Hakikatin kalemini kim susturabilir?

  • 09:03 16 Temmuz 2024
  • Güncel
 
Saliha Aydeniz 
 
HABER MERKEZİ - Geçtiğimiz günlerde kendilerine verilen cezalara dair sorularımızı yanıtlayan Öznur Değer, Diren Yurtsever ve Zemo Ağgöz, “Devraldığımız mirasla mürekkebimizi dolduracak ve hakikat deklanşörüne cesurca basacağız” dedi.  
 
Bugün meslek hayatımda ilk defa mikrofon uzatılan değil, mikrofonu uzatan taraftayım. Bildiğiniz üzere yakın zamanda 8 gazeteciye 6 yıl 3'er yıl hapis cezası verildi. Elbette yine iddianamelerde somut delil yok. Piknikte çekilen halay var, yapılan haberler var, ortalama ve gerçek bir hukuk devletinde suç olarak addedilebilecek hiçbir şey yok.
 
Henüz gazetecilerin bağlı olduğu ajansın bilinmediği, “katıldığı kitlesel eylemin” hangisi olduğunun dahi belirtilmediği bu iddianameye mercek tuttuğunuzda başka bir tablo çıkıyor ortaya. İddianameye konu olanların değil, iddianameyi hazırlayanların birkaç suçu var: Halkın haber alma hakkını engelleme suçu, kadın odaklı haberciliğe saldırı, yargının taraflılığı ve talimatla çalışma. 
 
Bu dosyadan “ceza” almış 4 kadın gazeteci mevcut. Mezopotamya Ajansı (MA) muhabirleri Berivan Altan, Zemo Ağgöz, Diren Yurtsever ve JINNEWS muhabiri Öznur Değer. Her biri hakikatin taşıyıcısı olmak için yıllarını ve emeğini vermiş, erkek egemen zihniyetin karşısına bütün gücüyle dikilmiş, bu uğurda baskıdan darba, tutsaklığa her zorla yüzleşmiş kadınlar. 
 
Her biri Kürt halk mücadelesinin, kadın mücadelesinin ördüğü farkındalıkla ve güçle bezenmiş kadınlar. Öznur, ilk tutsak edildiğinde 17 yaşında. 4 yıl boyunca süren tutsaklığının ardından çıkar çıkmaz ilk işi hakikatin gözü olmak. Berivan, evi basılıp işkenceyle gözaltına alındıktan sonra tutsak edildiğinde babası “Berivan köyünü göremedi, annesini tanıyamadı, yükü ağırdı. Tüm bunlara rağmen büyük bir mücadele verdi. Onur duyduğum için ağladım” diye anlatacaktı kızını ve bir halkın kaleminin taşıyıcısını. Diren, henüz yakın zamanda 15 kişinin yaşamına sebep olan ve iktidarın koruduğu DEDAŞ ile mahkeme salonlarında yüz yüze geldi, birçok hukuksuzluğu dile getirmekten asla geri adım atmadı. Zemo, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasına karşı kadınların Danıştay’da savunma yaptığı gün, karnı burnunda bir kaldırıma çöküp haber yazdı. Daha doğmamış çocuğuna dahi hakikati borçluymuşçasına çalışan Zemo, doğumdan sonra gözaltına alındı, çocuğunu 5 gün sonra emzirebildi. Aynı Zemo, arkadaşları tutsak iken kucağında çocuğuyla yine hakikatin peşinde koşmaktan bir an olsun vazgeçmedi. 
 
Peki, erkek egemen iktidarın özellikle bu kadınlarla alıp veremediği neydi? Kadın mücadelesine sürekli saldıran bu iktidar ve ortağı, kadınları yaşamdan adeta silmek isteyen bu zihniyet tam olarak neden bu kadar korkuyordu? İşte bunun cevabı bu kadınların hakikatten ne anladığındaydı. Bu yüzden ben bugün onlarla yer değiştirdim. Bu sefer ben sordum, onlar cevapladı. Maalesef ayrı şehirlerde olduğumuz için röportajları yüz yüze yapma şansımız olmadı. Ancak bu hali de bizim için gayet aydınlatıcı ve yol göstericiydi.
 
“Gazetecilik, egemenlerin kendilerine sakladıkları bilgiyi halk adına çalmaktır.”
 
