Mücadeleci beden
- 09:05 25 Ekim 2024
- Jıneolojî Tartışmaları
"Kadın bedenleri, baskı ve zulmün hedefi olurken, aynı zamanda direnişin ve özgürlüğün simgesi haline geldi. Trajik bedenler susturulmaya çalışılsa da, bu bedenler halkın hafızasında direnişi büyüten birer sembole dönüştü."
Beyan Ezizi
İran'da 1979 devriminden sonraki yıllarda Kürt kadınlar, toplu siyasi eylemlerin örgütlenmesinde önemli bir rol oynadılar. Pehlevi rejimine karşı başkaldıranların birçoğu, Kürdistan'ın siyasi koşullarının değişmesi ve bu coğrafyada aralıklarla yaşanan olaylarla birlikte muhalif gruplara katıldı. Kadınların şehir içinde ve dışında tutarlı mücadeleler deneyiminin ve aslında yenilikçi geleneğin kendine ait bir geçmişi ve tarihi vardır. Bu arada sol grupların ve halk örgütlerinin de katkısı öne çıkıyor.
Temmuz 1979'de yani 1979 devriminden sadece birkaç ay sonra kadınların, Merivan halkının protesto hareketinde önemli bir rolü oldu. Bu tarihi olaydan kalan tanıklara, belgelere ve görsellere göre, Merivan kadınlarının "Kanimiran" Kampındaki aktif varlığına ek olarak Kürdistan'ın diğer şehirlerinden çok sayıda kadın, Kürt halkıyla dayanışma içinde bu şehre yürüdü. Dönemin pankartları, sloganları ve basında çıkan haberler, kadınların siyasi mücadele alanına özgürlükçü ve eşitlikçi taleplerle girdiğini gösteriyor. Kadınların bu dönemdeki başarısı, Kürdistan'ın çoğu şehrinde Kadın Meclisi veya Kadın Birliği ve Kadın Örgütleri (Kori Afretan) adı altında kadınların siyasi grupları, örgütleri ve kurumlarını oluşturmuştur. Amaçları, sosyal haklar için mücadele etmek üzere toplum bilincini ve okuryazarlığı geliştirmek, köylerde, şehirlerin varoşlarında, halı dokuma atölyeleri gibi yerlerde kadın örgütleri oluşturmak için kadınları harekete geçirmekti. 19 Ağustos 1979'de muhalefet teşkilat ve parti faaliyetlerinin yasadışı ilan edilmesiyle eş zamanlı olarak Kürdistan'da cihat emriyle birlikte halkın hürriyeti elinden alınarak, demokratik teşkilatların tasfiye edilmesi süreci ile birlikte Kürdistan'daki savaş ve siyasi atmosfer başka bir boyuta girdi.
Kadınlar; muhalefet gruplarına, oturma eylemlerine ve sokak gösterilerine katılarak mücadelenin büyük bir parçası oldular. Kadınların Jin, Jiyan, Azadî Hareketindeki varlığının kökenlerini ve mücadelelerinin merkezi rolünü anlamak için, kadınların demokratik kurumlarının oluşumunun kırk yıldır devam eden tarihsel deneyimlerine ve tüm bu siyasi bedellere başvurmalıyız.
Mart 1979'da tesettürün zorunlu hale getirilmesi sırasında, İran'ın Sine, Merivan ve Kirmanşah gibi bazı şehirlerinde protesto tepkileri oluştu. Aynı zamanda 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün kutlanması, kolektif bir talep ve o zamandan beri her yıl devam eden kesintisiz bir kadın mücadelesi biçimi haline geldi. Bu önemli talepler, kendi eylemlerini gerektiriyordu; kadınlar, yenilikçi geleneklerle direniş ve mücadele taktikleri geliştiriyordu. Bu mevcut ortamda kadınlar kendi bağımsız örgütlerini kurmuş, aynı zamanda ataerkil sistemi eleştirerek cinsiyet ayrımcılığı ve eşitsizliğe karşı mücadele etmiş, siyasi mücadeleler ve toplumsal değişimler alanında da yer almışlardır.
Golrox Qobadi, Mahnaz Metin ve Naser Mohajer'in röportajlarında ve yazılarında belirttiği gibi, Kadınlar Geçici Komitesi, Sanandaj Kadın Konseyi, Merivan Kadınlar Birliği, Saqqez’in Mücadeleci Kadınlar Örgütü ve bir dizi başka örgütün kurulması, kadınların temel değişiklikler yaratmak için programlarının ve onların pratiklerinin bir parçasıydı. Kadın mücadelesi ve talebinin en önemli belgelerinden biri, Saqqez’in Mücadeleci Kadınlar Örgütü’nün ilerici tüzüğünde bulunmaktadır.
