Diller kayboluyor: Kültürel miras tehlikede!

  • 09:06 19 Şubat 2025
  • Dünya
Derya Ceylan 
 
HABER MERKEZİ - Dünya genelinde 2 bin 500’den fazla dil yok olma riskiyle karşı karşıya, üstelik her iki haftada bir dil tamamen kayboluyor. Küreselleşme, devlet politikaları ve toplumsal dönüşümler özellikle diğer dilleri tehdit ederken, dillerin yok oluşu halkların tarihsel hafızasını, kimliğini ve kültürel mirasını da siliyor.
 
Diller hızla yok oluyor ve kültürel miras tehlikede! Küreselleşme, devlet politikaları ve toplumsal dönüşümler nedeniyle özellikle yerel diller unutulma noktasına geldi. Dillerin yok oluşu, sadece bir iletişim aracının yok olması değil, aynı zamanda halkların tarihi, kültürel hafızası ve kimliğinin silinmesi anlamına geliyor. Dilbilimciler, her iki haftada bir dilin tamamen kaybolduğunu ve bu dillerle birlikte büyük bir kültürel birikimin de tarihe karıştığını belirtiyor. Devletlerin tek dil politikaları, baskın dillerin yaygınlaşması ve anadilde eğitimin yeterince desteklenmemesi, yerel dillerin nesilden nesile aktarılmasını zorlaştırıyor. Medya ve dijital platformlarda küçük dillerin görünürlüğünün azalması da bu süreci hızlandırıyor. Dillerin yok oluşunun önüne geçebilmek için anadil farkındalığının artırılması ve bilinçli politikaların uygulanması büyük önem taşıyor.
 
Peki, dillerin yok oluşu neden bu kadar önemli? Diller nasıl yok oluyor? Küreselleşme ve devlet politikaları bu süreci nasıl etkiliyor? Teknoloji, dilleri koruma konusunda nasıl bir rol oynayabilir? İşte dillerin yok oluşunun nedenleri, tarihsel süreci ve çözüm yolları…
 
Neden 21 Şubat?
 
Her yıl 21 Şubat'ta çeşitli etkinliklerin düzenlendiği Dünya Anadil Günü, dillerin korunmasına yönelik farkındalık yaratmayı amaçlıyor. UNESCO tarafından ilan edilen bu özel gün, yalnızca dil çeşitliliğini teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda yok olma riski taşıyan dillerin kurtarılması için küresel çapta bir çağrı niteliği taşıyor.  Ancak bu günün kökeninde yalnızca farkındalık yaratma amacı bulunmuyor. Dünya Anadil Günü, büyük bir mücadelenin sonucunda ortaya çıktı. 1952 yılında Bangladeş'te (o dönemki adıyla Doğu Pakistan), anadil hakkı için sokağa çıkan öğrenciler polis tarafından katledildi. Bu olaylar, yalnızca Bangladeş'in bağımsızlık sürecini hızlandırmadı, aynı zamanda dünya genelinde dillerin korunmasına yönelik farkındalığın artmasına da neden oldu.
 
Bengal Dil Hareketi ve 21 Şubat’ın tarihsel önemi
 
1947’de Hindistan’ın bölünmesiyle ortaya çıkan Pakistan devleti, iki ayrı bölgeden oluşuyordu: Batı Pakistan (bugünkü Pakistan) ve Doğu Pakistan (bugünkü Bangladeş). Coğrafi olarak birbirinden binlerce kilometre uzak olan bu iki bölge, sadece fiziksel olarak değil, kültürel ve dilsel olarak da büyük farklılıklar barındırıyordu. Doğu Pakistan'da halkın büyük çoğunluğu Bengalce konuşuyordu. Ancak 1948 yılında Pakistan hükümeti, yalnızca Urducayı ülkenin resmi dili ilan etti. Bu karar, milyonlarca Bengalce konuşan insanın kimliğine doğrudan bir müdahale olarak görüldü ve halk arasında büyük tepkiye yol açtı. Bengalce'nin de resmi statü kazanması talebiyle protestolar başladı.
 
