir açıklama oldu. Sonrasında Ömer beyin ziyareti ve ifade edilen gerçeklik. Topluma 27 Şubat’ta yapılan açıklamayı içeriğini düşündüren bu konuda değerlendirme yapmayı zorunlu kılan tartıştıran beyan Ömer beyin ziyaretinin hemen arkasından gelen beyandı.
 
Görüş ve öneriler alındı
 
Bugüne kadar var olan çatışma ve şiddet zemininden hukuk ve siyaset zeminine çekecek teorik ve pratik güce sahip olmak; bu konuda bir irade ortaya koymak hem Türkiye kamuoyunu hem de Kürdistan gerçekliğini bir bütün dünya genelinde tartışılan bir değerlendirme oldu. Bu açıdan 1 Ekim’den bugüne olan sürecin köşe taşları olarak belirleyebiliriz. Arkasından heyetimiz iki kez daha ziyarete gitti. 3’üncü ziyaret daha geniş bir bileşenle yapıldı ve beraberinde bu açıklama geldi. Açıklama öncesinde Sayın Öcalan şöyle bir yöntem belirledi; tüm siyasi partilerin heyet tarafından ziyareti, aynı zamanda Federe Kürdistan Bölgesi’ne gidilerek oradaki siyasi partilerle görüşmeler… Hala cezaevinde tutulan toplumun belli isimleriyle görüşmeler gerçekleştirildi. Türkiye toplumuna söz söyleyebilecek, bugüne kadar söylenmemiş sözün sahibi olabilecek herkesten görüş ve öneri alındı. Tabi en önemlisi de parlamento çatısı altındaki siyasi partilerin neredeyse olumlu görüş bildirmesi ve İYİ Parti dışında sürece destek sunacaklarını belirttiler. Herhangi bir öznel gerçekliğin öncelenmemesi gerektiği, çok genel bir sorundan bahsedildiği ve bu barışa Türkiye toplumunun ihtiyacı olduğu etkisiyle hareket ettiler. Yapılan açıklamalar çok önemli. 
 
Son 3 ayda hızlandırılmış programa tabi tutuldu
 
27 Şubat’a böyle bir ortamda girildi. Ortam çok duygusaldı. Yılların beklentisi, yaşanmışlığı, gerçekliği, kayıplar, kazanımlar yani her şey bir film şeridi gibi insanların gözünün önünden geçti. Sayın Ahmet Türk metnin Kürtçesini okudu. Bu da insanlar üzerinde duygusal bir etki yarattı. Tabi duygusallık o salonla sınırlı kalmalıydı, çünkü biz hepimiz toplumun öncüleri olarak o kapıdan çıktıktan sonra sürecin örgütleyicisi olmak gibi bir sorumluluk altındayız. Türkiye tablosuna baktığımızda bunun için bize güçlü bir zemin sunulmuyor. Yani neredeyse çözümün tartışıldığı, barış denildiği günden bugüne kadar Türkiye’de son 10 yıldır var olan yoğun gözaltı ve tutuklamalar, tüm kesimlerin terörize edilmesi gerçekliği son 3 ayda hızlandırılmış bir programa tabi tutuldu. Türkiye’de seçim gündemden düşmüyor. Son 3 ayda yine bu tartışıldı, ana muhalefet partisi kendi adayını belirleme süreci içerisine girdi. Doğal olarak 2013-2015 süreci insanın aklına geliyor. Ki bu süreçte seçim bir bariyerdi ve bu bariyeri aşmak ne yazık ki mümkün olmadı ve dünya çatışma çözüm süreçleri bize seçimlerin aşılmadığı örneklerini sunuyor. Seçim barajlarının aşılamadığı baraj derken de seçim barajı değil çatışma ve çözümün önündeki barajın aşılamadığını söylüyorum. Bizimki de bu örneklerden biri oldu. Doğal olarak son 3 ayda hızlandırılmış bir gerçeklik içerisinde seçim gündemini de tartışır olduk.
 
“Tüm farklılar tüm ötekileştirilenler birbiriyle barışma ihtiyacı içerisinde. Düşünelim dünya örnekleri bize şunu söyler; siyasi iktidar yani siyaset çevresi, demokratik siyaset alanı ve belki bu sürecin geçiş normu adaletini sağlayacak yargı dışında bugün medyası vardır, sivil toplumu vardır.”
 
*Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı, 27 Şubat’ta kamuoyu ile paylaşıldı. Çağrının siyasal sürece nasıl bir etkisi oldu?
 
Çağrının siyasal sürece olan etkisi zamana yayılacak. Bakın 2013-2015 sürecinde ya da öncesinde 2009 sürecinde böyle bir çağrı yapılmış olsaydı Türkiye’deki etkisi veya yansıması çok çok farklı olacaktı. Ya da 2005’te Sayın Erdoğan başbakan iken Diyarbakır’da bir açıklama yapmış, ‘Kürt sorunu benim sorunumdur’ demiş. O dönemin, diğer dönemlerin ve 2025, dönemin ruhu ve yaşanmışlığı aynı değil. Doğal olarak Türkiye siyasal gündeme beklenen etkiyi yaratarak düşmedi. Çünkü insanlar bugün Kürdün, Türkün barışından çok daha fazlasını konuşuyor. Sadece mevcut uygulamalar Türk ve Kürdü kutuplaştırmadı. Tüm farklılar tüm ötekileştirilenler birbiriyle barışma ihtiyacı içerisinde. Düşünelim dünya örnekleri bize şunu söyler; siyasi iktidar yani siyaset çevresi, demokratik siyaset alanı ve belki bu sürecin geçiş normu adaletini sağlayacak yargı dışında bugün medyası vardır, sivil toplumu vardır. Bugün medyanın da küstürüldüğünü, sivil toplumun da küstürüldüğünü görüyoruz. Doğal olarak bu çevrelerin de barışmaya ihtiyacı var. Süreç toplumsallaşma süreci iktidarın aynı zamanda bu çevreler ile de barışma ve gönül alma pratiğinin zorunlu olan bir döneme giriyoruz. Öyle ki bu sürecin toplumsallaşması için herkes üstlenmesi gereken sorumluluğu ortaya koyabilmelidir.
 
