
Kürtçenin yasaklarla mücadelesi: Tarihsel süreç ve direniş
- 09:04 18 Şubat 2025
- Kültür Sanat
Derya Ceylan
HABER MERKEZİ - Geçmişten günümüze Kürtçeye yönelik baskılar eğitim, siyaset ve günlük yaşamda sürdü. Cumhuriyet’le sistematikleşen yasaklar, 1980 darbesiyle ağırlaştı, 2015 sonrası ise yeniden arttı. Tüm baskılara rağmen Kürtler, anadillerini yaşatmak için mücadeleye devam ediyor.
Türkiye’de Kürt sorunu ve Kürtçeye yönelik baskılar, Osmanlı’dan günümüze kadar farklı dönemlerde değişen politikalarla şekillenen ve hâlâ çözüme ulaşmamış bir mesele olmaya devam ediyor. Osmanlı döneminde Kürtler, belirli bir özerklik içinde varlıklarını sürdürürken, merkeziyetçi yönetim anlayışının güçlenmesiyle birlikte denetim mekanizmaları sıkılaştırılmış ve Kürtler üzerindeki politikalar sertleşti. Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte bu baskılar daha sistematik bir hâl almış, özellikle dil politikaları çerçevesinde Kürtçeye yönelik yasaklar eğitimden siyasete, medyadan günlük yaşama kadar her alanda derinleşti. Devletin ulus-devlet anlayışı çerçevesinde yürüttüğü Türkleştirme politikaları, Kürtlerin kimliklerini kamusal alanda ifade etmelerini neredeyse imkânsız hâle getirdi.
Kürt direnişlerinin bastırılması, asimilasyon politikaları, Meclis’te ve mahkemelerde Kürtçeye getirilen yasaklar, devletin güvenlik eksenli politikaları, Kürt sorununun yıllarca çözümsüz kalmasına neden oldu. Ancak tüm bu baskılara rağmen Kürtler, anadillerini ve kültürel kimliklerini korumak için kampanyalar, dil inisiyatifleri, siyasi mücadeleler ve kültürel direniş yollarını kullanarak varlıklarını sürdürmeye devam etti.
21 Şubat Dünya Anadil Günü kapsamında hazırladığımız bu haber, Kürtçeye yönelik baskıların tarihsel sürecini, devletin Kürt politikalarını, Kürtçe üzerindeki yasakları, Kürtçenin eğitim ve kamusal alandaki yerini ve günümüzdeki mevcut durumu ele alıyor.
Kürtçeye ilk kısıtlamalar ve isyanlar
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Kürtler, özellikle 19. yüzyılın sonlarına kadar görece özerk bir yönetim altında yaşıyor, Kürt beyleri kendi bölgelerinde söz sahibiydi. Osmanlı Devleti’nin merkeziyetçiliği artırmaya yönelik reformları, bu dengeyi bozarak Kürtler üzerindeki denetimi artırdı. 1839 Tanzimat Fermanı ve 1856 Islahat Fermanı ile yerel yönetimlerin yetkileri kısıtlanırken, Kürtçe eğitim alanında da ilk kısıtlamalar ortaya çıkmaya başladı. Osmanlı’nın son döneminde Kürtçede eğitim alan çocuk sayısı giderek azalırken, Kürtçe basın ve edebiyat da sınırlandırıldı. II. Abdülhamid döneminde, Osmanlı’nın Kürtler üzerindeki politikaları değişmeye başlarken, Hamidiye Alayları aracılığıyla Kürtlerin askeri olarak kullanılması sağlandı ve devletin Kürt kimliği üzerindeki kontrolü arttı.