21 Şubat 1952’de Dakka Üniversitesi'nde başlayan anadil hakkı yürüyüşüne polis saldırdı. Polisin açtığı ateş sonucunda Salam, Rafiq, Barkat ve Jabbar adlı öğrenciler hayatını kaybetti. Bu olay, Bengal halkının anadil mücadelesinde önemli bir dönüm noktası oldu. Protestolar zamanla büyüdü ve 1956 yılında Pakistan hükümeti, Bengalceyi ikinci resmi dil olarak kabul etmek zorunda kaldı. Ancak bu süreç, Doğu Pakistan’daki bağımsızlık hareketlerini de tetikledi ve 1971’de Bangladeş’in bağımsızlığıyla sonuçlandı. 
 
UNESCO'NUN Dünya Anadil Günü’nü ilan etmesi
 
Bangladeş hükümeti, 1999 yılında UNESCO’ya başvurarak 21 Şubat’ın Dünya Anadil Günü olarak ilan edilmesini önerdi. UNESCO, dil çeşitliliğini koruma ve anadil eğitimine verilen önemin artırılması amacıyla bu öneriyi kabul etti. O tarihten itibaren her yıl 21 Şubat’ta dünya genelinde dil yok oluşuna dikkat çeken etkinlikler düzenleniyor. Konferanslar, paneller, atölye çalışmaları ve kültürel etkinliklerle dillerin korunmasının önemi vurgulanıyor. UNESCO, hükümetleri ve eğitim kurumlarını anadilin korunması için daha fazla çaba göstermeye çağırıyor.
 
Anadilin önemi
 
UNESCO’nun verilerine göre, dünya genelinde konuşulan 7 binden fazla dilin 6 bin 700'ü yerel diller oluşturuyor.  Bu dillerin yaklaşık 2 bin 500’ü yok olma riskiyle karşı karşıya. Dilbilimciler, her iki haftada bir dilin son konuşanının öldüğünü ve o dille birlikte bir kültürel mirasın daha tarihe karıştığını belirtiyor. Eğer bu süreç devam ederse, gelecek yüzyılda dünya üzerindeki dillerin büyük bir kısmı kaybolacak ve bugünkü dilsel çeşitlilik önemli ölçüde azalacak. Ancak bir dilin yok olması, yalnızca o dili konuşan insanların iletişim kurmak için başka bir dile geçmesi anlamına gelmiyor. Dil yok oluşu, aynı zamanda bir halkın kültürel belleğinin, edebiyatının, sözlü ve yazılı tarihinin, halk hikâyelerinin, mitolojilerinin, şarkılarının, masallarının ve geleneklerinin de unutulması anlamına geliyor. Diller, yalnızca kelimelerden oluşmaz; içinde o topluma özgü düşünme biçimlerini, yaşam tarzlarını, dünyayı algılama yöntemlerini ve geçmişten günümüze aktarılan bilgi birikimini barındırır. Bir dil ortadan kalktığında, o dile özgü atasözleri, deyimler, şiirler ve efsaneler de unutulur, böylece o toplumun kendine özgü kimliği silikleşir.
 
Anadil geri plana itiliyor
 
Dillerin yok oluşunun arkasındaki en büyük nedenlerden biri küreselleşme. Günümüzde, özellikle İngilizce, Çince ve İspanyolca gibi baskın diller, küresel ticaretin, eğitimin, diplomasinin ve medyanın ana dilleri haline geldi. Küreselleşme, bu dillerin dünya çapında yayılmasını hızlandırırken, küçük dillerin konuşulmasını ve aktarılmasını zorlaştırıyor. Genç nesiller, daha fazla fırsat elde etmek ve ekonomik hayatta başarılı olmak için baskın dilleri öğrenmeye teşvik ediliyor, ancak bu süreçte anadilleri geri plana itiliyor.
 