Metinde kendi kazanımlarımızı görüyoruz
 
Metnin tamamını okuduğumuzda kendi kazanımlarımızı görüyoruz. Türkiye toplumu nasıl karşılarsa karşılasın, ya da belli ağızlar nasıl tartışırsa tartışsın biz kendi kazanımlarımızı görüyoruz. Doğal olarak bizdeki yansıması o duygusallığı hemen üstümüzden atmamız ve sürecin örgütleyicisi, örgütleyerek de eylemcisi olmayı zorunlu kılan bir süreç. Ama Türkiye toplumunda, siyasetinde ki bu kullanılan dil ile de ilgilidir. Hala bir sopa gösterme gerçekliği var. Hala belli sınırlar içerisinde tartışmayı zorunlu kılma gibi bir gerçeklik var. AKP sözcüsünün yapmış olduğu açıklama, Binali Yıldırım’ın vatandaşlık, demokratik siyaset vurgusu, anadil vurgusu, onun üzerine Uçum’un yapmış olduğu değerlendirme, sonrasında MHP’den Fethi Sekin’in yapmış olduğu değerlendirme derken şunu gördük; evet, bir süreç başladı, bu süreci biz yöneteceğiz ama hem eylemde hem söylemde yöneteceğiz’ deniliyor. Fakat barış böyle bir şey değildir. Kürt sorununun çözümü meselesi hele hiç böyle bir şey değildir. Aksine toplumun tüm kesimlerini sorumluluk almaya çağıran, söz söylemeye davet eden, bu konuda emek harcamaya çağıran bir süreçten bahsediyoruz.  Eminim ki iktidar da bu dilinden, yapmış olduğu yanlışından dönmesi gerektiğini bir an önce fark edecek ve süreci farklı örgütleyecektir. Yoksa bir gün birini tehdit ederek, diğerini not ediyorum diyerek örgütlenecek bir süreç değildir.
 
“Şunu da bir yere not etmek lazım; 2013 ve 2015 bilgisi çok önemlidir. Aslında 1993’ten bugüne kadar gelişen her süreç ve bu sürecin sonlanması, sonlandıktan sonra yaşananlar bir bilgi birikimidir.”
 
*Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile görüşmek için 2013 yılında ilk kez giden isimlerden biriydiniz. Buradan baktığınızda Abdullah Öcalan’ın yapmak istediği değişimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
2013-2015 konsepti çok farklı bir konseptti. Çok ağır bir 2012 yılı geçirdik. 2012 yılı boyunca neredeyse her gün ülkenin dört bir tarafına cenazeler gidiyordu. Aynı zamanda 1 Ekim 2011 tarihinde Hakkâri sınırları içerisinde bir çatışma yaşanmıştı. Onun için Anayasa masasında bu devletin egemenlik hakkına kast etmektir ne demek bir eylem, ne demek bir alan tutmak gibi tartışmalar yürütülmüştü ve 2011 ile 2012 süreci çok ağır geçmişti. Akabinde cezaevlerine yansıdı. Cezaevinde anadilde savunma hakkı merkeze alınan ve yine Sayın Öcalan üzerindeki tecridin kırılması için ve özgürlüğünü hedef olarak koyan bir eylemsellik sürecine girildi. Toplumsallaşması o kadar hızlı gelişti ki halkımız bu talepler ekseninde cezaevleriyle bütünleşti. Doğal olarak 2012 yılında gelişen bir süreç bize 2013 yılının hemen başı itibarıyla yansıdı. O dönem adaya giden iki isimden biriyim. O dönemin koşullarında iki siyasetçinin adaya gitmesi çok önemliydi ve hayatiydi. Bir ilkti ve bir ilki gerçekleştiriyorduk. Bu yüzden 2013’ün gerçekliği kendi özgünlüğü içinde 2025’in gerçekliği de kendi özgünlüğü içerisinde değerlendirmek lazımdır. Bugün farklı olan Sayın Bahçeli’nin 1 Ekim’de bu sözleri söylemesi ve böyle bir süreci başlatmasıydı.
 
2013-2015 bilgisi ve birikimi çok önemlidir
 
Şunu da bir yere not etmek lazım; 2013 ve 2015 bilgisi çok önemlidir. Aslında 1993’ten bugüne kadar gelişen her süreç ve bu sürecin sonlanması, sonlandıktan sonra yaşananlar bir bilgi birikimidir. O süreçte siyasi iktidarların yaptıkları ki bu siyasi iktidarlarının yaptıkları neredeyse ki son 22 yılı AKP hükümetine aittir. Biz 50 yıllık bir süreçten yani yarım asırdan bahsediyorsak, asrın çağrısı olarak değerlendiriyorsak bunun çeyrek yüzyılında AKP iktidardaydı. Böyle bir gerçekle, bilgiyle, birikimle ve birçok kadrosu hala iş başındadır. Aynı şey Sayın Bahçeli için de geçerlidir ve neredeyse 1978’den bu yana bu süreci, gören, bilen üzerine değerlendirmeler yapan, muhalefetini yapan, yok sayan, dilini çok sert bir şekilde kullanan, ama bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda yapıcı bir dil kullanarak sürece katkı sunmaya çalışan bir siyasetçidir. Bunu görerek yaklaşmak lazım. 2013 ve 2015 deneyimiyle bize yapmamamız gereken ve yapılması gerekenleri gösteren çizgisiyle ön plandadır. 2025, küresel ölçekte de bölgesel ölçekte de ve aynı zamanda Türk-Kürt ilişkileri açısından da bize farklı bir şey söylüyor. Türkiye’deki tabloya baktığımızda herkesin biriyle barışmaya ihtiyacı var. O nedenle yük biraz daha ağırdır, yükü taşımak çok daha zordur. Bunu taşımanın da tek bir yolu vardır. Sayın Öcalan’ın çağrısında en anlamlı cümlelerinden birisi, ‘sorumluluğu alıyorum’ demesi. Bu sorumluluğu üstlenmesine vesile olan da liderlerin açıklamaları olduğunu belirtiyor. Şimdi bu sorumluluğu paylaşma zamanıdır. Bu sorumluluğu hep beraber çözüme taşımanın zamanıdır.
 