Kürtçe eğitim yasaklandı
1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte Kürtler için görece bir özgürlük dönemi başlasa da, 1910’lardan itibaren Kürtçeye yönelik kısıtlamalar yeniden uygulanmaya başlandı. 1920’de Kürt Teali Cemiyeti gibi Kürt siyasi hareketleri Kürtçeyi kamusal alanda savunmaya çalışırken,1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesiyle Kürt kimliği tamamen reddedildi.1924 Anayasası ile Türkçenin tek resmi dil olduğu ilan edilirken, Kürtçede eğitim tamamen yasaklandı. 1925’teki Şeyh Said İsyanı sonrası çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile Kürtçe gazete, dergi ve kitapların basımı yasaklandı, Kürtçe konuşanlar cezalandırılmaya başlandı. Bu yasaklar, yalnızca eğitim ve yayıncılık alanında değil, günlük yaşamda da kendini gösterdi ve Kürtçeyi kamusal alandan silmeye yönelik sistematik bir baskıya dönüştü.
Binlerce kişi katledildi
Bu süreçte Kürtler, devletin asimilasyon politikalarına karşı hem silahlı hem de sivil direniş gösterdi. 1926 ve 1930 yıllarında yaşanan Ağrı İsyanı’nda binlerce Kürt, askerlerle çatışırken, devlet isyanı bastırmak için bölgeye büyük askeri birlikler sevk etti. Kaynaklara göre bin 500 ila 15 bin arasında Kürt katledildi, binlercesi sürgün edildi. Benzer bir şekilde, 1937-1938 Dersim İsyanı sırasında devletin saldırısı sonucu yaklaşık 11 bin kişi hayatını kaybetti. Kürt kaynakları Dersim’de yaşananları bir katliam olarak nitelendirirken, devlet bunu “geri kalmış bölgelerde isyanın bastırılması” olarak tanımladı.
1980 darbesi ve Kürtçeye yönelik baskılar
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye’de yalnızca siyasi hakları değil, etnik kimlikleri de doğrudan hedef alan ağır baskılar getirdi. Kürt kimliği bu süreçte en büyük saldırılardan birine maruz kaldı. Askeri yönetim, Kürt halkını doğrudan hedef alarak anadillerini konuşmalarını suç kapsamına aldı. 1983 yılında çıkarılan 2932 sayılı yasa ile Kürtçenin konuşulması, yazılması ve öğretilmesi tamamen yasaklandı. Yasa, yalnızca eğitim ve basın alanında değil, günlük yaşamda da Kürtçeyi tamamen ortadan kaldırmayı amaçlıyordu.
Darbe sonrası en ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı yerlerden biri Diyarbakır Cezaevi oldu. Burada tutulan Kürt tutsaklar, anadillerinde konuştukları için işkenceye maruz kaldı, kimliklerini inkâr etmeye zorlandı ve insanlık dışı muamelelere tabi tutuldu. Cezaevinde Kürtçe konuşan tutsaklar cezalandırılıyor, Türkçe konuşmaya zorlanıyor, kendi dillerini savunmak istediklerinde bile ağır işkencelerle karşılaşıyorlardı.
‘Kamber Ateş, nasılsın?’
Bu döneme verilecek örneklerden biri de Kamber Ateş ve annesi İpek Ateş arasında geçen diyalogdur. Mamak Cezaevi’nde hakkında idam cezası verilen Kamber Ateş, 1983’ün ağır tecrit koşullarında annesinin kendisini ziyarete geleceğini öğrenir. Daha önce memleketinden hiç çıkmamış olan anne İpek Ateş, Kürtçeden başka bir dil bilmemektedir. Ancak cezaevinde yalnızca Türkçe konuşmaya izin verildiğinden, yol boyunca ona tek bir cümle ezberletilir: "Kamber Ateş, nasılsın?" Görüş günü geldiğinde İpek Ateş ve Kamber Ateş, birbirine sarılmak ister, ancak aralarındaki tel örgüler ve katı kurallar buna izin vermez. İpek Ateş, defalarca aynı cümleyi tekrar ederken, Kamber onun neden başka bir şey söylemediğini sonradan anlar. Türkçe dışında bir kelimeye bile tahammül edilmeyen bu ortamda, dillerini sustursalar da gözyaşları konuşur. Görüş, askerin düdüğüyle sona erdiğinde, İpek Ateş'in son kez "Kamber Ateş, nasılsın?" deyişi aslında "Hoşça kal, güzel yavrum" demekti.
