Güvenlik barajlarıyla doğa, hafıza ve yaşam kuşatma altında

  • 09:04 10 Haziran 2025
  • Ekoloji
Derya Ren
 
MÊRDÎN - Ekolojist ve eski HDP milletvekili Beyza Üstün, güvenlik barajlarıyla doğanın sistematik olarak tahrip edildiğini, halkların hafızasının ve yaşam alanlarının bilinçli şekilde hedef alındığını söyledi. Mezopotamya'da kültürel ve ekolojik miras sermaye birikimine açıldığına dikkat çeken Beyza Üstün, halkın belleğini koruyarak mücadelesini verdiğine işaret etti. 
 
Ekolojik yıkımın her geçen gün derinleştiği günümüzde, devletler başta olmak üzere dünya genelinde varlığını sürdüren kimi kurum ve kuruluşların çıkardığı yasalar, ekolojik yıkıma zemin hazırlıyor. Güvenlik gerekçesiyle yakılan ormanlar, savaşa peşkeş çekilen mera alanları, ovalar bunların başında geliyor.
 
Kürdistan’da yaşanan ekolojik tahribat ise her geçen gün derinleşirken, devletin bu tahribatları güvenlik politikaları adı altında yapması, yaşanan yıkımın yanı sıra halkın yerinden zorla göç ettirilmesine ve sömürüye maruz kalmasına neden oluyor. Öte yandan kurulan HES’ler ve barajlarla bölgenin ekosisteminde olumsuz değişiklikler yaşanırken, buna karşı direniş gösteren halk çeşitli yollarla bastırılmaya çalışılıyor.
 
Kürdistan başta olmak üzere yaşanan ekolojik yıkıma ve buna karşı verilen direnişe dair Ekolojist, Akademisyen ve HDP eski milletvekili Beyza Üstün değerlendirmelerde bulundu.
 
‘Savaşla sınır genişletilmeye çalışılıyor’
 
Kapitalizmin içine ulus devletlerin de dahil edilmesi gerektiğini belirten Beyza Üstün, devletlerin kendi varlıklarını sürdürmek için hegemonyalarını artırarak bölgelere müdahale ettiğini kaydetti. Beyza Üstün, “Bunu, eşitsizliklerin ya da mücadelenin fazla olduğu yerlerde daha aşırı bir şekilde yapıyor. Mezopotamya havzasında Kürt özgürlük mücadelesi, ulus-devlet hegemonyasına karşı farklı alanlarda mücadele eden bir yerde duruyor. Bunu kırmak için farklı yol ve yöntemlere başvuruyor. Örneğin Filistin’de İsrail, bir taraftan savaşla sınırı genişletmeye çalışıyor, bir taraftan su havzalarına el koyuyor. Mezopotamya havzasına baktığımızda, bir taraftan kurulan güvenlik barajlarıyla var olan mücadeleyi kırmaya çalıştı. Bunu neden yapıyor peki? Çünkü var olan siyasi gücüyle bunu yapamıyor; bundan kaynaklı da baskı ve zulümle var olmaya çalışıyor. Baskı ve zulmün amacı tahakkümü güçlendirmektir. Bunun sonuçlarını hiç acımadan uyguluyor: öldürmek, yerinden zorla etmek, yakmak gibi şeylere başvuruyor” ifadelerini kullandı.
 
Güvenlik barajları
 
Güvenlik barajları adı altında, mekânların ve orada yaşayan halkın birbirinden koparılmaya çalışıldığını belirten Beyza Üstün, “Güvenlik barajı adı altında uluslararası alanda üretilen yeni bir politikaya devam ettiklerini görüyoruz. Bunun iki yönü var. Biri, BM Dünya Su Konseyi’nin kuruluş esasları: ‘Su ve su havzaları sermaye birikimine sokulmalı, yani metalaştırılmalı. Bunun politik süreçleri ya da rejimleri yapılandırılmalı ve ulus-devletler bunu uygulamalı’ diyor. Bir taraftan, 1990’lı yıllar ve öncesinde halkları birbirinden koparma; güvenlik barajları adı altında tahakkümünü güçlendirme çabalarıyla suyu hapseden politikalara böyle bir strateji ekleniyor. Sermaye birikimini burada güçlendiriyor. Suyun daha güçlü olduğu Karadeniz ve Kürdistan coğrafyasında bunu yapıyor” dedi.
 