“Orta Doğu böyle bir mercek altında iken Orta Doğu’daki dinamikleri değiştirecek bir çağrının sahibi olan Sayın Öcalan’ın çağrısı dünya basını tarafından görüldü. Dünya devletleri ile dünya halkları tarafından görüldü. Bizi heyecanlandıran kısmı dünya halkları tarafından görülmesidir.”
 
*”Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının hemen ardından Kürdistan ve Türkiye başta olmak üzere dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Bu çözümsüzlük süreci Kürt insanını dünya insanı haline getirdi. Bugün Almanya’nın da bir Kürt sorunu var, Avrupa coğrafyasının da bir bütün sorunu var. Avustralya’da bir kıtanın da sorunu var. Sadece Türkiye sınırları içerisinde, Irak, İran ve Suriye sınırları içerisinde bir Kürt sorununun çözümsüzlüğü meselesi yok. Bir bütün bir dünya coğrafyasına artık mal olmuş bir halkın talepleri var. Bu taleplerin gerçekleşmesi noktasında da atılmış çok önemli bir çağrı var. Doğal olarak hem başta dünya egemenleri, diğer mazlum halklar, bizimle dost ve dayanışma içerisinde olan ama aynı zamanda bugüne kadar belki bize hiç ilgi göstermemiş yerlerde konuya dair açıklamalar yaptılar. Bu gösterilen duyarlılık çok önemlidir. Bir diğer boyutu da bölgesel gelişmeler. Yani son bir buçuk iki yıldır Orta Doğu coğrafyasındaki gelişmeler insanları Orta Doğu coğrafyasında bir bütün mercek altına almasını zorunlu kıldı. Tüm ulus devlet yapılarını, bu konuda söz söyleme ve yayılmacı politika içerisinde olan dünya egemenlerini Orta doğu coğrafyası üzerinde gelişen tüm gelişmelere, adımlara duyarlı kıldı. Atılan adımların birçoğunun altında örgütlemeleri de görebiliyoruz.
 
Bu tavra karşılık cevap olabilecek duruşu örgütlemek de bizim sorunumuzdur
 
2011 yılından bu yana Suriye’de devam eden bu süreç bir anda çözüldü. Bunun tabi ki bir geçmişi, arka planı var. Bunu da görerek ifade ediyorum. Doğal olarak Orta Doğu böyle bir mercek altında iken Orta Doğu’daki dinamikleri değiştirecek bir çağrının sahibi olan Sayın Öcalan’ın çağrısı dünya basını tarafından görüldü. Dünya devletleri ile dünya halkları tarafından görüldü. Bizi heyecanlandıran kısmı dünya halkları tarafından görülmesidir. Devletli sistem her zaman için bugün var olan sorunların kaynağı olarak gördüğümüz için bizi heyecanlandıran da dünya halklarının göstermiş olduğu dayanışmadır. Ama bugün itibarıyla değerlendirdiğimizde, eğer bu kadar derinden tartışılıyorsa demek ki en doğru karar alınmıştır. En doğru tavır sergilenmiştir. Bu tavra karşılık cevap olabilecek duruşu örgütlemek de bizim sorunumuzdur. 
 
“Böyle bir çağrının Orta Doğu’da neye karşılık geldiği gözlemlenebiliyor. Çağrı metnini okuduğumuzda hemen arkasından gelen cümleyi hem paragrafı değerlendirdiğimizde çok net bir değerlendirme var. Kimlikler, demokratik siyaset ve aynı zamanda örgütlenme özgürlüğü.”
 
*Çağrının içeriğinde bulunan kimi noktalar farklı kesimler tarafından farklı yerlere çekilmeye çalışıldı. Örneğin kültüralist, milliyetçi kavramları?  Bu noktada ne tür uyarılar yapmak istersiniz?
 
Metni bir bütün değerlendirmek en doğru olan. Metin, bir çözümleme ile başlıyor. Yani 20’nci yüzyıl çözümlemesi ile başlayan, devam eden ve mücadeleyi merkeze koyarak bugüne kadar var olan mücadelenin neleri öncelediği, ne kadarının gerçekleştirilebildiği, nelerin gelişen dünya, dönüşen toplumlar karşısında ne kadarının geride kaldığı, aşıldığını ortaya koyan ve çözümü ortaya koyan bir metin. Yani demokratik siyaset, kimlikler ve örgütlenme özgürlüğü derken bir de çözümü ortaya koyan bir metin aynı zamanda bu. Böyle bir bütün halinde değerlendirmek lazım metni. Tabii ki bu metinde insanlar istediklerini de bulacaklardır. İstemediklerini de göreceklerdir. Asıl sorun da tam burada. Acaba doğru görebiliyor muyuz? O kadar köreltti ki süreç bizi. Son 10 yıldır yaşananlar Türkiye toplumunu bir bütünen köreltti. O yüzden gözlerinin önündekini göremeyecek bir noktaya geldiler. Mevcut siyasette beklenen etkiyi yaratmamasının nedeni de budur Türkiye siyaseti açısından. Beklenen etkiyi yaratmamasının nedeni, insanlardaki bu tedirginlik, ikircikli ruh halinin nedeni de budur. Gözlerinin önündekini göremeyecek kadar köreltti bu süreç insanları.
 
