Görünmeyen emeğin isyanı (4)

  • 09:01 28 Nisan 2025
  • Dosya
 
  
Sömürgecilikten direnişe uzanan bir emek tarihi
 
Derya Ceylan 
 
HABER MERKEZİ – Asya’da kadın emeği, yalnızca sömürünün değil; direnişin ve özgürlük mücadelesinin de tarihini yazıyor. Hindistanlı kadın işçiler, 1 Mayıs meydanlarında görünmeyen emeği görünür kılmaya devam ediyor.
 
1 Mayıs, yalnızca daha iyi ücret ve insanca çalışma koşulları taleplerinin değil; aynı zamanda sömürgecilik, patriyarka ve görünmeyen kadın emeğine karşı yürütülen uzun soluklu bir mücadelenin simgesi olarak varlığını sürdürüyor. Bu mücadele sadece Batı merkezli kapitalizmin ihtiyaçlarına göre şekillenen toplumlarla sınırlı kalmadı; tersine, Asya kıtası, 1 Mayıs’ın çok katmanlı ve tarihsel derinliğe sahip anlamlar kazandığı yerlerin başında geliyor.
 
Asya’da gelişen işçi hareketleri, sadece ekonomik hak arayışıyla sınırlı kalmadı; ulusal bağımsızlık, toplumsal özgürlük ve cinsiyet eşitliği taleplerinin bir araya geldiği güçlü bir zeminde yükseldi. 19’uncu yüzyılın sonu ile 20’nci yüzyılın başlarında Avrupa sömürgeciliği altında sanayileşen Asya ülkeleri, kapitalist üretim düzenine hızla entegre edilirken yalnızca üretim ilişkileri değil, sosyal yapılar da köklü biçimde dönüştürüldü.
 
Bu süreçte gelişen sanayi, sadece kalkınma ya da modernleşme demek değildi. Kapitalist sermaye birikiminin ihtiyaçlarını karşılamak için kurulan fabrikalar, madenler, plantasyonlar ve atölyeler; aynı zamanda emeğin, özellikle de kadın emeğinin yoğun şekilde sömürülmesine dayalı bir sistemin temel taşlarını oluşturdu. Kapitalizm, burada yalnızca bir ekonomik model değil; aynı zamanda ataerkil düzeni yeniden üreten, eşitsizlikleri sistematik olarak sürdüren bir yapı olarak işledi.
 
Kadınlar, bu yeni düzende yalnızca ucuz iş gücü olarak görülmedi; aynı zamanda toplumsal rollerinin daraltılması ve karar alma mekanizmalarının dışına itilmeleriyle sistematik olarak ikinci plana itildiler.
 
Sömürgecilik ve ataerkil yapıyla mücadele
 
Asya’da kadınlar için işçi olmak, yalnızca işverenlere ya da devlet politikalarına karşı değil; aynı zamanda ev içinde egemen olan ataerkil normlara ve mahalle baskısına karşı da direnmek anlamına geldi. Kadın işçiler, toplumun “ahlaki” sınırlarına meydan okuyarak hem ekonomik hem de kültürel bir mücadele yürüttüler.
 
Bu mücadele bugün de devam ediyor. 2024 yılı verilerine göre, Asya-Pasifik bölgesinde kadınların işgücüne katılım oranı yüzde 43,9 iken, erkeklerde bu oran yüzde 73,6. Güney ve Güneybatı Asya’da kadınların işgücüne katılımı dramatik biçimde yüzde 25,6’ya kadar düşüyor. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 2024 raporu, bu oranın dünya ortalamasının da altında olduğunu ve bölgesel cinsiyet eşitsizliğinin derinleştiğini gösteriyor.
 
Kadınlar çoğunlukla düşük ücretli, sosyal güvencesiz ve sendikasız işlerde istihdam ediliyor. Tekstil, gıda, temizlik, sağlık ve bakım hizmetleri gibi sektörlerde yoğunlaşan kadın emeği büyük ölçüde kayıt dışı kalıyor. Bu duruma çocuk bakımı, ulaşım sorunları ve güvensiz çalışma koşulları da eklendiğinde, kadınlar sistematik biçimde işgücü piyasasından dışlanıyor. Kapitalist sistem, bu eşitsizliği sadece sürdürülebilir değil, gerekli bir düzenleme biçimi olarak yapılandırıyor.
 
