
‘Boyun eğmedik, yaşamı örgütledik’
- 09:05 16 Ağustos 2025
- Güncel
AMED - Anayasa Mahkemesi kararıyla 14 yıl sonra tahliye edilen Sevda Arcan, “Ağır koşullara boyun eğmedik, yaşamı örgütledik. Ancak hasta tutsaklar hala ölüme terk ediliyor, adalet değil pişmanlık dayatılıyor” dedi.
Kürdistan ve Türkiye cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri devam ediyor. Durumu kötüleşen hasta tutsaklar ve keyfi hak gaspları ile infazı yakılan tutsaklara dair hiçbir düzenleme yapılmazken tepkiler de artıyor. Bu hak ihlallerine maruz kalanlardan biri de Sevda Arcan. 17 Şubat 2011’de tutuklanan ve 17 yıl hapis cezası verilen Sevda Arcan, 25 Temmuz 2025’te Erzincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden tahliye oldu.
Anayasa Mahkemesi’nin “örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme” suçlamasını iptal etmesiyle birlikte 14 yılın ardından tahliye edilen Sevda Arcan, cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerini anlattı.
'Sudan sebeplerle infazımız yakılıyordu'
İktidarın Kürt halkına yönelik zulmüne ve haksızlıklara sessiz kalmadığını, hakkını savunduğu için gözaltına alındığını belirten Sevda Arcan, “27 Şubat’ta gözaltına alındım, 5 gün gözaltında kaldım. 25 Temmuz 2025’te tahliye edildim. 2023’te tahliye edilecekken infazımız yakıldığı için bırakılmadık. Amed, Mêrdin ve 2012’de Sêrt Cezaevi’nde kaldım. 2017’de Bayburt Cezaevi’ne sürgün edildik. Yüksek güvenlikli cezaevleri sisteminin yeni uygulandığı Bayburt M Tipi Cezaevi’nde kaldık ve burası kadınlar için uygun değildi. Sağlık sorunlarımız vardı, hastaneye gitmemize izin verilmiyordu. Ayakkabılarımızı çıkarmamız dayatıldı; çıkarmadığımız için hastaneye götürülmedik. Bu yüzden bazı arkadaşlarımızın sağlık durumu çok ciddi şekilde kötüleşti” şeklinde konuştu.
'Uygulanan ağır koşullara boyun eğmedik'
Cezaevinin ağır koşullarına boyun eğmediklerini ve her yere şikayette bulunduklarını ancak buna dair bir adım atılmadığını söyleyen Sevda Arcan, “Arkadaşların sağlık sorunları ciddileşince hastaneye terlikle gitmek zorunda kaldık. Kelepçe sorunumuz vardı; doktor kelepçeyi açmaz, ancak komutan ‘aç’ derse açabilirdi. Doktor bu sorumluluğu almıyordu. Kelepçeyi açmayı reddettiğimizde tekrar ring aracına bindiriliyorduk. Ring, insanın nefes alabileceği bir yer değildi; havasız ve kokusu çok kötüydü. Bu işkenceyi çekip cezaevine geri gönderiliyorduk. Cezaevi idaresine rahatsızlığımızı bildirdiğimizde ilaç veriliyordu ama bu yeterli olmuyordu. 4-5 koğuşta 80’e yakın kadın arkadaş kalıyordu. Ranzalar tıklım tıklım doluydu. Dolaplar paslı ve kullanılmaz durumdaydı. Kadınların yaşamını sürdürebileceği bir ortam değildi. Binalar depreme dayanıklı değildi. Elektrik parasını bile bize ödetiyorlardı. Sonradan bu uygulama kaldırıldı, ancak hem maddi hem de manevi olarak çok zorlanıyorduk” ifadelerini kullandı.