Tekçi politikalar dilin yok oluşunu hızlandırıyor
 
Bunun yanı sıra, ekonomik baskılar ve devlet politikaları da dillerin yok oluşunu hızlandıran faktörler arasında. Resmi eğitim sistemlerinde yalnızca ulusal dillerin teşvik edilmesi, anadilinde eğitim olanaklarının kısıtlanması, diğer dillerin medya ve yayıncılıkta yeterince yer bulamaması gibi nedenler, bu dillerin giderek unutulmasına yol açıyor. Devletlerin tek dil politikaları, uzun yıllar boyunca birçok  dilin kamusal alanda kullanılmasını engelledi. Fransa’da Bretonca ve Oksitanca, İspanya’da Katalanca ve Baskça, Türkiye’de Kürtçe, Lazca ve Hemşince gibi dillerin eğitim sistemlerinden ve resmi kullanımdan dışlanması, bu dillerin yeni nesillere aktarılmasını büyük ölçüde zorlaştırdı. Dil yok oluşu sadece bireysel değil, toplumsal bir kriz olarak görülmeli. Çünkü bir dil kaybolduğunda, yalnızca bir iletişim aracı değil, aynı zamanda o halkın tarihsel hafızası, kültürel kimliği ve dünyayı algılama biçimi de yok oluyor. Bu nedenle dilbilimciler, yerel dillerin korunması için acil önlemler alınması gerektiğini vurguluyor. Eğer anadilinde eğitim desteklenmez, medya ve dijital platformlarda küçük dillerin varlığı artırılmaz ve bireyler kendi dillerine sahip çıkmazsa, önümüzdeki yıllarda insanlık, telafisi mümkün olmayan bir kültürel kayıp yaşayabilir.
 
Dillerin yok oluşunun tarihsel süreci: Birçok dil nasıl yok oldu?
 
Tarih boyunca diller, göçler, savaşlar, sömürgecilik, asimilasyon politikaları ve kültürel değişimler nedeniyle yok oldu. Dillerin kaybolması, yalnızca konuşma yetisini yitiren bireylerin artmasıyla değil, o dili yaşatan toplulukların kültürel, sosyal ve ekonomik dönüşümlerle kimliklerini kaybetmesiyle gerçekleşti. Bir dilin yok olması, o dili konuşan son kişinin ölümüyle sonuçlansa da, gerçekte dilin yok oluşu uzun bir süreç içinde meydana geldi. Baskın kültürlerin ve dillerin egemenliği, diğer dillerin silinmesine neden olan en büyük faktörlerden biri oldu.
 
Antik çağlardan bu yana birçok güçlü dil, çeşitli nedenlerle yok oldu. Mezopotamya’nın en etkili yazılı dillerinden biri olan Akadça, binlerce yıl boyunca Sümer ve Babil uygarlıkları tarafından kullanıldı. Ancak M.Ö. 1. yüzyılda, Aramcanın yükselişiyle birlikte tamamen kayboldu. O dönemde Akadçayı konuşan topluluklar, daha yaygın olan Aramcayı öğrenmeye başladı ve bir süre sonra Akadça, yalnızca yazılı metinlerde kalan bir dil haline geldi. Eski Mısır’ın hiyeroglif dili de benzer bir süreç yaşadı. Yüzyıllar boyunca firavunların, rahiplerin ve yazıcıların dili olarak kullanılan hiyeroglifler, Yunan ve Roma egemenliğinin artmasıyla yerini Kıptî diline bıraktı. Günümüzde Mısır hiyeroglifleri yalnızca arkeolojik eserlerde ve tarih kitaplarında varlığını sürdürüyor.
 
