
Ferman'dan özgürlüğe 11 yıl (2)
- 09:01 30 Temmuz 2025
- Dosya
Êzidî kadınların tanıklığıyla Almanya’daki yargılamalar
Derya Ceylan
HABER MERKEZİ - Şengal’de 2014’te yaşanan Êzidî soykırımı, aradan geçen 11 yıla rağmen çoğu ülkede cezasız kaldı. Ancak Almanya, hayatta kalan Êzidî kadınların tanıklıklarıyla dünya çapında ilk kez soykırım suçundan mahkûmiyet kararları verdi. Bu davalar, yalnızca adaletin değil, kadınların belleğinin ve direnişinin de tarihi oldu.
Şengal’de 3 Ağustos 2014’te DAİŞ’in Êzidî toplumuna yönelik başlattığı soykırımın üzerinden 11 yıl geçti. Aradan geçen sürede birçok ülkede cezasızlık sürerken, Almanya ulusal mahkemelerinde açtığı davalarla adalet arayışına somut katkı sundu. 2023 yılı boyunca görülen duruşmalarda hayatta kalan Êzidî kadınların tanıklıkları, çok sayıda DAİŞ üyesinin “insanlığa karşı suç”, “savaş suçu” ve “soykırım”dan mahkûm edilmesini sağladı. Aynı yılın Ocak ayında Almanya Federal Meclisi, DAİŞ’in Êzidîlere yönelik eylemlerini resmen ‘soykırım’ olarak tanıdı. Böylece Almanya, bu suçları hem tanıyan hem de yargılayan ilk ülke oldu.
Nadine K. davası: Kadın tanıklığın gücü
Koblenz Yüksek Eyalet Mahkemesi'nde görülen davada Almanya vatandaşı Nadine K., Suriye ve Irak’ta beş yıl boyunca bir Êzidî kadını köle olarak alıkoyduğu, işkence ettiği ve sistematik tecavüze uğrattığı gerekçesiyle yargılandı. Êzidî kadın “N.”, altı gün boyunca mahkemeye verdiği ifadede yaşadığı fiziksel ve psikolojik şiddeti anlattı. Amal Clooney’nin de yer aldığı hukuk ekibiyle desteklenen davada, Nadine K., “insanlığa karşı suç”, “savaş suçları” ve “soykırıma iştirak” dahil uluslararası suçlardan 9 yıl 3 ay hapis cezası aldı.
Jennifer W. davası: Çocuğun ölümü ve kölelik
Münih Yüksek Mahkemesi'nde görülen davada Alman vatandaşı Jennifer W., Irak’ta 5 yaşındaki bir Êzidî çocuğun ölümü ve annesinin köleleştirilmesindeki rolü nedeniyle önce 10 yıl hapis cezası aldı. Ancak cezanın suçun vahametiyle orantısız bulunduğu temyiz sonucunda, ceza 14 yıla çıkarıldı. Êzidî anne, mahkemede 11 gün boyunca ifade verdi. Failin eski eşi olan Taha A.J.’nin davasında da tanıklık yaptı. Mahkeme, Jennifer W.’nin DAİŞ’in Êzidî toplumunu yok etme politikasına bilinçli şekilde hizmet ettiğini vurguladı.
Soykırım suçundan ilk mahkûmiyet: Taha A.J. davası
Iraklı eski DAİŞ çetesi Taha Al-Jumailly, 2015 yılında esir tuttuğu bir Êzidî kadın ve 5 yaşındaki çocuğuna yönelik eylemleri nedeniyle Frankfurt Yüksek Mahkemesi’nde ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Fail, “soykırım”, “insanlığa karşı suç” ve “savaş” suçlarından mahkûm edildi. 2023 yılında bu karar, Alman Federal Yüksek Mahkemesi tarafından onanarak dünya çapında bir ilk oldu. Bu karar, bir DAİŞ çetesinin Êzidî soykırımı nedeniyle “soykırım” suçundan mahkûm edilmesinin hukuki zeminini oluşturdu.
Êzidî kadınların tanıklığı
Almanya’daki tüm bu davalarda Êzidî kadınlar sadece tanık değil, aynı zamanda müşteki olarak da yer aldı. Alman ceza sisteminin sağladığı bu katılım hakkı sayesinde, kadınlar yargılama süreçlerinde aktif birer özneye dönüştü.