'Haksızlığı kabul etmiyorduk'
Sürgün edildikleri cezaevlerindeki yaşam koşullarının ağır olduğunu dile getiren Sevda Arcan, şunları anlattı: “Kışın soğuk olduğu için ailelerimiz görüşe gelemiyordu, yazın ise cezaevleri uzak ve ulaşımı zor yerlerde olduğu için gelemiyorlardı. Haksızlığı kabul etmiyorduk. Hakkımızı istediğimiz ve direndiğimiz için hemen disiplin cezası uygulanıyordu. Orada sizin haklı olup olmamanız onlar için çok da önemli değildi; haksız oldukları halde personelin ne dediği esas alınırdı. Ailelerimizle iletişimimiz kesiliyordu. Bir arkadaşımızın tahliye zamanı yaklaşıyorsa, aldığı disiplin cezaları nedeniyle tahliyesi erteleniyordu. Koşullarımız çok kötüydü. Sürekli şikayet ediyorduk ama bir yanıt alamıyorduk. Ekonomik olarak da çok zorlanıyorduk. Ailelerimizin desteğiyle geçinebiliyorduk.
Bir kova suyla 3-4 kişi yıkanıyorduk
Ciddi anlamda su sıkıntısı yaşıyorduk, duş alamıyorduk. Bir kova suyla 3-4 arkadaş yıkanıyorduk. Ranzalarda yer olmadığı için yerde yatıyorduk. Kar yağdığında hava çok soğuk olurdu, kaloriferler yanmazdı ve elbiselerimizi kurutamazdık. İtirazda bulunuyorduk; bir dönem kabul ediliyor, bir dönem reddediliyordu. Bir türlü düzen sağlanamıyordu. Tutuklu arkadaşların avukatları gelip savunmalarını bile yapamıyordu. İletişimi telefon ya da mektupla sağlıyorduk. Bu sorunlarımızı çok dile getirmek istemedik; çünkü diğer cezaevlerindeki arkadaşlarımızın durumu daha vahimdi. Bu nedenle kendi aramızda çözüm üretmeye ve alternatifler geliştirmeye çalışıyorduk.”
‘Cezaevlerinde insanlık dışı koşullar’
Cezaevlerindeki koşulların ağır olması nedeniyle iki koğuşu birleştirmek zorunda kaldıklarını söyleyen Sevda Arcan, “Tuvaletlerimiz sık sık tıkanıyordu ve kullanılacak halde değildi. Banyo ve tuvaletler iç içeydi; bu koşullarda yaşamımızı sürdüremiyorduk. Sorunlarımızı Adalet Bakanı’na bildiriyorduk fakat hiçbir şey yapılmıyordu. Oradaki sistem yüzünden burası yaşanacak bir yer değildi; insanın değerinin yok sayıldığı bir yerdi. Tüm zorluklara rağmen yaşamaya çalışıyorduk. Bir dolap alabilmek için bile sayısız aşamadan geçmemiz gerekiyordu. Gerekçe olarak ise ‘Adalet Bakanlığı para yatırmıyor, ödenek yok’ deniliyordu. Böylece önümüz kesiliyordu ama biz mücadeleden vazgeçmiyorduk” dedi.
'Milliyetçi bir çizginin radikal çıkışı düşündürücüydü’
2012-13’deki çözüm süreci ile 2025’teki süreç arasında büyük fark olduğunu belirten Sevda Arcan, “2012’deki çözüm süreci, çok daha fazla heyecan yaratan bir süreçti. Bir masaya oturmuştuk ve sorunun çözüleceğini düşünmüştük. Ancak bozulduktan sonra, şu an yaşanan çözüm süreci çok farklı ilerliyor. Tedirginlik hâkim ve sürecin nereye kadar gideceğini sorguluyoruz. MHP ilk çağrıyı yaptığında, milliyetçi bir çizginin bu denli radikal çıkışı bizim için düşündürücü oldu. Kendi bakış açımıza göre yorum yaptık, tartıştık. Onların bakış açısı kendilerine göreydi, biz de kendi penceremizden değerlendirdik. Bu noktada biraz daha sakin kalmamız ve süreçler arasındaki farkı görmemiz gerekti. Yavaş yavaş ve sindirerek tanımını yapmaya çalıştık. Başta tedirgindim fakat şimdi çok umutluyum. Önceki ateşkes süreçlerini yaşamış arkadaşlarımız var. Bu süreçle paralelliklerini tartıştık. Şimdi ise bu süreçte nasıl adımlar atılabileceğini analiz etme imkânımız oldu. Cezaevlerine her iki taraftan da daha fazla bilgi verilmesinden yanayım. Bizim bakış açımızın ne olduğuna dair daha somut aktarım yapılabilmeli” şeklinde konuştu.