Dil aktarımı kesintiye uğradı
12 Eylül darbesiyle birlikte Kürt köyleri üzerindeki güvenlik politikaları sertleştirildi, köy isimleri değiştirildi, Kürtlerin sosyal hayatta kimliklerini ifade etmeleri daha da zorlaştırıldı. Kürt kıyafetleri yasaklandı, Kürtçe şarkılar ve halk müziği suç unsuru olarak görüldü. Eğitim sisteminde Türkçeden başka bir dil öğrenmek yasaklandığı için, nesiller boyunca dil aktarımı kesintiye uğratıldı.
1990’lar: Baskılar, asimilasyon ve faili meçhul cinayetler
1990’lı yıllar, Türkiye’de Kürt kimliğine ve Kürtçeye yönelik baskının en yoğun olduğu dönemlerden biri oldu. 1980 darbesinin ardından getirilen Kürtçe konuşma, yazma ve eğitim yasakları büyük ölçüde devam etti. 1991 yılında, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimiyle 2932 sayılı yasa kaldırıldı ve Kürtçenin bireysel kullanımına kısmi serbesti getirildi. Ancak bu, Kürtçenin eğitimde, siyasette ve medyada serbest bırakıldığı anlamına gelmiyordu. Aksine, 1990’lı yıllar Kürtçenin devlet politikalarıyla sistematik olarak baskı altına alınmaya devam ettiği, Kürtçe yayınların engellendiği ve Kürt kimliğini savunanların faili meçhul cinayetlerle katledildiği bir dönem oldu.
Her kesimden Kürtler hedefte
Bu dönemde devlet, "düşük yoğunluklu savaş" stratejisini benimseyerek Kürt hareketine karşı askeri ve paramiliter yöntemlerle sert bir politika izledi. JİTEM (Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi) adı verilen resmi olarak varlığı kabul edilmeyen ancak devlet içinde aktif olarak faaliyet gösteren yapı, Kürt kimliğini savunan siyasetçilere, gazetecilere, aydınlara ve iş insanlarına karşı saldırılar düzenledi. 1990’lı yıllarda yüzlerce Kürt iş insanı, gazeteci ve aktivist faili meçhul cinayetlerle katledildi, binlerce kişi kaybedildi.
Medya üzerinde baskılar
Medya üzerindeki baskılar da sertleşti. 1992’de Kürtçe yayın yapmaya başlayan Özgür Gündem gazetesi defalarca kapatıldı, gazete çalışanları kaçırıldı, işkence gördü ve katledildi. Özgür Ülke, Azadiya Welat ve diğer Kürtçe gazeteler sık sık yasaklandı, çalışanları tutuklandı veya suikastlara hedef oldu. Kürtçe müzik de yasak kapsamındaydı; Şivan Perwer, Ahmet Kaya gibi sanatçılar hakkında davalar açıldı, Ahmet Kaya 1999’da linç girişimine uğrayarak sürgüne gitmek zorunda kaldı.
Siyasetçiler cezaevinde
1991 yılında, Meclis’te Kürtçe konuşan milletvekillerinin sözleri tutanaklara "bilinmeyen dil" olarak geçirildi. Halkın Emek Partisi (HEP) milletvekilleri Ahmet Türk, Leyla Zana, Hatip Dicle ve Orhan Doğan, Meclis’te Kürt kimliğini savundukları ve Kürtçe konuştukları için yargılanarak cezaevine gönderildi. Leyla Zana, 1994’te Meclis’te Kürtçe yemin ettiği için 10 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Baskılar devam etti
Kürtçeye yönelik baskılar yalnızca medya ve siyasetle sınırlı kalmadı. Kürtlerin yaşadığı köyler zorla boşaltıldı, binlerce köy yakıldı, milyonlarca insan göç etmek zorunda bırakıldı. Devlet, Kürt yerleşim yerlerinin isimlerini Türkçeleştirme politikasını hızlandırdı. Resmi kayıtlarda Dersim, "Tunceli", Amed "Diyarbakır", Cizîr "Cizre" olarak anılmaya devam etti ve köylerin Kürtçe isimleri değiştirildi.
