İHD’den ‘devlet şiddetine karşı direniş’ paneli

  • 17:00 22 Kasım 2025
  • Güncel
ANKARA - İHD Ankara Şubesi’nin 25 Kasım etkinlikleri kapsamında düzenlediği “kadın direnişi” panelinde çok boyutlu şiddet biçimlerine dair aktarımlar yapıldı. Panelde, kadınların her alanda uğradığı çok yönlü şiddetin iktidarın politikalarının bir yansıması olduğuna dikkat çekildi.
 
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında, İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesi, “Devlet şiddeti giyindiğinde kadınlar direnişe soyunuyor” başlığıyla Çankaya ilçesinde bir mekânda panel düzenledi. Panele Tuğba Kahraman moderatörlük yaparken, Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) Kadın Komisyonu’ndan Fatma Sürücü, Polen Ekolojik Kolektifi’nden Çise Yıldız, İHD Ankara Şube LGBT+ Komisyonundan Bilge Özen ve İHD Ankara Şube Gençlik Komisyonu’ndan Zehra Camcı konuşmacı olarak yer aldı.
 
Şiddetin çok boyutlu türlerine dikkat çekildi 
 
Çok sayıda kişinin katıldığı panelde ilk olarak konuşan Fatma Sürücü, 25 Kasım’ın tarihsel sürecine değindi. Fatma Sürücü, “Bugün burada kadına yönelik şiddetin bir kader değil, kadınların varoluşunu kıran bir politik tavır olduğunu hatırlatıyoruz. Şiddet biçimleri, kadınların varoluşunu hedef alan erkek egemen sistemin bir tahakkümü olarak karşımıza çıkmakta. Yaşamın her alanında şiddet türleri karşımıza çıkıyor. Kadınlar birçok şiddet türüne maruz kalabiliyor. Kadınların görünmeyen ev içi emeği ve ekonomik durumda maruz kaldığı şiddet türleri mevcut” dedi.
 
‘Cinsiyetçi dil kadınların kendisi olma iradesini kırıyor’
 
Toplumsal cinsiyet rollerinin ve cinsiyetçi ifadelerin şiddetin başka bir biçimi olduğuna değinen Fatma Sürücü, “Bu dil, kadınların kendisi olma iradesini kırıyor. Anadilde eğitim hakkına, sağlık hakkına erişememe de başka bir şiddet türü olarak karşımıza çıkıyor” diye belirtti.
 
‘Kadın bedeni üzerine tahakküm kuruluyor’
 
Kürtaj hakkının ihlal edilmesine işaret eden Fatma Sürücü, bu hakkın engellenmesiyle kadın bedeni üzerinde bir tahakküm kurulduğuna dikkat çekti. Ardından dijital şiddete dair aktarımlarda bulunan Fatma Sürücü, “Kadınların fotoğrafları izinsiz olarak kullanılıyor, ısrarlı bir şekilde takip edilebiliyor. Bütün bunlar kadınların kamusal alandaki varlığını, özgürlüğünü hedef alıyor” diye kaydetti.
 
‘Aile yılı ile kadınların aile içine hapsedilmesi’
 
Kadına karşı şiddeti üreten bir diğer yerin de aile olduğuna vurgu yapan Fatma Sürücü, iktidarın kadınları “aile yılı” uygulamalarıyla aile içine hapsettiğini söyledi. Fatma Sürücü, iktidarın 2025 yılını “aile yılı” ilan etmesinin tesadüf olmadığını belirtti.
 
‘Savunmaya büyük bütçe, kadınlara yok denecek kadar az’
 
Bütçe görüşmelerinde açığa çıkan sonuçtan söz eden Fatma Sürücü, “Savunma sanayi alanına ayrılan bütçe 2 milyar iken, kadınlara neredeyse yok denecek kadar az bir bütçe ayrılıyor. Bu bir ideolojik tercih ve politika dayanağı. Bu politika kadını yoksullaştırdığı gibi yoksunluğa sebep oluyor, kadına psikolojik şiddet olarak geri dönüyor” şeklinde konuştu.
 
‘Şiddet kurumsal ve yapısal’
 
Dilovası’nda parfüm fabrikasında yedi kadının yaşamını yitirmesini hatırlatan Fatma Sürücü, “Kadınlar geçinebilmek adına güvencesiz işlerde çalışmaya razı kılınıyor. Bu tablo bize şunu gösteriyor ki kadına yönelik şiddet kurumsal ve yapısal biçimiyle yansıyor” diye belirtti.
 