Bu tüzük metninin bir kısmı şöyle:
9 ve 10 Şubat 1979'da silahlı ayaklanma, kahraman İran halkına zaferler kazandırabilmişse de halk mücadelesinin örgütsüzlüğü nedeniyle nihai zafere ulaşmadı. Gericiliğin tüm köklerini yok etmeyi başaramadı. Devrimin gücü, emperyalizmin elini İran’ın ekonomik, siyasi ve kültürel ilişkilerinden tamamen kesmeye yetmedi. Bu nedenle, tüm emekçi güçlerin özgürleşmesine kadar ve bireysel sömürüye son verilmesine kadar tüm irtica komplolarını etkisiz hale getirmek ve mücadeleyi sürdürmek için Saqqez’in Mücadeleci Kadınlar Örgütü kuruluşunu ilan eder:
Bu organizasyonun amaçları şunlardır:
*Halkın tüm sınıf ve katmanları için tam siyasi, dini ve sendika özgürlüğüne dayalı Demokratik Halk Cumhuriyeti'nin kurulması; Basın, ifade, grev, gösteri, askeri, eğitim özgürlüğü, fabrika mallarının üretimini ve dağıtımını denetlemek için işçi konseylerinin oluşturulması.
*Köylü meclislerinin şekli ve toprak reformları üzerindeki denetimi ve köylü aile üyelerine göre toprak dağıtılması.
*Özgür ve demokratik İran çerçevesinde tüm İran halkları için özerklik ve kendi kaderini tayin hakkı.
*Ekonomik, siyasi ve kültürel konularda kadın-erkek eşitliği, ülke çapında kadın örgütleri oluşturma çabaları.
*Doğum öncesi ve sonrası sosyal refah sağlamak için sendika mücadelesi; çalışan ve özellikle işçi kadınların çocuklarına kreş kurmak. (Ayendegan dergisi, 28 Mayıs 1999)
Bu tüzüğün maddeleri ve bölümleri o kadar ilerici ki yıllar sonra hala geçerliliğini koruyor ve yürütme yetkisine sahip.
Kürdistan gazetesinin çeşitli sayılarında yer alan 22 Ocak 1946 Kürdistan bağımsızlık töreninde Mahabad Cumhuriyeti'nin 23 önemli siması, dinleyicilere hitap etti. Konuşma yapan 16 kişiden ikisi kadındı. Her ikisi de kız okulu öğretmeni olan kadın konuşmacılar, Kürdistan'ın bağımsızlığını onurlandırdılar ve kadınların mücadeleye aktif katılımının gerekliliğini vurguladılar. Hocalardan biri olan Hatice Mecdi şöyle dedi: “Şimdi sevgili bacılarımız, sevgili erkek kardeşlerimize göz atarak el sıkışalım. Çünkü görüyorum ki vatan anası, biz de aziz kardeşlerimizin konumuna gelelim diye kızlarının sosyal faaliyetlere, eğitime girmesini bekliyor.”
Bugün dünyanın her yerinde, vatanın özgürlüğü için kardeşler gibi bir araya gelen kız ve erkek çocuklara ihtiyaç var. Önceden de "Kumle" dergilerinde açıkça dile getirilen bu siyasi çizgi, erkeklerin ve kadınların konuşmalarında, gazetelerde ve edebiyatta defalarca dile getirildi. Yaklaşık iki hafta sonra kız okulu öğretmenleri bağımsızlığı kutlamak ve Kürdistan liderini tanıştırmak için bir toplantı düzenlediler.
Kadın Partisi'nin kuruluşundan sonra yayınlanan Kürdistan gazetesinin haberine göre, bu törene çok sayıda Kürdistan Demokrat Partisi kadın üyesi ve her kesimden insan katıldı. Bu tarihi toplantıda konuşmacılar, kadınların her zaman eşlerinden kendilerine para, giysi ve altın vermesini beklememeleri gerektiğini belirterek, “Sevgili hanımlar, kızlarınızı evde tutsak ederek onların talihsizliğine sebep olmayın. Kızlarınızı okula gönderin ki okuryazarlığı olmayan kadınlar gibi olmasın ve ulusal haklarını savunabilsinler. Özellikle Kürt kadınlar, medeni yabancı kadınlarla aynı konuma gelebilsinler” dediler.