Bu yıllarda Kürtçe eğitim talebi de gündeme gelse de, devletin tavrı değişmedi. Kürtçede eğitim veren hiçbir resmi okul açılmadı, çocuklar okulda yalnızca Türkçe öğrenmeye zorlandı. Eğitim sistemi, Kürtçenin aile içinde aktarımını bile kesintiye uğratan bir araç hâline geldi.
2000’ler: Avrupa Birliği süreci, kısmi açılımlar ve yeni engeller
2000’li yılların başı, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği sürecine girmesiyle birlikte Kürt meselesine yönelik bazı yumuşamaların yaşandığı ancak temel yasakların devam ettiği bir dönem oldu. AKP hükümeti, 2002’den itibaren AB uyum yasaları çerçevesinde bazı reformlar gerçekleştirdi. Bu süreçte Kürtçeye yönelik bazı yasaklar kaldırıldı: Kürtçe özel kursların açılmasına izin verildi, devlet kanalı TRT 6 (TRT Kurdi) yayına başladı ve özel televizyonlarda Kürtçe yayınlara kısmi serbesti getirildi. Ancak, bu açılımlar devletin tam anlamıyla Kürtçeye özgürlük tanıdığı anlamına gelmiyordu.
Dil kurumları ve kuruluşları her yıl baskılara ve asimilasyon politikalarına karşı mücadeleye devam ederken, üniversitelerde de bu mücadele, çeşitli etkinliklerle sürdürüldü. 2001 yılında, birçok üniversitede “Anadilde Eğitim” için imza kampanyaları düzenlendi. İmza atan öğrencilerin çoğu üniversitelerden uzaklaştırıldı, bir kısmı ise tutuklandı.
Devletin kontrolünde Kürtçe kanal açıldı
TRT 6’nın açılması, devletin Kürtçeye yaklaşımında bir değişiklik gibi sunulsa da, kanal tamamen devlet kontrolünde olduğu için birçok Kürt tarafından "propaganda kanalı" olarak eleştirildi. Kürtçe yayın yapan özel televizyon kanalları ve radyolar için ağır lisans şartları getirildi ve pek çoğu kapatıldı. 2002’de özel Kürtçe kursların açılmasına izin verilse de, yüksek maliyetler, ağır bürokratik engeller ve devletin baskıcı politikaları nedeniyle birçok kurs kısa sürede kapandı.
Anadilde eğitim talebi karşılıksız kaldı
Eğitim alanında ise herhangi bir somut ilerleme sağlanmadı. Kürtler, anadillerinde eğitim hakkı için kampanyalar düzenlerken, devlet bu talepleri terörle ilişkilendirdi ve resmî okullarda Kürtçe eğitimin önünü açmadı. 2008’de Amed Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde Kürtçenin okullarda seçmeli ders olması için kampanya başlatıldı, ancak bu talepler karşılıksız kaldı. Anadilde eğitim hakkı anayasal olarak hâlâ tanınmıyordu.
2015 sonrası: Kürtçeye karşı yeniden sertleşen politikalar
2015 yılı, Türkiye’de Kürtçeye yönelik baskıların yeniden sertleşmeye başladığı bir dönemin başlangıcı oldu. AKP hükümeti ve PKK arasında yürütülen Çözüm Süreci, 7 Haziran 2015 genel seçimlerinde AKP’nin tek başına hükümet kuramaması ve ardından 1 Kasım 2015’te tekrar seçim yapılmasıyla fiilen sona erdi. Çözüm Süreci’nin sona ermesiyle birlikte devletin Kürt politikaları yeniden güvenlik eksenli hâle geldi ve Kürtçeye yönelik yasaklar ve kısıtlamalar hızla arttı.