*Gazetecilik sizin için ne anlama geliyor?
 
Diren Yurtsever: Gazeteciliğin anlamı tam olarak benim için bir hakikat mücadelesidir. Aynı zamanda bir özgürlük mücadelesidir de. Çünkü bu hakikati topluma sunma çabasını gösterirken, gerçekler açığa çıkmasın diye iktidar gazetecilere boyun eğdirmeye çalışıyor ve biat ettirme baskısı uyguluyor. Bir anlamda da bu biat kültürünü kabul etmeyip boyun eğmediğimiz için de aynı zamanda özgürlük mücadelesi veriyoruz. Biat etmeyen insanın özgür olduğuna/olabileceğine inanan biriyim. Benim için bir yaşam biçimi olan gazetecilik, hakikati topluma sunma adına “yanmayı” göze alabilecek kadar onurludur. Yaşam biçimi olması şu anlama geliyor: Yani nedir hakikat, toplum bu hakikati neden bilmeli? İktidar veya devlet neden bu hakikatten bu kadar korkuyor? Gazeteciler neden bundan sorumlu? Bu gazetecilere nasıl bir sorumluluk yüklüyor? Gibi sorular cevaplarını bulunca yaşamda buna göre şekilleniyor. 
 
 
Zemo Ağgöz: Gazeteciliğe Kürt basınında, özgür basında başladığım için anlamı benim için klasik tanımın ötesindedir. Özgür basındaki gazeteciliğin anlamı hakikatin peşinde olmaktır. Bu nedenle benim için gazetecilik hakikatin peşinde olmaktır, halktan gizlenen gerçekleri gün yüzüne çıkarmaktır, egemenlerin kendilerine sakladıkları bilgiyi halk adına çalmaktır.
 
 
Öznur Değer: Gazetecilik öncelikle bir yaşam tarzıdır. Her ne kadar bir meslek olarak görülse de özünde bir mesleğin ötesidir, yaşam ile kurduğun bağdır esasında. Yaptığın işte kendini görmek, toplumu tanımak ve tanımlamaktır. O nedenle birden çok anlamı barındırır bende gazetecilik. Ama salt bir meslekten, işten ibaret değildir. Benim için gazetecilik hakikatin kendisidir.  
 
 
*Gazetecilik yapmaya ne zaman karar verdiniz?   
 
Diren: 10 yıldır yapıyorum gazeteciliği ve gazetecilik yapmaya 10 yıl önce karar verdim. Dicle Üniversitesi’nde Adalet Bölümü’nü okuyordum. Her genç Kürt gibi, Kürt halkının maruz kaldığı ihlallere karşı avukat olup mahkemelerde ücretsiz savunmanlık yapacaktım. İdealim buydu.  Bu kararı vermemde, Kürt olmam, küçüklüğümde aile olarak gördüğümüz devlet baskısı etkiliydi. Gördüğümüz, maruz kaldığımız, tanıklık ettiğimiz Kurdistan’da tüm zulüm ve baskılara karşı bir şeyler yapma gereği beni gazetecilik yapmaya itti. Daha doğrusu Özgür Kürt Basını’nda yer almaya itti. Sonra avukatlıktan vazgeçip bir gerçeğin peşine gazetecilik yaparak ulaşmak daha anlamlı geldi. Yazmak, fotoğraflamak bunu yaparken hiç tanımadığın insanlarla temas kurmak, dokunmak daha anlamlı geldi. Bir de mesele sadece insan değil, yaşadığım doğa, toprak, dere, su tüm bunların fotoğraflarını çekmek, belgelemek,  haberleştirmek ilgimi çekti. Bir de gazetecilik aynı zamanda bir adalet mücadelesidir de. Bazen çektiğiniz bir fotoğraf ya da görüntü veya belge bir davada delil olarak kullanılabiliyor. Bir davanın seyrini değiştirebiliyor, yargının siyasallaştığı ve bir sopa olarak kullanıldığı günümüz Türkiye’sinde. Belki adalete sağlayamıyoruz, ama gerçeklerin karanlıkta kalmasına da izin vermiyoruz. Örneğin; Kemal Kurkut...  Onu katledenler belki hak ettikleri cezayı almadılar, adil bir yargılama yapılmadı, ama gazeteci Abdurrahman Gök’ün çektiği fotoğrafların Kemal’ın nasıl göz göre göre polis kurşunuyla katledildiğini, bir Kürt genci olduğu için katledildiğini gösterdi açık bir şekilde. Özgür Kürt Basınında gazetecilik yapmaya 25 yaşımda başladım. Başladıktan sonra yaşadığım tek pişmanlık şu oldu; keşke daha erken başlasaydım.  
 