‘Bu çağrı bir başlangıçtır’
 
Ama biraz evvelki soruyla bağlantı kurarsak; dünya bunu gördü. Çünkü böyle bir çağrının Orta Doğu’da neye karşılık geldiği gözlemlenebiliyor. Çağrı metnini okuduğumuzda hemen arkasından gelen cümleyi hem paragrafı değerlendirdiğimizde çok net bir değerlendirme var. Kimlikler, demokratik siyaset ve aynı zamanda örgütlenme özgürlüğü. Bunların sağlanabildiği bir ortamda herhangi bir olguyu tartışmanın önünde bir engel yoktur ki. Her şey tartışılabilir. Her şey konuşulabilir. Her şey anayasal düzende ele alınıp; halkların eşit, özgür, bir arada yaşamın önünü açabilecek bir toplumsal sözleşme inşa edilebilir. O nedenle bu bir inşa açıklamasıdır aynı zamanda. Bir başlangıçtır dedik. Bunu gerçekleştirebilmek de o metni anlayabilmekten geçiyor. Yoksa isteyen o metinden istediği cümleyi çıkarabilir, istediği kelimeyi alabilir ve istediği gibi yorumlayabilir. Ayrıca bu da gerçekleşti. Bir kısım insan ‘teslimiyet’ dedi. Bir kısım insan ‘kazanım’ dedi. Bir kısım insan ‘moral bozukluğu içerisinde’ süreci karşıladı. Bir kısım heyecan ve coşkuyla karşıladı. Şaşkınlık normal olandı. Çünkü gerçekten PKK'nin 15 Şubat'ın 26’ncı yılına dair 13 Şubat'ta yapmış olduğu bir açıklama vardı. O metni okuduğumuzda zaten değişim, dönüşüm zorunlu oldu. Aynı zamanda Türkiye toplumuna bir mesaj vardı. Aynı zamanda Kürt insanına bir mesaj vardı ve özelinde değişim ve dönüşümdü altı çizilen nokta. Değişim ve dönüşümü mümkün kılabilecek olan da atmosferin farklılaşmasıydı. Biz hep çatışma ve şiddet merkezli düşünmeye, yorum yapmaya, belki çözüm önerileri üretmeye alıştık. Peki barış? Bunların son bulduğu bir ortamda hangi sözün sahibi olacağız? Neyi örgütleyeceğiz ve eylemimiz neye yönelik olacak? Farklı olan bir şeyi yaşıyoruz. Farklı olan bir sürece girdik. Bunun dilini oluşturmak, bunun eylemini ortaya koymak tabii ki zor olacak, kolay olmayacak.
 
Kaybedeni olmayan bir süreç
 
İnsanları da anlıyoruz. İnsanların bana sorduğu sorular, oturup sohbet etmeyi, paylaşmayı zorunlu kılıyor. Biz de bunu yaptıkça oradan bir gönül birliği ile ayrılıyoruz. Yılların hasretinin somutlaştığı ve belki bugün daha büyük bedeller de ödeyebiliriz, ama barışın emekçisi olarak süreci tamamlamak. Ben halkımızın buna hazır olduğunu inanıyorum. Türkiye insanlarına da anlatıldıkça buna hazır olacağını düşünüyorum. Çünkü şu an medya bu sürecin içinde değil. Sivil toplum bu sürecin içinde değil. Yani siyasi iktidar dışında bu sürecin tarafı olup toplumsallaşmasına hizmet edebilecek çevreler bu sürecin içinde değil. Bunlar içine katıldıkça kafalarda da net bir gerçeklik belirecek. Barış süreçleri kaybedeni olmayan bir süreçtir. Kaybedeni yoksa kazananı da Türkiye toplumu bir bütün yapmak bizim elimizde. Bunun çabası, emeği içerisinde olacağız. Eleştiriler yersiz değildir. Eleştiriler anlamsız değildir ama hakikati ortaya koyarak gerçeklikle buluşmak ki hakikat farklı, gerçeklik farklıdır. Bunun için biraz emek harcamak lazım. Doğru düşünmek, doğru yorumlamak lazım. Biz de elimizden geldiğince o doğru düşünmeye, doğru düşünce tarzına ulaşmaya bilgimizi, birikimimizi metinle buluşturmaya çalışacağız.
 
‘Metin bizim için asıl rehberdir’
 
Metin bizim için rehberdir ve çok az dünya örneğinde vardır. Hem eleştiriyi hem öz eleştiriyi içinde barındıran, hem dününü ortaya koyup hem de yarına dair planlamasını ortaya koyan çok az örnek vardır. Biz bu örneğe sahibiz. Bulunduğumuz coğrafya dört parçaya bölünmüş bir coğrafya. Bu coğrafya içerisinde o metinde geçen federasyon gerçekliği var Güney'de. İran'da özentik gerçekliği var. Biz yıllarca o günü görüp demokratik özerklik diye örgütlemesini yaptık. İdari örgütlenme noktasında Türkiye'de bunu çok istediğimiz hâlde, emekçisi olduğumuz hâlde, şu an partimizin programında da olduğu halde Türkiye insanlarıyla bunu buluşturamadık. Türkiye siyasetiyle buluşturamadık bunu. Peki, ne ile buluşabiliriz? Eğer iddiamız ortak vatanda eşit, özgür birliktelikse demokratik ulusun en önemli emekçisi olacak dinamiği olarak görüyorsak, Türkiye'yi nasıl bu iddiamızla buluşturacağız? Bunun üzerine düşünmeye davet ediyor Sayın Öcalan bizi.
 
“3 bin 500'ün üstünde köy boşaltılmış, 17 bin faili meçhul denmiş. Sadece bunların bile akla geliyor olması ciddi bir travmayı hatırlatıyor insanlara. Kaldı ki bu süreç veya yaşanan her çözümsüzlük beraberinde bir örgütlülüğü de getirdi.”
 
*Sürecin çok büyük bir hassasiyet barındırdığı uyarısı yapılıyor, bu noktada neler söylemek istersiniz?
 