Kürtçe tabela va kurumların isimleri değiştirildi
2016 yılında gerçekleşen 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte Kürt siyasetçileri, gazetecileri, akademisyenleri ve aktivistleri hedef alan baskılar daha da yoğunlaştı. Bu süreçte Kürtçe üzerindeki baskılar yalnızca medya ve eğitim alanında değil, kültürel ve sosyal alanlarda da sertleşti. OHAL sürecinde Kürtlerin yoğunlukta olduğu şehirlerde Kürtçe tabela ve kamu kurumlarının isimleri değiştirilirken, Kürtçe eğitim veren kurumlar kapatıldı, Kürtçe tiyatro oyunları yasaklandı.
Kayyım yasakları
Belediyelere kayyım atanması, Kürtçeye karşı baskıları artırdı. 2016’dan itibaren HDP’li belediyelere atanan kayyımlar, Kürtçe tabelaları kaldırdı, Kürtçe kültür-sanat etkinliklerini yasakladı, Kürtçe eğitime destek veren projeleri iptal etti. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne atanan kayyım, belediyenin Kürtçe kreşlerini kapattı ve Kürtçe kurslarını iptal etti. Wan ve Mêrdîn’de benzer şekilde belediyelerin Kürtçe eğitim projeleri tamamen durduruldu. Kayyımlar sadece eğitim alanında değil, kültürel alanda da Kürtçeye yönelik saldırılarda bulundu; Amed Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı Şehir Tiyatrosu’nda oynanan tüm Kürtçe oyunlar yasaklandı.
Üniversitelerde de Kürtçeye yönelik baskılar arttı
Sadece belediyelerde değil, üniversitelerde de Kürtçeye karşı baskılar arttı. Mardin Artuklu Üniversitesi'nde 2011 yılında açılan Kürt Dili ve Kültürü Bölümü üzerindeki akademik baskılar artarken, birçok Kürt akademisyen işten çıkarıldı. KHK'larla (Kanun Hükmünde Kararname) işlerinden edilen akademisyenler arasında, Kürt dili ve kültürü üzerine çalışan isimler özellikle hedef alındı. Kürtçe akademik çalışmalar ve dil araştırmaları giderek daha fazla sansürlenirken, devlet politikaları Kürtçenin akademik alandaki varlığını da ciddi şekilde daralttı.
Kürtçeye yönelik medya baskıları da 2015 sonrasında ciddi ölçüde arttı. Kürtçe yayın yapan birçok televizyon ve radyo kanalı kapatıldı. Eylül 2016’da, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Gün TV Jiyan TV, Azadi TV ve birçok Kürtçe radyo istasyonu kapatıldı. Kürtçe haber yapan Azadiya Welat gazetesi, Jin Haber Ajansı (JINHA) ve Dicle Haber Ajansı (DİHA) kapatıldı. İnternet siteleri sansürlendi, Kürtçe içerik üreten gazetecilere yönelik baskılar da arttı.
‘Bilinmeyen dil’ olarak kayıtlarda
Dijital medyada Kürtçe paylaşımlar yapan kişilere yönelik baskılar da yoğunlaştı. 2019’da Êlih’de bir öğrenci, dijital medyada Kürtçe şarkı paylaştığı gerekçesiyle gözaltına alındı. Kürtçeye yönelik hukuki baskılar, mahkemelerde de devam etti. Mahkemelerde Kürtçe savunma yapmak isteyen tutsakların talepleri reddedildi, tercüman sağlanmadı ve Kürtçe konuşan tutsakların ifadeleri kayıtlara “bilinmeyen dil” olarak geçirildi.
Anadil bir insan hakkıdır
Anadil, sadece bir iletişim aracı değil, aynı zamanda adalete erişimin, haklarını savunmanın ve hayatta kalmanın da temelidir. 2020 yılında Fatma Altınmakas, uğradığı tecavüzü anlatmak için karakola gittiğinde, Türkçe bilmediği için tercüman desteği alamadı, sesi duyulmadı, ifadesi eksik ve hatalı şekilde kaydedildi. Bu adaletsizlik zinciri, failin serbest kalmasına, Fatma Altınmakas’ın ise “töre” bahanesiyle katledilmesine yol açtı. Eğer onun dili anlaşılmış olsaydı, belki de hayatı kurtulacaktı. Dünya Anadili Günü, dillerin sadece kültürel miras değil, aynı zamanda temel bir insan hakkı olduğunu hatırlatmalı; çünkü bir insanın dili susturulduğunda, çoğu zaman adaleti ve yaşamı da elinden alınır. Tıpkı Fatma Altınmakas gibi.