Sonraki konuşmacılar, biz kadınların özgürlüğümüzü defalarca kutlamamız gerektiğine işaret ediyor. Bütün dünya bilmelidir ki Kürt kadınlar, özgürlüğü erkeklerden daha çok sever. Kendilerini erkeklerden daha aşağı bir konumda gördükleri için kadınları eleştiriyorlar. Kadınları, Rıza Şah diktatörlüğünün düşmesine sevinmeye ve kızlarını anadillerinde eğitim gördükleri okula göndermekten çekinmemeye çağırıyorlar. Ardından katılımcılar Demokrat Parti'ye para bağışlıyor. Gazete, partiye para ve altın veren 41 kadının ismini verdi. Aslında kadınların çeşitli mücadele alanlarına girişi, özneliği, direnişi ve çeşitli örgütlere katılımı onlarca yıl önce başladı. Jîna hareketinde, farklı şehirlerde kadınlar tarafından başlanan ve sokak protestolarının ön cephesini oluşturan geniş protesto çevrelerinin oluşumuna tanık olduk. Şimdiye kadar devam eden Jin, Jiyan, Azadî Hareketinin ilk kıvılcımlarından çok fazla araştırma gerektiren önemli dersler bulunmaktadır.
Kürdistan eyaleti, İran'ın en polisiye tedbirlerin alındığı eyaletlerinden biridir. Her eylem ve organizasyonun kökleri bu coğrafi noktadadır. Jin, Jiyan, Azadî Hareketinde, en başından beri Ayçi Saqqez mezarlığında başörtülerini çıkaran ve siyasi sloganlar atan kadınların varlığının, tarihsel bir geçmişi olan siyasi gösteri ve praksislerin yeniden üretimi olduğuna açıkça ve aynı zamanda güçlü bir şekilde tanık olduk. Kadınların öncü olduğu mücadeleler, çok yüksek bir örgütlenme ve seferberlik kapasitesine sahiptir. Kürdistan'daki bu potansiyel, halkın yıllarca süren kolektif faaliyetinin ve saha aktivizminin sonucudur. İran Kürdistanı sivil toplumu; Jina hareketi ile uluslararası düzeyde aktivizm, mücadele ve direniş anlayışında yeni sorular ve ufuklar yaratan Ortadoğu'daki en güçlü sivil toplumlardan biriydi.
Kürdistan'daki en güçlü ve en verimli toplumsal hareketler, yıllardır kesintisiz ve nesnel olarak faaliyet gösteriyor. Kürdistan toplumu, son yıllarda İran'da en güçlü öğretmenler hareketini, en güçlü kadın hareketini, en güçlü çevre hareketini vb. yaratmış ve örgütlemiştir. Bunda kadın aktivizmi ve mücadelesinin katkısı çok önemlidir. Birkaç kuşak kadın, kolektif eylemin temellerini güçlendirdi ve yaratıcı geleneklerini genişletti; 15 Mart 1946'da Mahabad'da Mina Gazi tarafından Kürdistan Demokratik Kadın Birliği'nin kurulmasında tanık olduğumuz gelenekler gibi. Yönetim kurulu bulunan sendikalara üyelik aidatları ödeniyor, şehrin mahallelerinde kadınların okuma-yazma eğitimi için öğretmenler istihdam ediliyordu. Birçok kişi bugün sadece Kürdistan'ı ve Kürt kadınlarının direnişini ve saha çalışmasını görüyor; ama bilmiyorlar ki bu örgütlenme ve kolektif çalışma, Kürdistan'da yıllardır oluşan ve büyük bedeller ödenerek sürdürülen hareketlerin sonucu.
Trajik beden/şehit
Türkiye'de bulunan Bakur'da birçok baba ve anne, çocuklarının kalıntılarını, içinde bir dizi kemik bulunan bir kutu veya kefen içinde teslim alıyor ve cenazenin muhafazası veya teslimi dahil ödemeleri gereken bir fatura ile ücretlendiriliyor. Para ödeyip sevdiklerinin bedenlerini alır ve defnederler. Cansız bedenlere el koymak, cesedi kaçırmak, cenazeyi kontrol altına almak; baskı mekanizmasının bir parçasıdır. Yedi yıl sonra Kürt savaşçı Hakan Arslan'ın kemikleri, bir çanta içinde babasına teslim edildi ve babası bu kemikleri geri alarak ailesi, akrabaları ve yoldaşlarının yanına gömdü. Bu kemikler, kolektif hafızada rol oynar.