Hassasiyet dediğimizde ilk aklımıza gelen mesele Kürt sorunu olduğunda, devrede olan darbe mekaniği. Açıklamanın yapıldığı ilk andan itibaren de bu dile getirildi. Sürecin karşılığı olan birçok kesim var, birçok çevre var. Bunlar örgütlü çevreler, devletin derininde bulunan, derininde örgütlenen çevreler. 2013-15 süreci nasıl  akamete uğratılmasında bugün gizli değil, açık sözü olanlar varsa yine 2009'da Oslo süreci hala masaya yatırılıp bir hakikat tartışmasına muhtaçsa ya da 93 süreci böyle bir gerçekliği içinde barındırıyorsa ilk akla gelen tabii ki bir darbe mekaniğinin devrede olduğuydu. O yüzden bu konuda söz söyleyen de emekçisi olan da hem siyasi partiler olarak hem de toplumun diğer kesimleri olarak bu bilgiyle hareket etmek durumunda. Sonuçta biz yıllardır yaşamak ve yaşatmak için mücadele ettik. Bizim yaşamak ve yaşatmak anladığımız demokratik çözüm ve nihayetinde barıştı. Biz bunun için mücadele ettik. Ama biz ölürken, biz inkar edilirken, bize yaşam hakkı tanınmazken birileri yaşadı. Doğal olarak eğer süreç farklılaştı, değişti, dönüştü, bir çatışma ve şiddet zemininden bir demokratik siyaset ve hukuk zeminine evrildi dersek, o zaman biz yaşama ve yaşatma iddiamızla belli bir noktaya gelmiş olacağız ama birileri ölecek demektir. Doğal olarak biz yaşar ve yaşatırken ölecek kesim devrede olacak. Sözüyle devrede olacak, eylemiyle devrede olacak.
 
‘Örgütlenmeyi beraberinde getiren bir süreç yaşandı’
 
93 sürecinin nasıl sonlandığını hatırlamak lazım ve 93'ten 96'nın sonuna kadar yaşanan o karanlığı hatırlamak lazım. Bu kadar derin bir karanlık yaşadı bu ülke. Bu kadar ciddi bir deneyime sahip. Hassasiyetin asıl nedeni de 90'lı yılların yaşanan karanlığıdır esasında. Bunda asla yadsımamak lazım. Asla yok saymamak lazım. En doğru olandır, en olması gerekendir. Kaldı ki 3 bin 500'ün üstünde köy boşaltılmış, 17 bin faili meçhul denmiş. Sadece bunların bile akla geliyor olması ciddi bir travmayı hatırlatıyor insanlara. Kaldı ki bu süreç veya yaşanan her çözümsüzlük beraberinde bir örgütlülüğü de getirdi. Cezaevleri doldu taştı. Ailelerimiz örgütlendiler. İnsanlar yavrularını dağlarda yitirdi, örgütlenme beraberinde getirdi. Faili meçhuller örgütlenmeyi beraberinde getirdi. İnsanlar kaybedildi örgütlenme beraberinde getirildi, geldi. Dilimiz yok sayıldı. Biz dil kurumlarımızı oluşturduk. Kendi dilimizin varlığını savunduk. Bir varlık mücadelesi verildi. Ulusal basında kendimizi göremedik. Özgür basın gerçekliği Türkiye basın tarihi içerisine girdi. Göçler beraberinde göç derisi getirdi. Örgütlemesini de beraberinde getiren bir süreç yaşandı. Bunların hepsi bir bütün değerlendirmek lazım.
 
‘Türkiye toplumu yalanlarla yönetilmeye çalışıldı’
 
Doğal olarak bu kesimlerin hepsi bu sürece hassasiyetle yaklaşıyorlar. Çünkü arkada bir yaşanmışlık var. Aynı hassasiyeti Türkiye toplumunda da görüyoruz. Çünkü Türkiye toplumu açısından çok uzayan bir süreç. Türkiye insanına bu yalan söylendi. Bitti dendi, bitti, bitiyor, ayakkabı numaralarını biliyoruz’ dendi. Türkiye toplumu yalanlarla yönetilmeye çalışıldı. Doğal olarak bugün Türkiye insanı sürece hassas yaklaşıyor. Çünkü bitti dendiği yerde tekrardan başlayan, ‘yok ettik’ dedikleri yerde esasında varlığını en güçlü şekilde ortaya koyan bir örgüt gerçekliği var. Metinde de zaten bu çok net belirtilmiş. Varlığı hala devam eden bir örgüt olmasının altı özel özenle çizilmiş. Bunu buradan görmek, buradan anlamak lazım. Bu da beraberinde bir duygusallığı getiriyor. Yani o duygusallığın bir nedeni de budur. Yaşanmışlıklardır. Hassasiyetin de ikinci bir boyutu da budur. O duygusallıktır. Ama asıl olan nedir? Bu duygusallığın bir an önce aşılmasıdır. Aşılması için de birbirimizi anlamamız, dinlememiz, kulak vermemiz, dokunmamız gerekiyor. Bunu ivedilikle yapacağız. Partimiz de çok geniş toplantılar kararı aldı. Kadın hareketi de aynı şekilde bu toplantıların bir parçası olacak. Daha fazlasını yapacağız. Önümüz 8 Mart sonrası Newroz. Bunların hepsini halkımıza dokunmanın, Türkiye halkına dokunmanın bir gerekçesi haline getireceğiz. Doğal olarak o duygusallıkta bir an önce aşılacaktır.
 