'Acılar yaşadık her iki tarafta ölmesin'
Kürt sorununu kabul eden, barış sürecini destekleyen ve iki tarafı da düşünen kesimlere ulaşılması gerektiğini vurgulayan Sevda Arcan, şunları söyledi: “50 yıllık bir mücadeleden bahsediyoruz. Bunun sonucunda Kürt halkı umutlu mu, değil mi, bunu görmek gerekir. Evet, acılar yaşadık ancak artık iki tarafın da ölmemesi gerektiğine inanıyorum. Türkler ve Kürtler olarak birbirimize bakış açımızın değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Birlikte aynı topraklarda yaşayabiliyorsak bu gerçekten çok anlamlıdır. Beraber yaşamın inşası için önce birbirimizle barışmamız ve tanışmamız gerekiyor. Bu konuda önyargıları kırmak çok önemli. Örneğin annelerimiz, her şeye rağmen barışın sağlanmasını istiyor. Diğer tarafın anneleri de annedir ve ayrım yapılamaz. Annelerin bir araya gelmesi gerektiğine inanıyorum. Anneler bütünleşirse süreç daha sağlıklı ilerleyecektir; çünkü annelerin acısı çok daha farklıdır. Bu nedenle bu yaklaşım değerlidir.
Hasta tutsaklar ölüme terk ediliyor
Cezaevlerinde çok sayıda hasta tutsak var. Belki dışarıya çıktığında gökyüzünü sadece bir kez görüp bir daha göremeyecek durumda olanlar var. Gerçekten ciddi sağlık sorunları yaşayan arkadaşlarımız mevcut. Ancak yargı paketinde yer alması gereken düzenlemeler olmadı. Karşılıklı adımların da ötesinde, insan hakları çerçevesinde hasta tutsakların zaten serbest bırakılması gerekir. Zindan koşullarının değişmesi gerekiyor. Yeni sistemde birçok arkadaşımız, kurul kararları nedeniyle tahliye edilmiyor. Bazılarının disiplin cezası bile yok ama hala tutuklular. Hiçbir şey yapmadığınızda bile ‘kavga ettin’, ‘aramada sorun çıkardın’ gibi gerekçeler uydurularak disiplin cezası veriliyor. Biz zaten aramalara karşı değiliz. Bu yüzden önümüze konulan gerekçelerin bir karşılığı yok. Geçmişte yapılan bir eylemi tekrar gündeme getirerek sürekli disiplin cezalarıyla karşı karşıya bırakılıyoruz. Bu nedenle birçok arkadaşımız hala tutsak. Örneğin, Nurcan arkadaşımız sadece ailesiyle konuştuğu için disiplin cezası aldı. 15 yaşında cezaevine girmişti ve hala içeride.”
'Cezaevlerinde adalet değil pişmanlık dayatılıyor'
Cezaevindeki düzenlemelerin, Adalet Bakanı’nın bakış açısına göre şekillendiğinin altını çizen Sevda Arcan, “Kararlar, cezaevlerine göre değişiyor. Bunun ciddiyetle ele alınıp düzenlenmesi gerekiyor. Biz, sadece kendi hakkımızı aradığımız için cezalandırılıyoruz. Onlara yönelik herhangi bir saldırımız yok. Görüşmelerde taleplerimizi olgunlukla iletiyoruz. Sürekli şiddetin yaşandığı adli kadınların bulunduğu bölümler var. Yaşam koşullarımız elbette aynı değil, bu nedenle bize yaklaşımları da farklı oluyor. Bir sorunu çözmek için bazen bir hafta beklemek zorunda kalıyorduk. Bu konularda acilen adım atılması gerekiyor. Disiplin cezaları yüzünden tahliyesi ertelenen çok sayıda arkadaşımız var. Üstelik bu süreçte bile pişmanlığı dayatıyorlar. Biz bunu asla kabul etmiyoruz. Disiplin cezaları, sadece ‘pişmanım’ kelimesini duymak için bir bahane olarak kullanılıyor ve arkadaşlarımızın infazları bu şekilde yakılıyor” dedi.