Kültürel baskılar
 
Dillerin yok oluşu, çoğu zaman siyasi ve kültürel baskılarla hızlandı. Amerika kıtasında, özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupalı sömürgecilerin yerli halklar üzerindeki tahakkümü, yüzlerce yerli dilin yok olmasına neden oldu. İspanyolca, İngilizce ve Portekizcenin kıtaya hâkim olması, Aztekler’in Nahuatl, Mayalar’ın K’iche’ ve İnka İmparatorluğu’nun Keçuva gibi dillerini gölgede bıraktı. Bugün hâlâ konuşuluyor olsalar da, bu dillerin konuşanları hızla azalıyor ve eski görkemini kaybediyor. Benzer şekilde, Avustralya’da Aborijin dillerinin büyük bir kısmı, İngilizcenin yaygınlaşmasıyla birlikte unutuldu. 18. yüzyıldan itibaren kıtaya gelen İngilizler, yerli halkları kendi dillerini terk etmeye zorladı. Yerleşimciler, çocukları zorla yatılı okullara alarak anadillerinde konuşmalarını yasakladı. Bu süreç, birçok yerli dilin kullanımının azalmasına, bazı dillerin ise tamamen kaybolmasına yol açtı. Günümüzde Avustralya’da 250’den fazla yerli dilden sadece yaklaşık 20 tanesi düzenli olarak konuşuluyor ve geri kalanlar ya tamamen yok oldu ya da yok olmanın eşiğinde.
 
Dillerin yok oluşuna dair bir diğer örnek ise Hindistan’dır. Ülkenin Andaman Adaları’nda konuşulan Aka-Bo dili, son konuşanını 2010 yılında kaybetti ve artık bu dili konuşabilen kimse kalmadı. Alaska’nın yerli dillerinden biri olan Eyak dili, 2008 yılında son anadili konuşan kişinin ölümüyle birlikte tamamen yok oldu. Kanada’da konuşulan Klallam dili, 2014 yılında son konuşanını kaybederek tarih sahnesinden silindi. Türkiye’de Kafkasya kökenli bir dil olan Ubyhça, 1992 yılında İstanbul’da yaşayan son konuşanı Tevfik Esenç’in ölümüyle birlikte tarihe karıştı. Ubyhça, 80’li yıllara kadar birkaç yaşlı birey tarafından konuşuluyordu, ancak yeni nesillere aktarılmadığı için dilsel miras tamamen yok oldu. Dillerin kaybolması, sadece bir dilin konuşulmaz hale gelmesi değil, aynı zamanda bir halkın geçmişinin, kültürünün ve kimliğinin de yok olması anlamına geliyor. Tarih boyunca baskın dillerin yaygınlaşması ve resmi eğitim sistemlerinde tek dil politikalarının uygulanması, yerel dillerin unutulmasına yol açtı.
 
Küreselleşme ve tek dil politikalarının dillere etkisi
 
Günümüzde küreselleşme, dilsel çeşitliliği ciddi şekilde tehdit eden en büyük faktörlerden biri haline geldi. Küresel ölçekte ticaretin, eğitimin ve iletişimin ortak diller üzerinden yürütülmesi, bazı dillerin giderek daha baskın hale gelmesine yol açtı. İngilizce, Çince ve İspanyolca gibi dünya çapında milyonlarca insan tarafından konuşulan diller, uluslararası alanda daha fazla avantaj sunduğu için hızla yayılmaya devam ediyor. İş dünyasında, akademide, diplomasi alanında ve dijital dünyada bu dillerin hâkimiyeti giderek artarken, diğer dillerin konuşulması giderek zorlaşıyor.
 