‘Tahakküm altına alma süreçleri ekleniyor’
 
Ekolojiye şiddet uygulandığını belirten Beyza Üstün, bu şiddet biçimlerinin birbirini takip ettiğini söyledi. Beyza Üstün şöyle devam etti: “Birinde güvenlik barajı üzerinden güvenlik kuvvetlerinin ihtiyacını çıkarırken, örneğin Karadeniz’de polis için gaz çıkarıyor. Buna itirazlar yükselince şiddeti daha da artırıyor. Uygulanan politikalar aynı ama eşitsizliğin olduğu bölgelerde bunu daha şiddetli bir şekilde yapıyor. GAP’tan itibaren Kürdistan’da ve Mezopotamya havzasında uygulanan stratejinin içine sermaye birikimi, metalaşma, şirketler tarafından tahakküm altına alma süreçlerini ekliyor. Onun paraleline baktığımız zaman, suya müdahale etme süreçlerine özel güvenlik kuvvetleri atıyor. Daha sonra bunu kadrolaştırıyor, ardından İçişleri Bakanlığı’na bağlayıp silahlandırıyor. Adım adım şiddetin araçlarını yükseltiyor. Amaç, hem kendi siyasal varlığını sürdürmek hem de bulunduğu kapitalist sistemin yaşadığı krizlerden çıkış için araç olmak. Bunu tüm coğrafyaya yaymaya çalışıyor.”
 
Sömürünün şiddetlenmesi
 
Kürdistan coğrafyasındaki bazı bölgelere 2014 yılına kadar herhangi bir müdahalenin olmadığını ifade eden Beyza Üstün, “Bu tarihten sonra maden şirketlerine su havzaları açılmaya başlandı. 2014-2015’te kaya gazı sondajları Hozat-Silvan bölgesinde yapıldı. Ancak insanların haberi dahi olmadı. Dikkat edelim, bunu çözüm sürecinin devam ettiği zamanda yapıyor; sonra şiddetlendiriyor, artırıyor. Ne zaman tahakküm artarsa, o zaman sermaye birikimi daha da hızlanıyor. Kentsel dönüşümler bunun bir parçası. Örneğin Sur’da, oradaki halkı kopararak hem barınma hakkını hem de kentsel dönüşüm üzerinden sermaye birikimini sağlama, hem de orada kendi siyasi kentini inşa etme şansını yakalamaya çalışıyor. 2012 yılından bu yana Diyarbakır Mimarlar Odası’nın Sur için açtığı davalar var. Yerinden zorla edilen kişilerin sonra birer sömürü çarkı içine nasıl alındığını görüyoruz. Bu sömürü çarkı içinde yaşanan iş cinayetleri bunun bir parçasıdır” dedi.
 
Sömürünün boyutları
 
İşçilerin bütünüyle sömürü içerisinde yer aldığına işaret eden Beyza Üstün, “Ancak savaş bölgesinden gelen kişiler daha çok işe ihtiyaç duyduğu için sömürü sistemini kabul ediyorlar. Öte yandan aileden sadece bir kişi değil, tüm aile sömürü düzeni içinde eziliyor. Tabi kadınlar daha çok sömürülüyor; hem emek açısından hem de bedensel olarak. Örneğin Ankara Sincan’da internet üzerinden satılan Ezidî kadınların durumu var. O insanlar kölelik durumunu yaşıyor. Sömürünün bütün boyutlarına bakmak gerekiyor” diye ekledi.
 
‘Halk belleğini koruyarak mücadelesini veriyor’
 
“Halkın mücadelesini kınamak çok haksızlık. Önemli olan o mücadeleyi vermesi” diyen Beyza Üstün, son olarak şunları söyledi: “Halk belleğini koruyarak mücadelesini veriyor. Nerede olursa olsun kendi kültüründen vazgeçmiyor. Bu en büyük direniştir. Halk mücadele vermiyor diye düşünmemek gerek. Eksik olan şey, birlikte bir mücadelenin olmamasıdır. Mücadele sadece lokasyonda yapılan mücadele değildir. Politik ve örgütlü mücadele gerekiyor. Neden ve ne için mücadele verildiğini bilmek gerekiyor.”