
Zulümhânede doğan halk: Kürtler ve barış
- 09:02 25 Haziran 2025
- Kadının Kaleminden
“Zulümhânede doğmuş bir halkı tehdit etmek sonuç vermez; çözüm, samimiyet ve yasalara sadakatle mümkündür.”
Ayşe Gökkan
Genel olarak “politik tutsaklar” için yapılan tanım; toplumun direnen kesimlerini esir almak, toplumu kendi egemen politikalarına karşı savunmasız bırakmak temelinde kendi iktidarını korumaya almak temel hedeftir. Bu tanımlama Kürtlere, kadınlara uymadığını söylemek abartılı olmaz sanırım.
Kürtler 28 kez (PKK 29) baskılara, saldırılara dayanamayıp isyan etmiş; toplu katliamlarla geçirilmiş (Zilan, Dersim…), topluca zorla göç ettirilmiş; fiziksel, kültürel soykırım altında; sürekli darbe tehdidi, baskı altında; Takriri Sükûn, İstiklal Mahkemeleri, sürgün yasaları, Dersim Kanunu, sıkıyönetim, OHAL, DGM’ler, özel yetkili mahkeme, faili belli infazlar, terör mahkemeleri, askeri yasak bölgeler, sokağa çıkma yasakları… gün görmemiş yıkım talan uygulamaları. Özcesi, Türk devlet sistemi 28 isyanda fiziksel ve kültürel soykırım ile dışarıdan direnleri zulümhânede kapatmadı bile; idam, katliam ya da sürgün uyguladı. Anadilde yasağın, önyargıların yaratarak kendinden utanmaya sürüklenmiş neredeyse öz saygısını yitirmiş, kör, sağır, dilsiz yaşayan on milyonlarca Kürt.
12 Eylül'den geriye kalanlar
12 Eylül faşist darbesiyle katledilen Kürtlerden arta kalanlar bu kez tutuklandılar. “…O güne kadar zindanda direnme deneyimi bile olmayan Kürtler (Hep Kavgaydı Yaşamım - Sakine Cansız) kimliğine sahip çıkma direnişi başlattı.” Ağır işkenceler altında kimlik ve demokratik haklar mücadelesi; “Berxwedan Jiyanê” sözü bir Kürt direniş kültürüne dönüştü içerde ve dışarda. Dörtlerin “bu ateşi söndürmeyin”, Mazlum Doğan’ın “direniş, zafere teslimiyet, ihanete götürür”, Sakine Cansız’ın “işkence altında ‘ah’ demeye utandım”, Kemal Pir’in “Yaşamı uğruna ölecek kadar seviyoruz” sözleri, ölüm oruçları yeniden doğuşu bir halkı, Kürtleri ifade ediyordu.
(Etik ilkelere sahip yazar, düşünür, çizer, araştırmacı; en önemlisi toplumun ortak vicdanına sahip olanlar “Kürtler zindanda kazandı” ortak kanısındadır.)
Özgürlük hareketi, sosyal, kültürel, örgütsel, tarihsel gelişmelerde 22 Ekim 2024’ten bu yana ve 27 Şubat 2025’te “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve dünya heyecanlandı. PKK’nin 12 Mayıs’ta ağır havadan ve karadan yapılan bombardıman altında kendini feshettiğini, silahları bıraktığını dünyaya ilan etmesi küresel düzeyde umut etmenin ötesinde etkiler yarattı. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü hareketler, inisiyatifler, devlet liderlerinin açıklamaları dünya basınında sadece Kürdistan ve Türkiye’de değil, Ortadoğu’da da barışın müjdesiyle yankı buldu.
Tecrit
Zulümhânelerde nasıl karşılandı? Neredeyse PKK’nin (silahlı mücadeleyi başlattığı) tarihiyle yaşıt Kürt-Kadın-Sosyalist politik tutsaklar her infaz yasası değiştiğinde; onları dışında tutan katil, kadın düşmanı, hırsız, organize suç örgütlerini sokağa salan düzenlemeler yapıldı. Ancak onlar demokrasi inancıyla direnmeye devam etti. Bunun yanı sıra dünyaya çağrısıyla umut veren kurucu lider Sayın Öcalan’ın uluslararası komployla İmralı Adası’na getirildiğinden bu yana mutlak tecrit sisteminde bir doğuş daha gerçekleştirdiği analizi hâkim görüştür.
Bu devasa doğuşun-umudun Zagros-Toros dağ silsilesinin hakikatinde; kültürel kadın devriminin devamıdır. Mezopotamya-Anadolu imzalı, dünyada bir ilk olan; mütabakat olmadan, dürüst, ciddi, samimi, güvene dayalı bir süreç; fesihle yeniden doğuş, köküne dayanma imzasıdır.