Anadilde eğitime yönelik talepler, 2015 sonrası dönemde tamamen görmezden gelindi. Kürt Dil Platformu ve diğer sivil toplum kuruluşlarının anadil hakkı ile ilgili yaptığı çağrılar yanıtsız kaldı. UNESCO’nun Kürtçeyi "unutulmaya yüz tutmuş diller" arasına alması, Kürtçenin giderek kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu gözler önüne serdi. Kürtçe üzerindeki asimilasyon politikaları, özellikle genç nesillerde dilin kullanımını zayıflattı. Bugün, şehir merkezlerinde büyüyen Kürt çocuklarının önemli bir kısmı anadilini öğrenme fırsatına sahip olamıyor ve Kürtçe nesilden nesile aktarım konusunda ciddi bir kopuş yaşanıyor.
2015 sonrası Kürtçe için kampanyalar
Kürtler, tüm bu baskılara rağmen anadillerini korumak ve yaşatmak için farklı alanlarda mücadele etmeye devam etti. Özellikle 2015 sonrası artan yasaklara karşı sivil toplum örgütleri, dil inisiyatifleri, akademisyenler ve siyasi hareketler Kürtçenin korunması ve eğitim dili olması için çeşitli kampanyalar başlattı. Anadilde eğitim, Kürtçenin resmi statü kazanması, Kürtçe medyanın geliştirilmesi ve sosyal yaşamda Kürtçenin kullanımını teşvik etmeye yönelik çalışmalar yoğunlaştı.
İmza stantları ve statü talebi görmezden gelindi
2017 yılında, Kürt Dili Platformu tarafından başlatılan “Kürtçenin Resmî ve Eğitim Dili Olması İçin Kampanya” kapsamında Türkiye’nin birçok ilinde imza standları açıldı ve devletin Kürtçeye resmî statü tanıması için talepler dile getirildi. Amed, Wan, Êlih ve Mêrdîn gibi kentlerde binlerce kişi kampanyaya destek verdi. Ancak devlet, bu taleplere yönelik herhangi bir adım atmadı ve Kürtçeye dair talepler görmezden gelindi.
Kürtçe tabelalar kaldırıldı
2018’de TZP-Kurdi (Tevgera Ziman û Perwerdehiya Kurdî / Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi), Kürtçenin kamusal alanda daha fazla kullanılması için "Her yerde Kürtçe konuşalım" kampanyasını başlattı. Kampanya kapsamında, Kürtlerin özellikle kamusal alanda anadillerini kullanmaları teşvik edildi. Esnaf tabelalarının, dükkân isimlerinin ve iş yerlerinin Kürtçeleştirilmesi için çalışmalar yapıldı. Ancak birçok belediyeye kayyım atanmasıyla Kürtçe tabelalar kaldırıldı ve yerlerine Türkçe tabelalar konuldu.
Çağrılara sessiz kaldılar
2019 yılında Dünya Anadil Günü kapsamında Kürt Dil Platformu ve Kürtçe üzerine çalışan sivil toplum kuruluşları, Kürtçenin eğitim dili olması için bir kez daha çağrıda bulundu. "Anadilinde eğitim her insanın hakkıdır" sloganıyla yürütülen kampanyada, çocukların ana dillerini öğrenmeden büyümelerinin ciddi bir kültürel asimilasyona yol açacağı vurgulandı. Türkiye’de anadilinde eğitimin anayasal olarak güvence altına alınması gerektiği belirtilirken, devlet yetkilileri bu çağrılara sessiz kaldı.
