
‘Kadınlar yapay zeka konusunda ne istediklerini belirlemeli’
- 09:01 4 Eylül 2025
- Ekoloji
Melike Aydın
İZMİR - Arka planında yok etme, gasp etme ve köleleştirmeyi barındıran erkek egemenliği kodlarıyla gelişen yapay zekaya dair konuşan Eko-feminist Akademisyen Emet Değirmenci, “Dünyayı eril akılla yönetilen küresel bir bilgisayar sisteminin içinde öğütülmek istemiyorsak, kendi ajandamızı bırakıp ‘biz böyle bir yapay zeka kullanımı istiyoruz’ dememiz lazım” dedi.
Yok etmek, gasp etmek ve köleleştirmek üzerine kurulu olan erkek egemenliğinin geliştirdiği endüstriyalizm, son olarak yapay zekayı icat ederek insana olan ihtiyacı da sınırlandırıyor. Kadını insandışılaştıran, doğayı ise eşyalaştıran erkek egemenliği ve onun etik dışı yaklaşımları, dünyayı neredeyse tüm canlılar açısından sona yaklaştırırken; bunun aksine ekolojik, büyümeme ekonomisine dayalı ve eşitlikçi bakış açılarıyla bir yaşamın örülmesi de mümkün.
Eko-feminist akademisyen Emet Değirmenci ile yapay zekaya dair konuştuk.
“Eko-feministler olarak doğanın sömürüsüyle kadının sömürüsü eşdeğerdir diyoruz.”
*Antroposen çağı doğanın hızla betonlaşmasıyla tanımlanıyor. Bu çağın erkek egemenliği ve tecavüz kültürüyle bağı nedir? İklim krizinin doğal bir döngü mü yoksa insanın yarattığı kirliliğin sonucu mu olduğu konusunda ne düşünüyorsunuz?
Erkek egemen kültür 5 bin yıldan öteye gidiyor. Amerikalı tarihçi Gerda Lerner’ın “Patriarkanın Oluşumu” kitabında dediği gibi, kuşaktan kuşağa geçerken taşlaşıyor. Dolayısıyla bunun yerel kültürdeki yansımasına bakmak lazım. Batı kültürü ile Doğu kültürü normlar, değerler açısından da çok farklı. Ama Batı’da da Doğu’da da kadının bilgisine önem verilmiyor. Kadının yazılı bir tarihi yok. Kadının yazılı tarihinin olmaması, teknolojideki ne kadar katkıları olursa olsun görmezden gelindiğini gösteriyor.
Eko-feministler olarak doğanın sömürüsüyle kadının sömürüsü eşdeğerdir diyoruz. Çünkü hâkim erkek egemen kültür, doğayı bir kaynak olarak kendi egemenliği altına alırken ötekileştirilen cinsi, yani dünyanın yarısını da tahakkümü altına almış ki kendi egemenliği uzun süre hatta perçinlenerek devam etsin. Dolayısıyla doğanın her türlü varlığına kaynak olarak bakılması kapitalist sistemde, otomasyonun ve makineleşmenin gelişmesiyle daha da hızlandı.
“Antro” insan, “posen” ise dünyamıza ilişkin erkeğin hâkimiyeti demek zaten. Antroposen, erkek hâkimiyetinin dünyaya egemen olmasıdır. Bugün iklim değişimi odak alınarak insan merkezlilik açıklanmaya çalışılıyor. Ama bunun kökeni, jeologlar tarafından “antroposen” adının konmasıyla birkaç yıl önce ortaya çıkmadı. İnsan merkezli yaşam biçimi bizi bugüne getirdi. Bugün iklim değişimi, iklim kaosuyla karşı karşıyayız ve bundan en çok zarar görenler; nüfusun ötekileştirildiği kadınlar, çocuklar, marjinal kesimler, LGBTİ+’lar. Bu tür “doğal değil, insan eliyle yaratılan” artık iklim değişiminin antroposen odaklı olması nedeniyle, insan eliyle yaratılmış bir sonuç olduğu ortada.