Farklılıklar
Aklın tasavvur edemediği bu gelişmeler; çok basit infaz yasası (10. paket) olarak “ucuz göz boyama” yasa düzenlemesi yapma yoluna gitmek en hafifinden yönetsel erk’in idrak zayıflığını gösteriyor. Çağrıda siyasi, hukuki zeminde çözümle oynandığı, güvensizliğe evrilmek mi isteniliyor? sorusu da gündeme geldi. Süreçle hiçbir bağlantısı kurulmadan zaten iktidar bunu yapabilirdi. Daha önce de 9 kez yapmıştı. Yaratılan algı; ağır hasta 33 yıldır zulümhânede varoluşun doğuşunu gerçekleştiren politik tutsaklarla; toplumu zulümhânede tutma ile tehdit eden bir yansıma. Bu kimin işine yarar? Miladi geçmiş; bu tehdit zulümhânede doğmuş bir halkı etkilemez ama iktidarın samimiyetini sorgulatır; yüzyıllık bir sorunun çözümü Kürtlere, farklılıklara anlam taşımadığı bilinmelidir.
Ancak tarih her zaman böyle fırsatlar sunmayabilir. Çoklu çözüm tercihlerini yaratmış Kürt Özgürlük Hareketi, yeniden dizayn edilmekte olan hegemonlarca parçalanması hedeflenen Ortadoğu’da baş müzakereci olarak seçilen Öcalan; bin yıllık Kürt-Türk ilişkilerine dayandı, iradeli, kararlı; Kürt realitesini parçalanmaya karşı Türkiye ile el ele olma çözüm tercihini ilan etti. Mevcut iktidar ise barışın önündeki mayınlı, tuzaklı, taşlı, zorlu yolları fikir ve zikir tutarlılığıyla temizlemek yerine, bugüne kadar kaçınılmaz son olarak bunların altında kalma pratiklerine mi başvuruyor?
Çatışma çözüm, yani barışın inşası süreçlerinde mumla arayıp bulunamayan; ana muhalefet, muhalefet, kadın hareketleri, demokratik kurum ve kuruluşlar, şahsiyetler; desteği ve sorunun tüm taraflarının ortaklaştığı, dünya tarafından da onaylanan Türkiye’de gerçekleşmişken; ancak mevcut iktidar bu aşamada sorunu siyasi ve hukuki zemine çekip çözmek yerine; yasaları, yasal çerçeveyi kendi varlığını genişletip kalıcılaştırmak için; tüm muhalefeti ve süreci destekleyen tüm farklılıkları dar bir alana sıkıştırıp sürekli savunma hattında tutuyor, yasalara uymamakla suçluyor. Kendisi de kendi çıkardığı yasalara bile uymayarak; hatta o yasal sınırları aşıp toplumun tüm yaşam alanlarını (siyasi, sosyal, kültürel, eğitim, sağlık, ekonomik, kadın, gençlik) ele geçirerek; çözümden yana olanların itirazlarını, hukuksuzluğa karşı çıkanları “süreç karşıtı” gibi göstermeye çalışıyor. “Kürtlerle barışıyor havasını” yaratıp, aslında “böl-yönet” pratiğini mi uygulayacak? sorusu kuvvetli bir şekilde hissediliyor. Bu kaygıyı gidermek iktidarın sorumluluğudur. Yaratılmak istenilen algı kendine sınırsız alan açması kabul edilemez; güven vermez bir rotayı işaret ediyor, bunun farkında mı değildir?
Gelinen aşama ve zeminin kırılganlığı
Çünkü gelinen aşama çok hassas, kırılgan bir zemini de beraberinde getirmiştir. İktidarın ve sorumluların bu sınırsızlığı; yasaları bu kırılgan zeminde sürekli kendi lehine aşıp bozup yeniden kendine göre biçimlendirmesi ciddi kaygılara yol açmaktadır. Kuvvetler ayrılığından yana olanlar; yargının siyasallaştırılmasına karşı; sorunun TBMM’de çözümünde ısrar eden tüm dinamikleri ve muhalefeti "yasalara uymamakla" suçlayan; en hedefinden yasalara uymaya özen göstermeyenler olarak sürekli yüklenmesi kuşkuları daha da artırmaktadır. Bunları engellemek ve gidermek iktidarın sorumluluğudur.
Demokratik anayasa çağrısı
Gelinen aşamada muhalefeti ve tüm farklılıkları rahatlatacak olan yine iktidarın kendi eliyle ve uygulamalarıyla; yarattığı güven vermeyen yanlarını kendisi düzeltmekle sorumludur. Çok basit: demokratik anayasa yapma çağrısı hiç kimse tarafından reddedilmiyor. Ancak 12 Eylül faşizmi döneminde bile kazanılmış hakların iadesi; AYM, AİHM kararlarına uyulmaması; demokrasinin turnusol kağıdı olan toplumun yarısı kadınların adına konmamış savaşın sürekliliğiyle her gün katledilmeleri; kayyımlara son verip seçilenlerin görevlerine geri döndürülmemeleri; ifade ve örgütlenme özgürlüğünün uygulanmaması yapılması gereken tüm yol temizliği ve iyi niyet göstergesi olarak kaygıların giderilmesi artık “terörist” deyip zehir yapmaktan vazgeçerek insani sorumluluktur.
Mumla aranıp bulunmayan bu sürece sahip çıkmak; temennilerde bulunmanın yetmediğinin, pamuklara sarılarak süreci korumanın yetmediğinin; derinliğini yakalamak, gelecek nesillere barış ve demokratik bir toplum bırakmak için seferber olmak en önemli hizmettir. O zaman en büyük seçim kazanılmış demektir. Kim iktidar olursa olsun, herkesin kazandığı seçim gerçekleşmiş olacak.