‘Kürtçeye Sahip Çık’ kampanyası
2020 yılında, Kürtçeye yönelik yasaklara ve anadil üzerindeki baskılara dikkat çekmek amacıyla Kürt Dil ve Kültür Ağı ile Kürt Dil Platformu tarafından "Kürtçeye Sahip Çık" kampanyası başlatıldı. Kampanya kapsamında, Kürtçenin özellikle eğitim dili olarak tanınması gerektiği ve Kürt çocuklarının anadillerinde eğitim alabilmesi için hukuki düzenlemeler yapılması gerektiği vurgulandı. Ayrıca, kampanyaya destek vermek isteyenler için imza kampanyası başlatıldı. Ancak devlet yetkilileri Kürtçenin eğitim dili olmasına yönelik taleplere herhangi bir olumlu yanıt vermedi.
Çocuklarla Kürtçe konuşulması çağrısı
2021 yılında UNESCO’nun Kürtçeyi "unutulmaya yüz tutmuş diller" listesine almasıyla birlikte, Kürt dilbilimciler ve akademisyenler Kürtçenin korunması için daha fazla adım atılması gerektiğini vurguladı. Kürt Dil Hareketi ve sivil toplum kuruluşları tarafından “Kürtçeyi Konuş, Yaz, Öğret” kampanyası başlatıldı. Kampanya kapsamında, özellikle genç nesillerin Kürtçeyi aktif olarak kullanmasının önemi vurgulandı ve ebeveynlerin çocuklarıyla Kürtçe konuşmaları teşvik edildi.
Bir milyon imza toplandı, dikkate alınmadı
2022 yılında Kürt Dil Hareketi, Kürtçenin anayasal güvence altına alınması ve eğitim dili olarak tanınması için imza kampanyası düzenledi. Kampanya boyunca bir milyondan fazla imza toplandı, ancak devlet yetkilileri bu talepleri dikkate almadı. Aynı yıl içerisinde Kürtçe eğitim hakkı için dijital medya kampanyaları düzenlendi ve #KürtçeResmiDilOlsun etiketiyle binlerce paylaşım yapıldı. Ancak devlet, Kürtçeye yönelik resmi tanıma konusunda herhangi bir adım atmadı.
Kürtçenin dijitalleşmesi de engellendi
2023 yılında Kürtçe dijitalleşmeye yönelik kampanyalar hız kazandı. Kürt Dil Hareketi ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, dijital medyada Kürtçenin daha fazla görünür olmasını sağlamak için dijital kampanyalar düzenledi. Kürtçenin Wikipedia, Google ve diğer dijital platformlarda daha fazla kullanılması için çeşitli çalışmalar yapıldı. Kürtçe içerik üreten medya kuruluşlarına destek verilmesi gerektiği vurgulandı. Ancak Kürtçe üzerindeki sansürler devam etti ve bazı Kürtçe içerikler dijtal medya platformlarında kaldırıldı.
Anayasal güvence şart
Bütün bu kampanyalara rağmen, devletin Kürtçeye yönelik tavrı değişmedi. Kürtçenin eğitim dili olması yönündeki talepler reddedildi, anadilinde eğitim hakkı anayasal güvence altına alınmadı ve Kürtçe üzerindeki hukuki, siyasi ve kültürel baskılar devam etti. Ancak Kürtler, anadillerini korumak için hem bireysel hem de örgütlü mücadelelerine devam ediyor. Bugün hâlâ Kürtçenin eğitim dili olması, resmi statü kazanması ve kamusal alanda özgürce kullanılabilmesi için birçok sivil toplum kuruluşu, akademisyen ve aktivist çalışmalar yürütmeye devam ediyor. Öte yandan Kadın Kültür ve Sanat Derneği (KASED), Mezopotamya Dil ve Kültür Araştırmaları Derneği (MED DER), Kürtçeye yönelik çalışmalarını sürdürüyor.
Sivil toplum örgütleri yaptıkları açıklamalarla, Kürtçeye yönelik baskılar kaldırılmaz ve anadilde eğitim hakkı anayasal güvence altına alınmazsa, Kürtçenin yok olma sürecinin hızlanacağına dikkat çekiyor.