Antroposen, erkek egemenliğin doğaya tecavüz etmesi durumudur. Tabii ki doğanın ırzına geçilmesi konusunu telaffuz edebiliriz. Doğanın her türlü varlığına kaynak olarak bakan sistem, hatta şiirler yazmış; tek dinli inanç sistemleri gelişince kadının bedeni doğa parçası gibi görülmüş. Onun vajinasından göğüslerine kadar hâkim olmak, doğanın hırçın yabani tarafına hâkim olarak kaynağa dönüştürme üzerine şiirler yazılmış. Dolayısıyla tecavüz kültürüyle yakından bir ilişkisi var. Ama bu “doğa eşittir kadın” söyleminin taraftarı, biyolojik determinist değilim.
Açıkçası materyalist eko-feminist olarak var olan değişimlerin bilimsel yoldan ölçülmesi ve tarafsız bir gözle ele alınıp yorumlanmasına önem veriyorum ve o tür yorumlara bakıyorum. Elbette doğanın kendi içerisinde döngüsü var. Ben yerbilimciyim, doğanın kendi içerisinde bir deprem enerjisiyle bir atom bombası enerjisini kıyasladığımızda her halükârda deprem enerjisinin daha yüksek olduğunu gözlemliyoruz. Dünyanın ekseninin oynadığı ve değişmeye maruz kaldığı da bir gerçek. Ama iklim değişimi veya antroposen çağ bunu ne kadar yüzde olarak etkiliyor, o beni biraz aşıyor. İkisini kıyaslayamam.
“Savaşı çıkaran da erkek aklı; erkek değerlerine işaret etmek lazım.”
*Doğanın hızla kirlenmesinde son bin yılda sanayi devriminin ve sonrasında yaşanan dünya savaşlarının etkisi bariz olarak görülebiliyor. Savaşların teknolojilerin de gelişmesinde önemli bir paya sahip olduğunu unutmamak gerekiyor. Savaşları çıkaranların da erkekler olduğunu düşünürsek teknolojinin gelişmesinde erkekler rol almış oluyor en azından erkek aklı. Bugün de bir dünya savaşı içinde olduğumuzu da düşünürsek bu olgular arasındaki bağı nasıl açıklamak gerekir?
Mutlaka savaşların çok büyük etkisi var. Savaştan sonraki kalıntıların doğadan temizlenememesi, doğanın onları kendi içinde absorbe etmesi yüzlerce yıl alıyor, hatta alamıyor. Bazı yerler çöl halini alıyor, zehirli toprak parçaları oluşuyor. Bütün insanlar değil, bütün canlılar yok oluyor.
Kapitalizmin gelişimine baktığımızda ise “savaş ekonomisi” diye bir şey var. Kapitalizm, krizleriyle baş edemeyince bir şekilde yerel ya da küresel savaşlara da başvurabiliyor. Ne yazık ki şu anda dünyamızda insanlık belli bir evrim geçirdi; insanın “ikinci doğası” dediğimiz, doğrudan paylaşımdan ve adaletten yana evrimi geriye gitmeye başladı. Dolayısıyla insan yeniden açgözlü, birbiriyle yarışması gereken, birbirini ezmesi gereken, birbirinin ağzındaki lokmayı alması gereken bir varlık olarak tanımlanmaya başladı.
70’lerde ve 80’lerde yine biraz daha dünya, insan doğasının paylaşımdan yana olduğunu gösteriyordu. Avrupa Birliği’ni (AB) ne kadar küçümsesek de, AB ekonomik bir birlik olsa da pasaportumuzla Avrupa ülkelerinden herhangi birine farklı bir şehre gider gibi gidebiliyoruz. Bazı hakları birbirimizle destekleyebiliyoruz Avrupa çapında. Şimdi tüm bu demokratik kazanımlardan da geriye gidiyoruz.