Asya’dan Hindistan’a: Kadın direnişinin kalbi
 
Tüm bu tabloya rağmen Asya kadınları tarih boyunca edilgen bir figür olmayı reddetti. Bangladeş’te tekstil işçileri, Filipinler’de göçmen kadın emekçiler, Çin’de dijital platformlar üzerinden örgütlenen genç kadınlar... Her biri görünmeyen emeğe karşı farklı formlarda kolektif direnişler inşa etti.
 
Bu genel tablo içinde Hindistan, kadın emeği ve direnişi söz konusu olduğunda öne çıkan ülkelerden biri. Sadece güncel veriler değil, kadınların tarih boyunca verdiği mücadeleler de Hindistan’ı emek tarihinde özel bir yere taşıyor.
 
Hindistan’da kadın emeği: İstihdamda cinsiyet uçurumu
 
Hindistan’da kadın emeğinin tarihi, sömürgecilik sonrası ekonomik dönüşüm, kast sistemi, ataerkil yapı ve neoliberal politikaların kesiştiği çok katmanlı bir süreci temsil eder. İngiliz sömürgeciliği döneminde kadınlar, özellikle tarım, tekstil ve ev hizmetleri gibi sektörlerde yoğun şekilde çalıştırıldı. Geleneksel üretim biçimlerinin tasfiye edilmesiyle birlikte kadınlar, ücretli emek piyasasına daha düşük statüde ve daha kırılgan koşullarda dâhil edildi. Kast sisteminin katı sınıfsal yapısı, kadınların işgücü piyasasındaki konumunu belirlerken, ataerkil normlar ise onların üretim ve toplumsal yaşamdaki rollerini sınırlandırdı.
 
Bağımsızlık sonrası dönemde de, kalkınma politikalarının erkek merkezli olması, kadınların emek süreçlerinde marjinalleşmesini sürdürdü. 1990’lı yıllardan itibaren uygulanan neoliberal reformlarla birlikte kadın emeği daha da güvencesizleşti; esnek, düşük ücretli ve sosyal güvenceden yoksun işlerde yoğunlaştı. Üstelik eğitimde ve işgücü piyasasında artan cinsiyet eşitsizliği, kadınların ekonomik bağımsızlık kazanmasını daha da zorlaştırdı.
 
Tüm bu tarihsel arka plan içerisinde, 2023 yılı verileri, Hindistan’da kadınların işgücüne katılım oranının yalnızca yüzde 25,6 olduğunu ortaya koydu. Kırsal alanlarda bu oran bir miktar artsa da, istihdamın niteliği hâlâ büyük ölçüde güvencesiz, düşük ücretli ve sosyal haklardan yoksun işler etrafında şekilleniyor. Kadınlar çoğunlukla tarım, ev hizmetleri, tekstil ve temizlik gibi sektörlerde yoğunlaşıyor. Bu sektörlerde sosyal güvenlik, doğum izni, kreş ve emeklilik gibi temel haklara erişim büyük ölçüde kısıtlı.
 
Öte yandan, genç kadınların yüzde 42,4’ü ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor. Bu tablo, yalnızca ekonomik bir adaletsizliğin değil; aynı zamanda toplumsal cinsiyet temelli yapısal bir dışlanmanın da açık göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Kadınlar, hem ev içi yükümlülükler hem de işgücü piyasasında eşitsiz fırsatlarla karşı karşıya bırakılarak sistematik bir ayrımcılığın içine hapsediliyor.
 
Anasuya Sarabhai: Hindistan’da emek mücadelesinin öncüsü
 
Hindistan emek tarihine adını altın harflerle yazdıran Anasuya Sarabhai, kadın emeğinin görünürlüğü ve hak mücadelesinde bir dönüm noktası oldu. 1917 yılında Ahmedabad’daki tekstil işçilerinin ağır sömürü koşulları altında yaşam mücadelesi verdiği sırada, Anasuya Sarabhai yaklaşık 10 bin kadını bir araya getirerek büyük bir grev örgütledi. Kadınlar, “Ekmek istiyoruz ama onurla” sloganıyla sokaklara çıktı. Anasuya Sarabhai, yalnızca işçilerin insanca yaşam koşulları talebini desteklemekle kalmadı; açlık grevine giderek direnişin en ön saflarında yer aldı.
 