‘Kadın mücadelesi ile ekolojik mücadele ayrı düşünülemez’
 
Ardından söz alan Çise Yıldız, ekoloji mücadelesinin kadın mücadelesinden ayrı düşünülemeyeceğini söyledi. Çise Yıldız, “2025 yılında çok kritik gündemler sürekli olarak önümüzdeydi. Aile yılı, nafaka konusu, kürtaj hakkı… Bunların tamamı kadınların bedenlerine yönelik müdahaleler. Ekolojik hareketin gündeminde iklim kanunu geniş bir yer tuttu ve ciddi mücadeleler verildi. Şirketlerin işçiyi yoğun bir şekilde sömürürken doğal kaynakları da sınırsızca talan ettiğini, etmeye hazırlandığını görüyoruz. Bunun arka planında Türkiye’nin ekonomi politik durumu söz konusu. Türkiye’nin iki politikası var: Yabancı yatırımlara ülkeyi cazip hale getirebilmek için her türlü kuralsızlığı normalleştirmek; doğayı talana, emeği sömürüye açmak. İktidarın sermaye programından bahsettiğimizde kadın mücadelesi ile ekoloji mücadelesinin bağlantılı olduğunu görüyoruz” dedi.
 
‘Ekoloji mücadelesinde kadınlar en ön saflarda’
 
Ekoloji mücadelesinde kadınların en önde yer aldığına vurgu yapan Çise Yıldız, “Doğayı koruma mücadelesi verirken aynı zamanda oradaki sosyal yaşamı, ekonomik faaliyetleri yok edecek girişimlere karşı mücadele ediyorlar. Doğayı, emeği korumak adına kadınların mücadelesi büyük bir önem taşıyor. Saldırılar ne kadar büyük olsa da kadınların önümüzdeki en büyük güç olduğunu söyleyebilirim” ifadelerini kullandı. 
 
‘Her alanda özgürlüğümüz ihlal ediliyor’
 
Bilge Özen ise, “Bütün kadınların hemen hemen her alanda özgürlüğümüzü ihlal etmeye çalışan bir yapıya karşı direnir halde buluyoruz” diye belirtti. 
 
‘KYK’lerde Siyasal İslamcı yaşam biçimi dayatılıyor’
 
,Genç kadınların üniversitelerde karşılaştığı şiddet biçimlerine ilişkin konuşan Zehra Camcı, “Şiddetin iki farklı yerden geldiğini görüyoruz. Birincisi aile, ikincisi devlet veya devlet eliyle var olan kayyum yönetimi olan okullar, üniversiteler. Üniversiteye geldiğimiz ilk andan itibaren damgalanmanız ya da uğradığınız tacizler, barınma hakkınızın çok kısıtlı olması ya da devlet eliyle düzenlendiği için devletin kendi görmek istediği kadın biçimine sokmaya çalıştığı alanlar oluyor. Örneğin KYK’ler… KYK yurtlarını muhafazakâr Siyasal İslamcı yaşam biçiminin genç kadınlara dayatılması için oluşmuş bir kurum olarak görüyorum. KYK’nin bir yaşam alanı olarak değil, devletin kendi propagandasını yürütmeye çalıştığı bir alan olduğunu görüyoruz. Örneğin yurtlarda bulunan psikologlara ‘manevi danışman’ denmesi, İslami etkinliklerin düzenlenmesi bunun göstergesi” sözlerini kullandı. 
 
‘Kadınlar için kampüsler güvenli alan olmaktan uzak’
 
Öğrencilerin yaşadığı barınma sorununa ilişkin ise Zehra Camcı, KYK’lerde yaşanan yemek zehirlenmelerinin sürdüğünü söyleyerek şöyle devam etti: “Asansör düşmeleri ve ölümler… Zeren Ertaş 2 sene önce asansör düşmesiyle öldüğünde hiçbir yaptırım uygulanmamıştır. Geçtiğimiz zamanlarda yine Ankara’daki bir yurtta 100’e yakın öğrenci zehirlenmişti. Bunlar için gerekli önlemler hiçbir zaman alınmıyor ve alınmayacaktır. Başka bir nokta da kampüslerde yaşadığımız şiddet ve taciz durumu. Özellikle muhalif kadınlar olarak, devrimci mücadele veya insan hakları mücadelesi veren kadınlar olarak alanlara çıkan kadınlar için kampüsler güvenli bir alan olmaktan çıkıyor. Bu da kayyum rektörün ve faşist çetelerin okulda kol gezmesi, istediği şekilde söz üretebilmesinden kaynaklanıyor. Muhalif kimlikte öğrenciler fişleniyor; hem okulun hem faşist çetelerin baskılarına ve tacizlerine maruz kalıyor.”