Dolayısıyla savaşın her halükârda bilgiye erkeklerin hâkim olmasıyla bağlantısı var. Savaşı çıkaran da “erkek aklı”. Erkek aklına işaret etmek lazım. Çünkü Irak Savaşı’nda işkenceci bir kadın ortaya atıldı mesela, Amerikan generallerinden. İkinci dalga feministlerinden, liberal feministlerde olduğu gibi, kadınlar işkenceci olabilir. Kadınlara eşit hak adı altında “biz de askerlik de yaparız, çocuk da doğururuz, kariyer de yaparız” gibi militarist tarafı da destekleyen feminist akımlar da var. Hâlâ da o tür gruplar var. Dolayısıyla “erkek aklı”, “erkek değerleri” demek daha doğru olur.
Biz politikada mesela eşit temsil hakkını feminist değerler yaratarak elde edebiliyoruz. Bunlar hep kadının binlerce yıl içselleştirdiği, çevresini gözetmesi, var olan kaynağı mümkün olduğu kadar eşit dağıtmaya çalışmasıyla ilgili. Bu, kadının etiğini bir erkeğe göre daha iyi içselleştirmiş olmasından kaynaklanıyor.
“Yapay zekayı tümden reddetmek mümkün değil artık, minimum kullanmak çok önemli.”
*Yapay zeka hızla yaygınlaşıyor ama beslendiği veriler çoğunlukla erkek egemen kaynaklı. Bu durum doğa ve canlılar için risk oluştururken insanlık buna ne kadar hazır? Kadınlar ve eşitlikten yana olanlar önlem mi almalı yoksa bu sürece müdahale mi etmeli?
Dünyada bu konuda feministlerin adım attığı önemli çalışmalar görülmeye başlandı. “Ata eko-feminizmi” diye. Verileri nasıl kullanmalıyız ki bu yapay zeka adaletten, eşitlikten, hizmetten yana bir hale gelsin?
Yapay zekayı tümden reddetmek mümkün değil artık. Sıfır teknoloji yanlısı bir insan değilim. Bazı teknolojiler yaşamımızı kolaylaştırdı. Toplumsal cinsiyet açısından bakarsak; çamaşır yıkama, bulaşık kadınlara atfedilmişti. Onun yerine bir makine düğmesine basarak, kitap okuyarak, belgesel izleyerek kendini zenginleştirebiliyor. Dolayısıyla yapay zekayı belli ölçüde kullanmak gerektiğine ben de inanıyorum.
Henüz yaptığım hiçbir araştırmamda merak edip hiçbirini kullanmadım. Kullanmamak için direniyorum. Ama minimum kullanmak çok önemli anladığım kadarıyla. Her bir soruda yapay zekanın kaç milimetreküp su kullandığına dair araştırmalar var. Mesela bir ay Avrupa kıtasındaki insanların yapay zekayı kullanması sonucu İngiltere’nin yıllık su ihtiyacı karşılanabilirmiş gibi kıyaslamalar var.
Yapay zekanın birçok türü var. Yapay zekanın, anladığım kadarıyla bir “oluşturan kısmı” var, bir de bunun yapısal kısmı var. Dünya büyük bir “computer” sisteminden oluşmaya başladı dersek daha doğru tanımlanır. Feminist araştırmacılar da böyle tanımlamaya başladılar: Büyük küresel bir bilgisayar ağı içerisindeyiz. O zaman kuraklık bütün dünyanın ortak sorunu, Anadolu dahil. Mezopotamya işte… Bir tek Karadeniz’de biraz suyumuz var Türkiye’ye bakınca. Kuraklıkla burun buruna değil, içindeyiz artık. Çevre açısından böyle bir yönü var.
“Kodların üretilmesinde etik bir tarafı yoksa yapay zeka müthiş bir eşitsizlik getirecek.”
*Yapay zekanın hem sunucularının geniş alanlar kaplaması hem de data merkezlerinin soğutulmasında büyük ölçeklerde suyun sürekli olarak tüketilmesine neden olduğu söyleniyor. Bilim bunlara çözüm üretebilir mi? Yapay zeka ekolojik ve kadın özgürlükçü, eşitlikçi bir dünya tasavvurunda kullanılamaz mı?