Bu büyük direniş, kısa sürede ülke genelinde yankı buldu ve Mahatma Gandhi’nin de desteğiyle Hindistan’ın ilk büyük işçi sendikası olan Ahmedabad Textile Labour Association (Majoor Mahajan Sangh) kuruldu. Anasuya Sarabhai, sadece bir sendika lideri değil; kadınların sağlık, eğitim ve çocuk bakım hakkı gibi sosyal hizmetlere erişimi için de mücadele eden bir öncüydü. Onun çabaları, kapitalist-emperyalist sömürü düzenine karşı kolektif bir alternatif yaratma iradesinin ifadesiydi.
 
Anasuya Sarabhai’nin açtığı yol, yalnızca kendi döneminin değil, Hindistan’daki kadın işçiler için sonraki kuşakların da ilham kaynağı oldu. Bugün hâlâ, kadın emeği mücadelesinin temel referans noktalarından biri olarak anılıyor.
 
Direniş geleneğinin devamı
 
Anasuya Sarabhai’nin başlattığı mücadele, Hindistan genelinde düzenlenen 1 Mayıs yürüyüşlerinde bir kez daha hayat buldu. Mumbai, Delhi, Kolkata, Bangalore ve özellikle Ahmedabad’da düzenlenen yürüyüşlerde, kadınlar artık yalnızca sayıca değil; örgütlülük düzeyleri, politik bilinçleri ve taleplerinin açıklığıyla da ön saflardaydı.
 
Meydanları dolduran “Ekmek, Adalet, Eşitlik” sloganı, yalnızca geçmişin bir yankısı değil; bugünün en yakıcı taleplerinin taşıyıcısıydı. Kadın işçiler doğum izni, kreş hakkı, eşit işe eşit ücret ve cinsel tacize karşı güvenli işyerleri gibi temel haklarını açık ve yüksek sesle dile getirdi.
 
Yürüyüşlerde sık sık Anasuya Sarabhai’nin adı anıldı; onun açtığı yolun, bugün Hindistan’da ve tüm Asya’da kadın emekçilerin onurlu bir yaşam mücadelesine ışık tuttuğu vurgulandı.
 
Meydanlarda yükselen sesler, sadece bir talepler listesi değil; kadın emeğinin tarih yazdığı bir geleceğin inşası için atılan güçlü bir adımdı.
 
Kadınlar eşitlik ve özgürlük için yürüyor
 
Bugün Hindistan, dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olsa da, bu büyüme kadınlara eşitlik getirmiyor. Neoliberal politikalar, kadın emeğini esnek, güvencesiz ve düşük ücretli işlerde yoğunlaştırarak sömürüyü yeniden üretiyor. Kadınlar sendikal yapılarda yeterince temsil edilmiyor; karar alma süreçlerinden sistematik olarak dışlanıyor. Kapitalist sistemin güç ilişkilerini yeniden üreten bu yapılar içerisinde, kadınların sesi 1 Mayıs meydanlarında her geçen yıl daha gür ve kararlı biçimde yükseliyor.
 
Bu ses, yalnızca Hindistan'da değil; Bangladeş'ten Filipinler'e, Nepal'den Endonezya'ya kadar tüm Asya coğrafyasında kadın emeğinin görünür kılınması, eşitlik ve onurlu yaşam hakkının savunulması açısından tarihsel bir önem taşıyor.
 
Kadın işçiler artık yalnızca direnen değil; değişimi örgütleyen, mücadeleyi geleceğe taşıyan öznelerdir.
 
Her 1 Mayıs, yalnızca taleplerin yinelendiği bir gün değil; kadın emeğinin ve direnişinin yeni bir sayfa daha yazdığı bir tarihtir.
 
Bu tarih, her adımda daha güçlü, daha örgütlü ve daha özgür bir gelecek için inşa ediliyor.
 
Yarın: Kuzey Amerika’da direnişin yükselişi