Türkiye destekli çete grupları, Barin Kobanê'nin kanlı bedenini teşhir etmek için elbiselerini yırtıp bu kadın gerillanın vücudunu parçalama eyleminde bulundu. Bu davranış, halkın öfke ve tepkisine neden olmuştur. Başka bir olay da Çakak adlı kadın savaşçının yaralı yakalanıp, erkeklerin bu kadın bedenine yönelik akla gelebilecek her türlü şiddeti (işkence, tecavüz) uygulayıp aşağılaması ve yapılan iğrenç eylemlerin -faillerin gülerek- kaydedilmesidir. Ama buna rağmen biz, bu tür eylemlerle kadın bedeninin aşağılanmadığını, aksine özgürleştiğini ve yüceltildiğini biliyoruz.
Siyasi ailelerin ortak deneyimlerini yeniden okurken, hala söylenmemiş anahtar kelimeler var. Aslında birçok ailenin Paylaştığı Deneyimler (Shared Experiences) benzer ve hala tam olarak bilinmemektedir. İktidar öznesinden defalarca cevap talep eden veya dava açan ailelerin talepleri cevapsız kaldı. 80’li yıllarda karanlık ve parlak sosyo-politik atmosferin ortasında, şafak sökerken ve dondurucu kışlarda ya da öldürücü sıcak yazlarda köy ve şehirlerden uzun mesafeler kat ederek eyaletlerin başkenti ya da Tahran'daki merkez cezaevlerine giden aileler haber bekliyor. Çocuk, kardeş, baba, anne ve eşleriyle görüşme isteyen aileler; birçok kez gergin gardiyanlar tarafından herhangi bir cevap yerine, küçük bir çanta, siyah naylon, küçük bir karton, buruşuk zarf almışlar. Onlar çuvalı açtıklarında son giysiler, bazen bir mektup, hurma çekirdeklerinden yapılmış kolyeler, alt köşesinde küçük bir yazı veya kalp bulunan sınırlı renklerle işlemeli iplik parçaları bulmuşlar. Bu eşyalar, seksenlerde siyasi bir infazdan sonra geriye kalanlarıdır. 1980'li yıllarda Kürdistan’da idam edilen birinin ablası olan S.K. şöyle anlatıyor:
“Sabah altıda Sine Merkez Cezaevi'ne vardık. Önceki gece Baneh'ten yola çıktık ama araba birçok kez karlı yolda takılıp bozuldu ve sonunda vardık. Kardeşimle buluşacaktık ama gardiyan anneme bağırıp durdu “teyzeciğim oğlunuz burada değil.” diye. Öğlene kadar orada kaldık, tekrar kapıyı açtılar ve içeri girdik. Kardeşimi göreceğim düşüncesinin sevinciyle yüreğim ısındı ve mutlulukla doldu. Yaşlı anne ve babamızla ilerledik. Gardiyandan ağabeyimin yamalı çorapları, hapishane sigara kağıtlarından yapılmış tespih ve küçük bir defter alabildik. Ağabeyim idam edildiğini bu şekilde anladık.”
Cansız beden; sorgulamalardan, kadınlara yapılan işkencelerden, tecrit alanından, hapishane atmosferinden, havasızlıktan, soğuk havalarda karla yıkanmaktan, suçlama biçiminden ve avukatsız savunmadan, aynı zamanda işkence masası olan sorgu masasının üzerinde yanan lambadan ve zorunlu itiraflardan hiç konuşamaz. Cansız beden; ateş ve kandan, delilik ve işkence saatlerinde parçalanan vücudun gücünden, sürekli silah sesleriyle geçen gece ve gündüzlerden konuşamaz. Ama en güzel ölülerimiz henüz aşkın yüzünü öpmemiş gençlerdi.
Trajik beden, bakire bir kadın idam edildikten sonra cennete gitmesin diye bu kadın savaşçıya tecavüz ettikleri gecenin son saatlerini anlatmıyor. İşkence olarak tecavüz hiçbir zaman kriminalize edilmedi, çünkü cenazeye dönüşen beden, cansızdır ve ona yapılanları anlatamaz. Çünkü bu bedenler; kaçırılarak, yanık, kablo, bot ve kırbaç izleriyle birlikte gece vakti kimsesiz mezarlığına gömülmüştür. Trajik bedenler; Orta Çağ'dan kalan işkence yöntemleriyle, aç midelerle ama tok ve zengin beyinlerle öldürüldü. Hayatta kalan kişi ise tanık veya anlatıcı olabilir ve idam edilen kadının hapishane veya gözaltı merkezine gitmeden önce var olduğuna ve "yaşadığına" tanıklık edebilir. Bu on yılda duyulmamış, söylenmemiş, sansürlenmiş ve gömülü kalmış anlatıların birikimi o kadar fazladır ki herhangi bir işaret, herhangi bir görüntü, herhangi bir isim birçok olayı çağrıştırabilir. Her anlatı çağrısında ayrıca son saatleri ve günleri hatırlamak için bir tanık vardır.