Küreselleşmenin etkisiyle birlikte, yeni nesillerin anadillerini öğrenme ve kullanma oranı da büyük ölçüde azalıyor. Özellikle çok uluslu şirketlerin hâkim olduğu ekonomilerde, bireyler iş bulma ve daha iyi bir yaşam standardına ulaşma amacıyla baskın dilleri öğrenmeye yönlendiriliyor. Eğitim sistemlerinde ve medya içeriklerinde baskın dillerin ön planda olması, genç kuşakların anadillerinden uzaklaşmasına neden oluyor. Günümüzde pek çok ülkede çocuklar ve gençler, resmi dilleri veya küresel dilleri öğrenirken, kendi anadillerine gereken önemi vermiyor ya da vermeye teşvik edilmiyor. Bu durum, birçok yerel dilin giderek unutulmasına yol açıyor. Dil yok oluşu, yalnızca küreselleşmenin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmadı. Devletlerin uzun yıllar boyunca izlediği "tek dil" politikaları, birçok dilin yok olmasında büyük bir rol oynadı. Ulus devletlerin güçlenmeye başladığı 19. ve 20. yüzyıllarda, birçok hükümet, merkezi yönetimi güçlendirmek ve ulusal kimlik oluşturmak adına tek bir dilin yaygınlaşmasını teşvik etti. Bu süreç, özellikle kimi dillerin bilinçli bir şekilde bastırılmasına ve zamanla yok olmasına neden oldu.
 
Fransa: Tüm diller yasaklandı
 
Fransa, tek dil politikalarının en katı şekilde uygulandığı ülkelerden biri oldu. Yüzyıllar boyunca konuşulan Bretonca, Oksitanca, Baskça, Alsasça ve Flaman dili gibi yerel diller, Fransız hükümeti tarafından resmi olarak tanınmadı ve eğitim sisteminden dışlandı. 19. yüzyılda Fransız hükümeti, ulusal birliği sağlamak amacıyla yalnızca Fransızcanın kullanılması gerektiğini savundu ve bu dillerin okullarda öğretilmesini yasakladı. Yerel dillerin konuşulması, toplumsal ve akademik hayatta dezavantaj olarak görüldü. Bu nedenle, Fransa’nın bazı bölgelerinde anadili farklı olan nesiller, Fransızcayı öğrenmek zorunda bırakıldı ve anadillerini zamanla unuttu.
 
İspanya’da da tekçi politikalar
 
Benzer bir süreç İspanya’da da yaşandı. General Francisco Franco’nun 1939-1975 yılları arasındaki iktidarı, İspanya’daki diğer dillerin en fazla baskıya maruz kaldığı dönemlerden biri oldu. Katalanca, Baskça ve Galiçyaca gibi diller, kamusal alanda yasaklandı ve resmi eğitimden tamamen çıkarıldı. Fancisco Franco yönetimi, "tek dil, tek millet" anlayışıyla yalnızca Kastilya lehçesinin (İspanyolca) konuşulmasını zorunlu hale getirdi. Bu süreçte, anadili Katalanca veya Baskça olan milyonlarca kişi, kendi dillerini kamuya açık alanlarda konuşamaz hale geldi ve nesiller boyunca bu dillerin aktarımı büyük ölçüde kesintiye uğradı.
 
Yerli diller yok oldu
 
Kuzey Amerika’da yerli halkların dilleri, sistematik asimilasyon politikaları nedeniyle büyük bir kayba uğradı. ABD ve Kanada’da, 19. ve 20. yüzyıl boyunca hükümetler, yerli çocukları zorla yatılı okullara göndererek anadillerinden kopardı. Bu okullarda çocuklara yalnızca İngilizce veya Fransızca öğretiliyor, anadillerini konuşmaları yasaklanıyordu. Öğrenciler, anadillerinde konuştuklarında fiziksel cezalarla karşılaşıyor ve dillerini kullanmaktan korkar hale geliyordu. Bu politikalar sonucunda, yüzlerce yerli dil zamanla yok oldu veya yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Günümüzde, Kanada ve ABD’de bazı yerli dillerin yeniden canlandırılması için çaba gösterilse de, pek çoğu geri dönüşü olmayan bir şekilde unutuldu.
 