Biraz evvel söyledik, bu hassasiyetin bir boyutu mevcut Türkiye tablosu. Yani kayyımların atandığı bir süreçten beri bahsediyoruz. Bugün Türkiye toplumuyla ortak örgütleneceğimiz bir süreçten bahsediyoruz. Türkün, Kürdün bir arada kurduğu her köprü yıkılmaya çalışılıyor. Doğal olarak bu tablo içerisinde yani sinema yapımcısından gazetecisine, gazetecisinden iş insanına kadar herkesin kriminalize edildiği bir süreçten bahsediyoruz. Bir hassasiyet gerekçesi de oluyor. Belki dördüncü olarak da dili ifade edebiliriz. Bakın süreç başladı. Siyasi iktidarın da ortağın da belli isimlerinin kullandığı dil doğru bir dil değil. Biz yıllardır bu süreçte zehirlemekten uzak durmak gerektiğini söylüyoruz. Dil zehirleyen bir dil aynı zamanda bir hassasiyet konusu olarak da bunu ifade edebiliriz.
 
*“Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından PKK ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Devletin bu noktada ne tür adımlar atması gerekiyor? Örneğin Meclis’in sorumluluk alması, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgür yaşam ve rahat çalışma koşulları gibi. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
 
‘Hükümet bir söz söyleme, tavır-tutum içerisinde olma ve gereğini yerine getirmek zorunda’
 
Şu an en ivedilikle atılması gereken adım yıllardır 2004-2005 ‘Öcalan siyasi irademdir’ diye imza toplayan, bunu ilgili merkezlere ulaştıran halk ki o ilk topladığımız imza sayısı 3 milyon 3 bin 743'dü. Daha sonra bu 7 milyonu aştı. Şu an bir halk sandığa gidip oyunu vererek bu irade beyanını ortaya koyuyor. Şimdi böyle bir noktada atılması gereken ilk adım, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olmalıdır. Bu, bizim talebimiz. Özgürlüğünün gerçekleşmesi, somutlaşması. Yıllardır bunun için mücadele ettik. Sağlığı ve güvenlik koşullarının da bununla beraber sağlanması gerekiyor. Sayın Öcalan bulunduğu mekanın ya da yine siyasi iktidar tarafından koşulları yaratılarak oluşturulacak bir mekanın aynı zamanda çözümün tartışıldığı mekan olmasını istiyor. O zaman hükümet bunu bir an önce yapmak zorunda. Sayın Bahçeli bir açıklama yaptı. Türkiye kamuoyu hiç hazır değilken yaptı bu açıklamayı. Ben o günlerde vermiş olduğum bir röportajda bir bomba etkisi yarattığını ifade etmiştim ama aynı zamanda da çok kıymetli bulduğumu ifade etmiştim. Ama bu açıklamanın gereğini yapma hükümete düşer. Hükümet bir söz söyleme, bir tavır-tutum içerisinde olma ve gereğini yerine getirmek zorunda.
 
‘Tecridin devam etmediği koşullarda süreci yönetmesi gerekiyor’
 
“Umut hakkı” dediğimiz mesele; Sayın Bahçeli’nin “gelsin Umut Hakkı’ndan yararlansın’ dediği zaman olan bir şey değil. “Umut Hakkı” ile ilgili düzenlemeler yapılması lazım. Türkiye Avrupa Birliği’ne yıllardır girmek isteyen bir ülke ama sözleşmenin tarafı. Sözleşmenin tarafı olarak uymak zorunda olduğu bir kısım hukuki düzenlemeler var. Bunlardan biri de bir insanın ömür boyu hapsedilemeyeceği gerçeği. Bu noktada AİHM Büyük Daire, Türkiye'ye kendi iç hukukunu buna göre düzenle diyor. Bir hukuk yaratılmadan bunun gerçekleşmesinin zemini yok ve bunu yapacak olan siyasi iktidarın kendisidir. Eğer bir ajanda oluşturulduysa bugün basına Abdülkadir Selvi'nin epey bir hazırlık olduğu, epey bir çalışma olduğu yönünde bir yazısı yansıdı. Bunlar kaçınılmaz olan zaten. Ama bu çalışmaların başında Sayın Öcalan'ın özgürlüğü geliyor. Sağlığı ve güvenliğinin sağlandığı koşullarda süreci yönetmesi gerekiyor. İşte bugün PKK lideri olarak PKK'nin kendisinden beklediği kongre toplandığında kongreyi yönetmesidir.
 
‘Bu süreçte sesini ve sözünü duymak istiyoruz’
 
Biz halk olarak, kendisini halk önderi olarak görüyoruz ve bu süreçte toplum olarak, tüm Kürdistan toplumu olarak bu süreçte kendisinin sesini duymak istiyoruz. Sözünü duymak istiyoruz. Bize yıllardır var olan emeği ile ortaya çıkan bilgisini sunmasını istiyoruz. Bu süreci yöneten olarak beklentimiz, ona yükleyebileceğimiz en ağır sorumluluk bu olmalı. Bu bilgiyi bizimle paylaşması olmalı. Gerisi örgütleyecek olan, emek harcayacak olan bizleriz. Bu sorumluluğu alacak olan bizleriz. O bir ajanda olduğunu ve bunun bir an önce hayata geçirilmesi gerektiği bir gerçekliktir. Ayrıca bu noktada Türkiye'nin bir bilgi birikimi var. 2013-15'i hatırlayalım. Bir çerçeve yasa çıktı. Çerçeve yasada hangi başlıklar altında çalışmalar yürütüleceği sanırım ikinci madde de çok net bir şekilde ifade edildi ki bunlardan en önemlisi bugün Sayın Öcalan’ın yaptığı çağrı ile birlikte değerlendireceğimiz silahsızlanmadır. Silahsızlanmanın bir hukukunun olması gerekiyor. Bunun hukuku ortaya çıkmalı. Ya da PKK'ye bir kongre gerçekleştirecekse bu kongre hangi koşullarda gerçekleşecek? Diyarbakır'da yaşıyoruz. Her gün uçakların kalktığı bir ortamdan bahsediyoruz. Güvenlik meselesi önemli bir mesele. Bugün bu süreci izleyen kesimler, bu süreçte rol almaya ne kadar hazırlar? Yani dünyada barış örgütü olarak kendini deklare etmiş Birleşmiş Milletler bu süreçte nasıl rol alabilir? O kongrenin en sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi için barış örgütlerine düşen büyük bir sorumluluk var.
 