Sadece kuraklık değil, tabii iklim değişimi nedeniyle de yaşanıyor. Yapay zekanın bir de içme suyu kullanıyor; temiz su kullanmazsa bakteri ürüyor ve makineler çalışmıyor. İçilecek su zaten dünyada binde üç kalmış. Yani bu kadar azalmışken, mesela Microsoft, Google sıfır karbon emisyonu adı altında 2030’a kadar güya var olan fosil yakıtları kullanmayacak, yeşil dönüşüme hizmet ediyor adı altında. Ama bunun yanında kapatılan nükleer santrallerin yeniden harekete geçirilmesini getirdi, ABD’de Three Miles başta olmak üzere.
Eko-feministlerin bilimsel ve doğa, kadın ve doğa açısından ele aldığı ABD’deki o Three Miles Island’da 1980’de kaza olmuştu. 600 kadın aktivistin, bilim insanı kadının Amerika’da bir araya gelerek kadın ve ekoloji konferansını yapmasıyla eko-feminizmin altı doldurulmaya başlanmıştır. Şimdi o Three Miles Island Nükleer Santrali’nin yeniden açılması hazırlığı var. Yani yapay zekanın böyle bir iklim değişimine negatif etkisi çok fazla.
Eşitlik adalet tarafına bakarsak; bilim ve teknolojinin erkekler tarafından kontrol edildiğine göre yapay zekada da kodlar var biliyorsunuz ki. Mesela işe alınırken, beyaz, orta sınıf olarak belli filtrelerden geçirilerek CV’niz dikkate alınıyor. Onun ötesinde ABD’de siyahiyseniz, Türkiye’de Kürtseniz, Ermeniyseniz, LGBTİ iseniz zaten direkt yapay zeka sizi eleyebilir. Hatta hep sağ elle iş yapan insanlar üzerine normlar çok fazla kullanılıyormuş yapay zekada. Sol elli insanlar da mesela bir işe başvurdu ama solak, direkt o da elenebiliyormuş.
Hakkaniyet, eşitsizlik, yapay zekayı oluşturan kodların üretilmesinde etik bir tarafı yoksa müthiş bir eşitsizlik getirecek. Ama bunun yanında feministler diyor ki: Biz yapay zekayı daha eşitlikçi kullanacak alanlar nasıl yaratabiliriz? Böyle alanlar yaratmaya olumlu bakan kesimler de var. Bunun için de kadınların teknolojide ve bilimde olduğu kadar ısrarcı olması, konuşması, yerinde sıkı durması ve ileriye gitmeye çalışması, sesini yükseltmesi lazım.
Sadece Avrupa’da değil, Uruguay’da, Panama’da falan da gösteriler olmaya başladı. Yani “yapay zekaya taviz vermeyeceğiz” diyen işçi sınıfı, kadınlar, çiftçiler farklı açıdan bakmaya başladı. Bu çığın büyümesi lazım. Çünkü kadının bilgisinin, değerlerinin, yerel çiftçinin, yerel toprağa ilişkin bilginin yok edildiği; her şeyin makineleştirildiği bir dünya ben hayal edemiyorum. İçinde insanlık kalmış kişiler buna karşı çıkacaktır.
Yapay zekayı bilimsel açıdan mesela soğutmayı, buharını kentleri ısıtmak için kullanabiliriz. Çünkü yüzde sekseni buharlaşıyor kullanılan suyun. Devasa su kullanılıyor. Isıyı nasıl başka alanlarda kullanırız üzerine de çalışmalar yapılıyor. Öteki gezegenlere bazı şeyleri göndermeyi düşünüyorlar ama bu başka gezegen düşüncesindense kendi yaşadığımız gezegeni onarmamız lazım.
“Dünyayı erkek eril akılla yönetilen küresel bir bilgisayar sisteminin içinde öğütülmek istemiyorsak, ‘biz böyle bir yapay zeka istiyoruz’ demeliyiz.”