Ulus devlet sistemi ile dil hedef alındı
 
Türkiye’de de uzun yıllar boyunca benzer bir dil politikası izlendi. Osmanlı İmparatorluğu döneminde çok dilli bir yapı bulunmasına rağmen, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Türkçe, ulus devlet sisteminin temel unsurlarından biri olarak görüldü. 20. yüzyıl boyunca, Kürtçe, Lazca, Hemşince, Çerkezce ve diğer birçok dil, eğitim sisteminde yer bulamadı ve kamusal alanda konuşulması kısıtlandı. 1980 darbesinin ardından, Kürtçenin yazılı ve sözlü kullanımına yönelik ciddi yasaklar getirildi. Bu dönemde, anadilinde eğitim almak mümkün olmadığı gibi, çocukların ve gençlerin bu dilleri öğrenmesi büyük ölçüde engellendi.
 
Günümüzde birçok ülkede, geçmişte bastırılan dillerin korunması ve yeniden canlandırılması için çalışmalar yürütülüyor. Ancak küreselleşme ve ekonomik zorunluluklar, küçük dillerin yaşatılmasını giderek daha da zorlaştırıyor.
 
Dillerin korunması ve teknolojinin rolü
 
Gelişen teknoloji, dil yok oluşu sürecini hem hızlandıran hem de tersine çevirebilecek bir faktör olarak karşımıza çıkıyor. Küreselleşmenin etkisiyle birlikte, internet ve dijital medya içeriklerinde baskın dillerin yaygınlaşması, diğer dillerin kullanımını giderek azaltıyor. Dijital medya platformları, haber siteleri, online eğitim kaynakları ve eğlence içeriklerinin büyük bir kısmı İngilizce, Çince, İspanyolca gibi küresel dillerde üretiliyor. Bu durum, diğer dillerde içeriklerin daha az görünür olmasına ve bu dillerin yeni nesiller tarafından daha az tercih edilmesine neden oluyor.
 
Anadillerde konuşma oranı düşük
 
Dijital dünyada varlık gösteremeyen diller, yeni nesillerin gündelik yaşamında yer edinmekte zorlanıyor. Gençler, interneti ve dijital medyayı aktif bir şekilde kullanırken, çoğunlukla küresel dillerde içeriklerle karşılaşıyor. YouTube, Instagram, Netflix gibi platformlarda kullanılan dillerde içerik üretimi yetersiz kaldığında, küçük dillerin konuşulma oranı da düşüşe geçiyor. Ayrıca, telefon ve bilgisayar klavyelerinin birçok dil için uygun olmaması, bu dillerin dijital ortamda kullanımını daha da zorlaştırıyor.
 
Teknoloji dillerin korunması için de kullanılabilir
 
Ancak teknoloji, doğru kullanıldığında dillerin korunmasına ve yeniden canlandırılmasına da önemli katkılar sağlayabilir. Son yıllarda, tehlike altındaki dilleri belgelemek, kayıt altına almak ve öğretmek amacıyla çeşitli dijital projeler hayata geçirildi. Google’ın "Tehlike Altındaki Diller Projesi", dünya genelinde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerin belgelenmesini ve dijital ortama aktarılmasını amaçlıyor. Bu proje kapsamında, dilbilimciler ve araştırmacılar, yok olmaya yüz tutmuş dillerin ses kayıtlarını, gramer yapılarını ve kelime dağarcıklarını arşivleyerek gelecek nesillere aktarıyor. Bunun yanı sıra, Wikipedia, küçük dillerin yaşatılmasına katkı sağlayan projeler yürütüyor. Dünya çapında binlerce gönüllü, yerel dillerde içerik üretmeye teşvik ediliyor ve böylece bu dillerin dijital ortamda görünürlüğü artırılıyor. Özellikle yerel dillerde yazılan ansiklopedi maddeleri, akademik makaleler ve kültürel içerikler, bu dillerin yaşatılması adına büyük önem taşıyor.
 