Umut Hakkı
 
İnsan Hakları İzleme Örgütü, açıklamanın ardından kamuoyuna bir deklarasyonda bulundu ve dedi ki ‘Bu çağrı Türkiye'de barışın sağlanması için en önemli adımlardan biridir.’ Gerçekleşmesi çok önemlidir. Amacı barış, kuruluş felsefesi buna dayanan her çevrenin bu noktada bir emeğinin olması, bir sözünün, sesinin duyulması gerekiyor. O sorunu paylaşması gerekiyor. Silahsızlanma, çözüm süreçleri açısından başlı başına bir başlık olarak değerlendirilir. Bunun hukuku yaratılmadan bu mümkün değildir. Tıpkı Umut Hakkı’nda olduğu gibi. Sayın Bahçeli ilk gün bu açıklamayı yaptığında da ifade etmiştim; bir hukuk yaratılarak bunlar gerçekleştirilebilir. Bu da siyasi iktidarın bir görev olarak önünde duruyor.
 
Demokratik siyaset
 
2013-15 sürecinin bilgisi önemlidir. Bir bilgi de şuradan aktarayım; Sanırım 6-7-8 Ekim olayları başlamadan hemen öncesinde yerellere, valiliklere gönderilen 4 Ekim 2014 tarihli bir genelge var. Çözümün başta olabilecek, bir arada yaşamdan tutun işte silahsızlanmaya kadar. Her şeyin tartışılabileceği, her şeyin konuşulabileceği, toplumun bu konuda fikir sahibi olan tüm kesimlerinin sürece katılabileceği bir kısım masaların kurulması, o masalarda bunların tartışılması ön hedef olarak kurulmuştu. Yine devletin kamu güvenliği müsteşarlığı adı altında Kürt sorununun çözümünü kendisine amaç edinmiş bir yapılanması vardı. Ve bunu da açığa çıkart çıkarmış olduğu bir bilgi birikim var. Amaç, bu bilgi birikimi mutlaka halkların hizmetine sunmaktır. Türkiye halkının hizmetine sunmaktır. Çözüm sürecinin bir nüvesi haline getirebilmektir. Kürt halkının talepleri var. Yıllardır gerçekleşmesini beklediği talepleri var. Bunlar tekrar tekrar sayılmayacak. Çünkü dediğim gibi çatışma ve şiddet sürecinin dili ile bugünün dili aynı olmayacak. Belki aynı cümleleri kurmayacağız ama amacımız bellidir. Ortak yaşam, birlikte yaşam, bunu inşa edebilecek hukuk. Bunu mümkün kılacak demokratik siyaset. O zaman o bilgi birikime dönüp bakmak ve bugün işler hale getirmek gerekiyor.
 
‘Biz hep yekvücut olduğumuzu söylüyoruz’
 
Her dönemin kendi içinde sıkıntıları vardı. 93 farklı gelişmelere çok güçlü bir vesayet rejimi altında Türkiye yönetiliyordu ve siyaset istese de bir şeyleri başaramadı. 98 süreci, postmodern bir darbe sürecini beraberinde getirdi ve 2004-2005 sürecinde ilk ada görüşmelerinin yapılmaya başlandığını varsayarsak sonrasında 2009'da yapılan görüşmeler var. Farklı bir noktaya taşındı. Ama o sürecin akıllarda kalan en önemli gelişmesi; sınırdan giren askeri güçlerdi. Ama devletin belki ülke sınırları içerisinde bu süreci örgütleyecek mekanizması başta yargı olmak üzere sürece hazırlıksızdı. O yüzden biz hep yekvücut olduğumuzu söylüyoruz ve hiçbir dönem olmadığı kadar bu dönemde sözümüzü söylediğimizi ve ortak sözün sahibi olduğumuzu ifade ediyoruz. Ama aynı buluşmanın iktidar cephesinde, siyasi iktidar cephesinde yaşanması gerekiyor. Bu sürecin örgütleyicisi olacak, yürütücüsü olacak, yönetecek olan tüm bakanlıklarının bir koordinasyonu hâlinde çalışması gerekiyor ki bu süreç gelebilecek her türlü darbeye rağmen ayakta kalabilsin.
 
‘Umut buradadır’
 
2009'dan 2013-15'ten devletin çıkaracağı dersler de var. Bizlerin de çıkaracağı dersler var. Herkes kendi dersini iyi çalışarak sürece hazırlanmalı. Kötü bir noktada değiliz. Eğer halklar hala yaşadıkları bütün büyük yıkıma rağmen çözüm diyebiliyorsa ve nihayetinde barış diyebiliyorlarsa bu önemlidir. Umut buradadır. Emek harcamaya hazır insanlar, örgütlü yapılar varsa umut buradadır. Bunu görmek lazım ve tabii ki çok önemli. Yani Sayın Öcalan'ın yaptığı çağrıya hemen bir karşılık verilmesi, bunun olumlanması bundan sonra devletin ne yapması gerektiğini ortaya koyuyor. Devlet ne diyecek? Ki bu süreç bir devlet aklıyla yönetildiği ifade edildiği için söylüyorum. Devlet ne diyecek? Devlet ne yapacak? Siyasi iktidar bunu nasıl kolaylaştıracak? Bundan sonra onların kuracağı söz önemli. Onların nasıl eyleme geçecekleri çok önemli. Biz de bunun izleyeni olmayacağız. Aksine zorlayanı olacağız.
 
“Kürt kadın özgürlük mücadelesi son 40 yılda çok önemli bir mesafe kat etti. Bu bilimsel araştırmalara konu olduğu ve en nihayetinde bu topraklarda verilen mücadelenin ötekileştiren, yok sayılan tüm kimlikler için bir mücadele zemini oluşturdu.”
 
*Bir Kürt kadın siyasetçi hukukçu ve kadın hareketinden biri olarak Abdullah Öcalan’ın hem kadın özgürlüğüne yaklaşımı hem de kadınların neler yapması gerektiğine ilişkin ne söylemek istersiniz?
 