Benjamin'in Tarihle İlgili Tezleri’nde ki sözlerinden yola çıkarak işkence gören her trajik bedenin şimdi özgür olmak için geçmişi bırakması gerektiğini, ancak bu geçmişin asla bırakılmadığını söyleyebiliriz. Çünkü trajik beden, kendisi özgürleşmeyen politik bedendir. Suç örnekleri anlatılmamış ve bu toplu travmalar hiç işlenmemiştir. Tüm bu olayların acısı, fiziksel bir tarihsel travma haline gelmiş ve travmatize edilmiştir.
Bu kadınların bedeniyle savaşan bu anlatılar ve gerçek tanıklar hiçbir zaman çağrılmadı. Yas, sonsuza dek çözülmeden kaldı ve travmatik ıstırabın bir sembolü ve işareti olarak Jîna'nın ölümüne kadar devam etti. Seksenli yılların siyasi ailelerinin yarım kalan yasları, Kürdistan'da anlatıların birikmesiyle Jîna Emînî'nin cansız bedeniyle özdeşleşmeye yol açtı. Bu nedenle Jîna'nın trajik ölümü, bir sembol haline geldi. Jîna bir protesto, farklılık ve mücadelenin somutlaşmış trajik bir sembolü haline geldi.
Jina'nın cesedini geri almak ve onu memleketine gömmek; ezilenlerin güç sahiplerinden bedenini geri alma, onun gözü önünde kendini toprağa verme ve kendine yas tutma sembolü haline geldi. Bütün bu yıllar boyunca, toprağa verilen ölülerin aileleri, savaşçıların bedenleri üzerinde yas ritüelleri yapmak istediler, ama bu talepleri reddedildi. Kardeşlerinin cansız bedenlerini gömmek, ağlamak ve yas tutmak istediler, ama bu istek her zaman cevapsız kaldı ve onlarca yıl sonra bile hâlâ yas tutuyorlar.
İdam edilen mahkum Ramin Hossein Panahi'nin defnedildiği yer, hâlâ yaşlı annesinden saklanıyor. Ramin'in annesi tüm Kürdistan toprağını oğlunun bedeni olarak görüyor ve Jîna Emînî'nin mezarına gittiğinde Jîna'nın mezar taşına sarılarak ağlıyor. Bütün bu yıllar boyunca Kürdistan'ın travma yaşayan toplumu; kızların, kadınların, erkeklerin, hatta ailesi olmayanların, kaybedilenlerin ve öldürülenlerin bedenlerini, isimsiz bedenleri geri almak istedi. Jîna'nın trajik bedeni Ayçi Saqqez mezarlığına vardığında -varış ve doğum yeri ile olan bu bağlantı- aslında bu varış; bedenin, Tahran'ın merkezinden kendisi de merkez haline gelen periferik Kürdistan'a olan yolculuğunun sonudur. Halk kitlelerinin baskıcı iktidardan geri alabildiği mekansal beden; artık yas ritüelleri olmadan gömülmez ve şimdi bu kadın bedeni, bir isyana sebep olur.
Ayçi Mezarlığı’nda yaşananlar aslında sembolik bir cenaze töreniydi. Bir kadın bedeninin yeniden ele geçirilmesi sahnesi, bu yasta cesetsiz bırakılan diğer kimliği belirsiz ölülerin yeniden yakalanmasının bir simgesi ve baskın bir gösterisi idi. Jîna Emînî örneği, 80'lerden bu yana trajik bedenlerin, bu yıl, ay ve günlerde öldürülenlerin kurtarılmasıdır. Bu hareket, hapishane dosyaları arasında dolaşan tüm ruhların genel bir çağrısıdır. Bundan önce disipliner iktidar sisteminin tüm unsurlarıyla sakladığı kayıp, parçalanmış bedenlerin dinlenmesi ve huzura kavuşmasıdır.
*Yazının devamı “Kurban Olan Beden ” başlığıyla haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî dergisinin “Rojhilat” dosya konulu 28. sayısından kısaltılarak alınmıştır.
Farsçadan çeviren: Pune Aştiyani