Tanıklıklar yalnızca kişisel değil; kolektif bir hafızayı da temsil etti. Koblenz’deki davada tanıklık yapan “N.”, Êzidî geleneksel beyaz kıyafetiyle duruşmaya katıldı ve şunu söyledi: “Bu dava tüm Êzidî toplumu adına yürütüldü. Ancak adalet tecelli ederse yaşadıklarımızı biraz olsun sindirebiliriz.”
Cinsiyet temelli soykırım: Yeni bir hukuki kategori mi?
Davalar, DAİŞ’in Êzidî toplumunu hedef alarak kadınlara ve kız çocuklarına yönelik cinsel şiddeti bir araç olarak kullandığını açık biçimde ortaya koydu. Tecavüz, köleleştirme, zorla din değiştirme ve hamile bırakma gibi uygulamalar, DAİŞ’in Êzidî kimliğini yok etmeye yönelik planlı politikaların parçasıydı.
Alman mahkemeleri, bu uygulamaları toplumsal cinsiyete dayalı soykırım biçiminde değerlendirdi. Jennifer W. ve Sarah O. davaları, bu yaklaşımı “insanlığa karşı suç” kapsamında ele alarak uluslararası hukuk açısından emsal teşkil etti.
Uluslararası yansımalar ve emsal etkisi
Uluslararası hukukçular ve insan hakları savunucuları, Almanya’nın açtığı davaları, diğer ülkelere “cezasızlıkla mücadele” çağrısı olarak değerlendiriyor. Amal Clooney, “IŞİD yalnızca Almanya’da değil, tüm dünyada yargılanmalı” dedi. Nadia Murad ise, “Bu yargılamalar, geçmişin adaletini ararken geleceği koruma altına alıyor” ifadesini kullandı.
UCM ve Irak neden sessiz?
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), bugüne kadar DAİŞ’in Êzidîlere yönelik soykırımıyla ilgili hiçbir davayı gündemine almadı. Neden? Irak, Roma Statüsü’ne taraf değil. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) ise dosyayı UCM’ye havale etmedi. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ndeki (BMGK) büyük güçlerin (özellikle ABD’nin) çekinceleri süreci engelliyor.
Irak mahkemeleri ise DAİŞ çetelerini genellikle yalnızca terör suçlarından yargılıyor. Bu davalarda soykırım, köleleştirme, cinsel şiddet gibi uluslararası suçlar çoğunlukla gündeme gelmiyor. Bu da, uluslararası hukuk sisteminin en büyük krizlerinden birini görünür kılıyor: Cezasızlık kültürü.
DAİŞ’in işlediği suçlar yeterince tanımlanmıyor, yeterince yargılanmıyor.
Tanıkların sesi: Hafızaya kazınan cümleler
Münih’te Jennifer W’nin davasında ifade veren Êzidî anne, “Kucağımda öldü, onu koruyamadım. Ama artık sesi benim. Kızımın bir mezarı bile yok, ama onun adına konuşabiliyorum artık” dedi.
Koblenz davasında tanık “N.” ise “Geleneksel elbisemle duruşmaya çıktım. Çünkü hala buradayım. Beyaz elbisemi giydim, çünkü kimliğimi yok edemediler” diye belirtti.
Hamburg davasında tanık M., “Sessizlik, kaybolmak demektir. Anlatıyorum ki başka çocuklar kaybolmasın. Her anlatışta tekrar yaşıyorum, ama anlatmak zorundayım” sözlerini kullandı.
Tanıklığın dönüştürücü gücü
Almanya’da yürütülen yargılamalar, sadece bir adalet süreci değil; kadınların hafızasını, iradesini ve direncini yansıtan bir yüzleşme süreciydi. Bu kadınlar, mahkeme salonlarında kimliklerini, acılarını ve hayatta kalma mücadelelerini kayıt altına alarak bir halkın hafızasını yazdı.
Bu yargılamalar, tarihi birer belge olmanın ötesinde, gelecekteki mücadeleler için birer dayanma ve hatırlama zemini olarak kalacak.