Kürt kadın özgürlük mücadelesi son 40 yılda çok önemli bir mesafe kat etti. Bu bilimsel araştırmalara konu olduğu ve en nihayetinde bu topraklarda verilen mücadelenin ötekileştiren, yok sayılan tüm kimlikler için bir mücadele zemini oluşturdu ve bu zemini en iyi değerlendirenin de Kürt kadınları olduğu ifade edildi. Ama bu tek başına Kürt kadının emeğiyle olmadı. Aynı zamanda Sayın Öcalan'ın ortaya koymuş olduğu özgürlük perspektifi ile oldu. Bu konuda biz kadın hareketi olarak da diğer kadın hareketleriyle de bir tartışma zemini içerisinde olduk. Biz çok istekli olabilirdik. Ama eğer bunun bir ideolojik altyapısı olmasaydı, bir perspektifi olmasaydı bilimle buluşan, akılla buluşan belki biz de bu kadar kısa sürede bu kadar büyük kazanımlar elde etmeyecektik. Bu konuda Sayın Öcalan'ın bu topraklarda yeniden yaşanan doğuşun bir parçası olduğunu belirtmek lazım. Biz birlikte doğduk. Böyle değerlendiriyoruz, böyle anlıyoruz, böyle yorumluyoruz. Bir halk önderi olarak kuşkusuz PKK'nin lideridir, PKK'ye ilişkin çağrısı vardır. Onlar da cevap vermişlerdir. Ama bir halk önderi olarak her dönem kadın özgürlüğüne dair sözünü söylemiştir. Kadın özgürlüğüne dair bir perspektif sunmuştur. Kendinden başlayarak erkeği masaya yatırmıştır. Bunu görerek bizler adım attık. Bunu görerek bugün jineoloji ile dünya kadını ile buluştuk. Büyük mesafeler kat ettik. Bugün kat ettiğimiz mesafeyi daha görünür kılmak, anlam vermek, daha büyük anlamlar kazandırmak, barışla mümkün olacak. Bu barış mücadelesi ile mümkün olacak. Yani 2025'in çağrısı ve bu çağrı gelişecek, barış mücadelesi ile anlamlı olacak. İddiası yaşatmak olanlar bu yaşatma iddiasını Sayın Öcalan'ın çağrısıyla buluşturmak gibi bir zorunluluk altındadır. Biz kadınlar da kendimizi böyle görüyoruz.
 
‘Kürt kadın hareketi yıllardır bu mücadelenin bir parçasıdır’
 
Kürt Kadın Hareketi, yıllardır bu mücadelenin bir parçası ve doğal olarak eğer bu mücadelenin bir parçasıysanız en büyük hedeflerinden de biri oluyorsunuz. Büyük bir tehdit olarak görüldük ve çok büyük engellenmeye çalışırdık. Öyle ki yani onlar demeyeceğim yüzlerce kadın arkadaşımız bu süreçte hedef haline getirildi. Hala cezaevlerinde binlerce kadın arkadaşımız var. Şimdi biliyoruz ki biz cezaevindeki kadınla da biriz. Diasporadaki kadınla da biriz. Ama anlamlı kılmak bizlerin elinde. Kürt Kadın Hareketi olarak büyük bir deneyim sahibiyiz. 2013-15 deneyiminde masada sürecin ilerlemesi için büyük fedakarlık sahibi oldu. Bir arkadaşımız bizim sesimiz sözümüz oldu. Türkiye Kadın Hareketi ile buluştuk. Kadın Özgürlük Meclisleri'ni kurduk. Her başlık için ayrı ayrı tartıştık. O masaya bunu yansıtmaya çalıştık. Süreç sonlandığında en önemli raporları bizler açığa çıkardık. Ama yeterli olmadı. Bugün biz de kendi bilgimizi, birikimimizi bu sürecin başarıya ulaşması için ortaya koymaya, daha büyüğünü inşa etmeye hazırız.
 
‘Bu çağrı dünya kadının özgürlüğüne yapılmış bir çağrıdır’
 
Şu da çok önemli; bahsettiğimiz mesele Yani Orta Doğu kadının özgürlüğüne kapıları açmış bir coğrafya değil. O yüzden Sayın Öcalan'ın çağrısı Orta Doğu'daki kadının özgürlüğüne dair de yapılmış bir çağrıdır. Dünya kadının özgürlüğüne dair de yapılmış bir çağrıdır. Bunu görmek lazım. Orta Doğu gerçekliğine bakın. Suudi Arabistan'dan Körfez ülkelerine, Körfez ülkelerinden parçalanmış coğrafyamızdaki ulus-devletlere Mısır'a kadar kadın gerçekliğine bakın. Bu coğrafyada doğmuş kadının en çok yok sayıldığı, 5 bin yıldır bir egemenlik tartışmasının olduğu, erkek egemen zihniyetin örgütlediği coğrafyada bir özgür kadın bilgisi ve cins bilinci açığa çıktı. Şimdi doğal olarak bu çağrı aynı zamanda Orta Doğu kadınınadır diyoruz. Bunu örgütlemek, Orta Doğu kadınıyla örgütlemek, dünya kadınıyla örgütlemek, bizim Kürt kadın hareketi olarak içinde olduğumuz başta Türkiye Kadın Hareketi olmak üzere Orta Doğu ve dünya kadın hareketiyle bu barışın düşüncesini ortaya koyan, bizlerle yan yana duyan, duran, desteğini ortaya koyan bir çizgiye çekmek de bizlerin sorumluluğudur. Bu noktada çok güçlü bir perspektife sahibiz. Bu noktada çok büyük bir birikimimiz var, deneyim sahibiyiz. Bunu açığa çıkaracağımız koşulları da örgütlenerek yaratacağız. Örgütlendikçe de örgütlülüğümüzün eylemini de açığa çıkaracağız.