*Yapay zekanın çok enerji tüketmesi büyük bir sorun. Daha az enerjiyle ekolojik ve ekonomik bir yaşam mümkün olabilir mi? Ekolojik enerjilerle çalışan araçlar eşitlikçi bir yaşam kurabilir mi? Küçük ölçekli, kaza riski düşük nükleer modeller bu noktada bir çözüm olabilir mi?
Ekonomiyi ele almak lazım. Biz neden “feminist ekonomi” diyoruz? Çünkü kadınlar ekonomiyi yönetse bir başka dünya olabilir. Sürekli kapitalizm girdilerini, mesela savaş ekonomisini kuruyor. Tüketim üzerine kuruyor, doğanın yok edilmesi üzerine kuruyor. Restorasyon, yeniden canlandırma yerine var olan kaynağı kullanma üzerine kuruyor. Geri dönüşüm yapsa bile onun sera gazı emisyonlarına katkısı çok fazla oluyor.
Dolayısıyla bir kere ekonomiyi tümden değiştirmek gerekiyor. Büyüme ekonomisi değil, kendini yenileyen ekonomi olmalı. Buna “küçülme ekonomisi” diyen var, “büyümeme ekonomisi” diyen var. Büyümeyi ekonomik büyüme olarak değil de, canlıların refahı olarak görmemiz gerekiyor. Çünkü insan ancak çevresindeki canlılar sağlıklı olduğu sürece sağlıklı kalabilir. Dolayısıyla tüm canlıların refahından yana olan bir ekolojik ekonomiden yana olmamız lazım.
Öyle olunca adaletten, yapıcılıktan, sanattan, şiirden yana yapay zeka evet bazen işlerimizi kolaylaştıracak, serbest zamanımız çoğalacak. Onun için insan evrimine olumlu katkıda bulunacak yönlerimize odaklanabiliriz. Yani dolayısıyla ekonomiyi; eko-sosyalist ekonomi ve feminist ekonomi olarak değiştirmemiz lazım ki yapay zekayı kullanmada da belli standartlar oluşsun. Belli standartlar oluşmadan bazı şeyleri kontrol edemezsiniz.
“Dünyayı erkek eril akılla yönetilen küresel bir bilgisayar sisteminin içinde öğütülmek istemiyorsak, kendi ajandamızı bırakıp ‘biz böyle bir yapay zeka kullanımı istiyoruz’ dememiz lazım.”
*Yapay zeka doğaya, kadına ve çocuğa daha etik yaklaşan bir toplum üretebilir mi? Çünkü yapay zeka ancak doğru soruları soranlara verimli bilgiler sunuyor. Eko-feminist çerçeveli yapay zekalar, bu yapay zekaları denetleyen ekolojik ve feminist hukuk sistemleri vs oluşturulabilir mi?
Kadınların oldukça aktif olması gerekiyor. Çünkü ayağımızın altından zemin sürüklenip gidiyor. Feministler olarak şöyle demeliyiz: “Şöyle bir ekolojik ekonomi istiyoruz.” Nasıl Fransız İhtilali’nde kadınlar oy hakkı için uğraştılarsa, biz de bugün aynı şekilde kendi taleplerimizi koymalıyız. Dünyayı erkek eril akılla yönetilen küresel bir bilgisayar sisteminin içinde öğütülmek istemiyorsak, kendi ajandamızı bırakıp “biz böyle bir yapay zeka kullanımı istiyoruz” dememiz lazım. Politik olarak da, ekolojik olarak da, ekonomik olarak da bunu dememiz gerekiyor.
Küresel olarak biz “evrensel geçim indeksi” diyoruz. Büyümeme ekonomisinde insanların temel geçim indeksleri sağlanırsa, kapitalist ekonominin büyüme standartları değil bize gelecek vadeden ekolojik, feminist bir gelecek ekonomisi yaratabiliriz. Dolayısıyla dayanışma içerisinde olmamız lazım.
Uruguay mesela Türkiye’den ekonomik olarak ne kadar farklı bir ülke bilmiyorum ama orada yapay zekaya karşı gösteriler oluyor. Dolayısıyla dünyanın başka yerlerindeki insanlarla olan dayanışmamızı artırmamız lazım.