Haber vermek mi, sessizliğiyle haber olmak mı?

  • 09:06 9 Kasım 2025
  • Medya Kritik
 
Derya Ceylan
 
HABER MERKEZİ – Rojin Kabaiş dosyası, medyanın kadın katliamlarına yaklaşımını bir kez daha ortaya koydu. Haber verme sorumluluğu yerine sessizliği seçen ana akım medya, etik değerleri hatırlamayı bırakın, kendi konforunu koruma derdine düştü.
 
Kadın mücadelesi yılın her günü sürüyor ama Türkiye’de bu mücadele çoğu zaman yalnızca 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele Günü ya da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü yaklaştığında hatırlanıyor. Kadın katliamları ve şüpheli ölümler artarken, medyanın bu olaylara yaklaşımı yine tartışma konusu. Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencisi Rojin Kabaiş’in şüpheli ölümü ise bu tartışmanın en çarpıcı örneği. Bir yıldır adalet arayışı süren bu dosya, sadece kadınların yaşam hakkına değil, medyanın vicdanına da ayna tutuyor.
 
Çünkü medyanın Rojin Kabaiş’e dair sessizliği, “haberi kaçırmak” değil gerçeği görmezden gelmeyi tercih eden bilinçli bir suskunluk.
 
Görünürlükte eksiklik, sessizlikte süreklilik
 
Rojin Kabaiş 27 Eylül 2024’te yurttan çıktıktan sonra kayboldu. 15 Ekim’de Van Gölü kıyısında cenazesi bulundu. Ailesi, Rojin Kabaiş’in intihar etmediğini, katledildiğini söylüyor. Baba Nizamettin Kabaiş, “ölüm tehditleri alıyorum” diyerek savcılığa başvurdu. Adli Tıp raporlarında iki farklı erkeğe ait DNA bulundu ama o kişilerin kim olduğu hâlâ açıklanmadı. Bu süreçte Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi öğrencileri de günlerce eylem yaptı. “Rojin için adalet” sloganlarıyla kampüs önünde toplanan öğrenciler, yürüyüşler düzenledi, basın açıklamaları yaptı. Bu eylemler birçok kentteki üniversitelere de yayıldı.
 
Ancak tüm bu gelişmeler, ana akım medyada neredeyse hiç yer bulmadı. Ne televizyonlar ne de büyük gazeteler bu eylemleri haber yaptı. Oysa medya, toplumun olan biteni öğrenmesi için vardır; gerçeği saklamak değil, görünür kılmak için.
 
Bir yurttaşın bilmesi gereken en temel şey, bu tür olaylarda medyanın görevinin yalnızca “ne oldu”yu değil, “neden oldu, kim sorumlu, kim sessiz kalıyor” sorularını da sormak olduğudur. Fakat Rojin Kabaiş dosyasında bu sorular hiç sorulmadı. Öğrencilerin eylemleri, adalet çağrıları, aile beyanları hepsi bilinçli bir şekilde görmezden gelindi.
 
Gelişmeleri manipüle ettiler
 
Tüm bunlar olurken, medyanın büyük kısmı sessizdi. Habertürk, CNN Türk ve Anadolu Ajansı, Adli Tıp raporuna dair haberlerini “gelişme var” izlenimiyle sundu. Habertürk, “Başörtüsü inceleniyor!” başlığıyla olayı kriminal bir ayrıntıya indirgedi; arama çalışmalarını öne çıkarırken Rojin Kabaiş’in ölümündeki şüpheli yönleri tamamen dışarıda bıraktı. CNN Türk, “Cansız bedeninde iki erkeğe ait DNA tespit edildi” başlığıyla sansasyonel bir dil kurdu, ancak haberi yalnızca Adli Tıp’ın açıklamasına dayandırdı. Raporun içinde yer alan diğer olasılıkları değil, yalnızca “DNA’nın Rojin’i taşıyanlara ait olabileceği” iddiasını vurguladı. Anadolu Ajansı ise “Adli Tıp Kurumu raporunda detaylar” başlığıyla haberi resmî bir açıklama metnine dönüştürdü; aile beyanlarına, öğrenci eylemlerine ya da kamuoyundaki tepkilere hiç yer vermedi.
 
Bu tablo, haber başlıklarıyla “ilgiliymiş gibi” bir görünüm yaratırken, içerikte yalnızca resmi görüşü yeniden üretti. Rojin Kabaiş’in katledilmiş olabileceği yönündeki güçlü şüpheler görmezden gelindi, olası faillerin sorgulanması yerine olay “taşıma ihtimali”yle yumuşatıldı. Bu tutum, kamuoyunu bilgilendirmek yerine manipüle eden bir medya pratiğine dönüştü; görünürde haber yapan ama özünde sessizliği sürdüren bir yaklaşım olarak kayda geçti.
 
Medyanın bu durumu, yalnızca bir görünürlük eksikliği değil; toplumu bilgilendirme sorumluluğunun terk edilmesidir. Rojin Kabaiş hem Kürt’tü, hem kadındı, hem de öğrenciydi. Bu üç kimlik bir araya gelince, merkez medya gerçeğe değil, sessizliğe yöneldi. Çünkü bu ülkede bir kadın katledildiğinde kimliği “fazla politik” görülüyorsa, medya çoğu zaman tarafsız değil, güç dengelerine göre yayın yapan bir pozisyonu tercih ediyor.
 
Etik ilkeler rafa mı kalktı?
 
Rojin Kabaiş dosyası, sadece basın etiğini değil, basının toplumla kurduğu güveni de sorgulatıyor. Etik haberciliğin en temel ilkelerinden “toplumsal cinsiyet eşitliğini gözetmek”, “faili görünür kılmak”, “yaşamını yitirenin kimliğini korumak” ve “kamuoyunu doğru bilgilendirmek” bu dosyada tamamen göz ardı edildi.
 
Ana akım medya, faili değil, kadını sorgulayan dili bir kez daha tekrar etti. Adli tıp raporları ortadayken hâlâ “kaybolma”, “boğulma” gibi ifadelerle yayıncılığını sürdürdü. Bu sadece kötü habercilik değil, kadın katliamlarını aklayan, faili gizleyen bir yayıncılık biçimi.
 
Korku mu, çıkar mı, yoksa alışkanlık mı?
 
25 Kasım’a sayılı gün kala medya, her zamanki gibi kadın katliamları verilerini paylaşıyor. Ama Rojin Kabaiş dosyasına gelince sessiz. Neden? Korktukları için mi? Yoksa alıştıkları yayın çizgisi onları gerçeği görmezden gelmeye mi itiyor?
 
Kadın katliamlarını sayılarla haberleştirip, ama somut dosyalarda faili, ihmali, cezasızlığı gizleyen ana akım medya, şiddetin yeniden üretilmesine katkı sunuyor. Çünkü ana akım medya, artık kamusal sorumluluğunu değil, kendi çıkarını ve statükosunu koruyor.
 
Buna karşılık, özgür basın ve kadın odaklı habercilik, sessizliği kırarak toplumun vicdanını diri tutmaya devam ediyor.
 
Sessizlik de bir haber biçimidir
 
Gerçek gazetecilik, güçlülerin değil, hakikatin yanında durmaktır. Rojin Kabaiş’e dair sessizlik, bize bir kez daha gösteriyor ki, sessizlik de bir haberdir. Bu haber, gerçeği değil, çıkarı önceleyen medyanın imzasını taşır.