Dil öğrenme uygulamaları da kaybolan dillerin tekrar canlandırılmasına yardımcı olabilir. Kimi platformlar, dillerin öğretilmesine yönelik özel ders programları sunarak, bu dillerin yeniden öğrenilmesine olanak tanıyor. Bu platformlar, İrlandaca, Hawaii’ce ve Navajo gibi yok olma tehlikesi altındaki diller için özel kurslar hazırlaması, bu dillerin genç kuşaklar tarafından öğrenilmesini teşvik eden önemli bir adım olarak görülüyor. Ayrıca, yapay zeka ve sesli asistan teknolojileri de dil koruma çalışmalarında etkili bir araç olarak kullanılıyor. Tehlike altındaki dillerin ses kayıtları yapay zeka tarafından analiz edilerek, bu dillerin kelime hazinesi genişletiliyor ve çeviri sistemleri geliştiriliyor. Özellikle anadilinde konuşma pratiği yapmak isteyenler için geliştirilen sanal dil asistanları, dillerin canlı kalmasına yardımcı oluyor.
 
Teknolojinin sunduğu fırsatlardan tam anlamıyla yararlanabilmek için, hükümetlerin, eğitim kurumlarının ve sivil toplum kuruluşlarının küçük dillerin dijital platformlarda varlığını artırmaya yönelik projeler üretmesi gerekiyor. Eğer yerel dillerde dijital içerik üretimi desteklenir, eğitim materyalleri oluşturulur ve bu dillerin teknolojiyle entegrasyonu sağlanırsa, dil yok oluşu süreci tersine çevrilebilir ve tehlike altındaki dillerin hayatta kalma şansı artırılabilir.
 
Kültürel mirası korumak için harekete geçme zamanı
 
21 Şubat Dünya Anadil Günü, yalnızca bir anma günü değil, aynı zamanda dil yok oluşuna karşı küresel bir mücadele çağrısı. Dünya genelinde her yıl binlerce dil yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalırken, bu dillerin yok oluşu sadece bir iletişim aracının ortadan kalkmasıyla sınırlı değil. Bir dilin kaybolması, o dili konuşan halkın tarihini, kültürel hafızasını ve kimliğini de beraberinde silip götürüyor.
 
Uzmanlar, eğer bilinçli politikalar üretilmez, eğitim sistemleri anadilleri desteklemez ve toplumsal farkındalık artırılmazsa, gelecek yüzyılda dünya dillerinin büyük bir kısmının tamamen yok olacağını belirtiyor. Küreselleşme, ekonomik baskılar ve devletlerin tek dil politikaları, dillerin giderek daha az konuşulmasına neden oluyor. Birçok dil, yeni nesillere aktarılamadığı için günlük yaşamdan tamamen çıkıyor ve yalnızca akademik kayıtlarda varlığını sürdürüyor.
 
Diller dijital platformlarda daha fazla yer almalı
 
Bu sürecin önüne geçmek için eğitim, medya ve dijital platformlarda dillerin daha fazla yer alması gerekiyor. Anadilde eğitimin teşvik edilmesi, küçük dillerde yayın yapan medya kuruluşlarının desteklenmesi ve dijital platformlarda bu dillerin daha fazla görünür hale getirilmesi, dillerin yaşatılmasında kritik öneme sahip. Hükümetlerin, eğitim kurumlarının ve bireylerin ortak hareket etmesi halinde, tehlike altındaki dillerin kurtarılması ve canlandırılması mümkün olabilir.
 
Bir dil kaybolduğunda, sadece kelimeler değil, bir halkın kültürü, geçmişi ve kimliği de yok olur. Bu nedenle, dillerin korunması sadece dilbilimcilerin değil, tüm insanlığın ortak sorumluluğu olarak görülmeli ve harekete geçmek için zaman kaybedilmemeli.