Zemo: Kendimi bildim bileli bizim evde hep Kürtçe kanallar açık olur. En çok hoşuma giden programlar da köy köy gezerek oradaki insanlarla yapılan sohbetler, onların yaşamlarının ekrana getirildiği programlar olurdu. Daha küçükken bu programları izleyip bir gün gazeteci olup böyle gezeceğimi söylerdim. Sonra zaten gazetecilik okuyup Mezopotamya Ajansı’nda çalışmaya başladım.
 
Öznur: Kurdistan’da doğup büyüdüğüm için kimlik savaşına erken yaşta tanık oldum. Kürt sorununun çözümsüzlüğündeki dayatma hepimizi yakından ilgilendiriyordu. Bu nedenle taşıdığım kimlik nedeniyle henüz 17 yaşında, devletin birçok yüzü ile hapishaneye girerek tanışmış oldum. Kurdistan Kürt sorununun yansımalarını ne kadar derin hissediyorsa, hapishane onu daha da derinden yaşıyordu. Bu dualiteye tanıklık etmiş olmam bende bir ses çıkarma gereksinimi oluşturdu. İhlaller zinciri olan Kurdistan’ın yanı sıra hapishanelerde bu ihlaller ve işkence silsilesinin boyutu daha farklıydı. Ancak görünen o ki bu ihlal ve işkence zincirine herkes sessizdi. Ya da bilinmeyen çok hakikat vardı. İşkence merkezleri haline gelen cezaevinde yaşananların, yine Kurdistan toplumu başta olmak üzere insanlığın egemenler tarafından getirildiği noktanın en üst raddeden bilinmesi ve duyurulması gerekirdi. Ben de bir ses olmaya o zaman karar verdim. Duyulmayanın, görülmeyenin, duvarın ardında kalanın, sessizliğin çığlığı olmaya karar verdim.        
 
“Kadın gazeteci olmak aslında bir cins mücadelesidir de aynı zamanda, bir özsavunma mücadelesidir de.“
 
*Kadın gazeteci olmak sizin için ne demek?   
 
Diren: Kadın gazeteci olmak, bugüne kadar baktığımız tüm olgulara, gelişmelere kadın bakış açısıyla bakmak demek. Bu bakış açısı bile üzeri örtülen birçok gerçeği açığa çıkıyor. Örneğin kadın katliamlarının politik/ideolojik olduğunu kadın bakış açısıyla gerçekleştirilen gazetecilik üzerinden anladık, anlamaya çalıştık. Bir kadın cinayetini, kadına dönük şiddeti, tacizi tecavüzü bu bakış açısıyla ele almak başka bir gerçekliği karşımıza çıkarıyor. Aynı zamanda diğer konularda da öyle. Tabi bu aynı zamanda kadın hakları mücadelesini de veriyoruz anlamına geliyor gazeteciliği yaparken. Kadına dönük şiddetin nedenlerine dair sonuçlarına ilişkin haberler yaparken, kendi yaşam hakkımız içinde mücadele ediyoruz aslında. Kadın kazanımlarının hedef alınmasına dair haber yaparken aynı zamanda bu haklarımızı da savunuyoruz. Yine kadınların sesi olurken, kadın dayanışmasını gerçekleştirmiş oluyoruz aynı zamanda. Bu açıdan kadın gazeteci olmak aslında bir cins mücadelesidir de aynı zamanda, bir özsavunma mücadelesidir de. Tahayyül ettiğimiz kadın özgürlükçü bir toplum inşasında bu dönüşüme öncülük etmektir benim için. Bu yönüyle son derece anlamlı ve önemli bir yerde duruyor.  
 
Zemo: Kadın gazeteci olmak benim için çalışırken, haberin takibini yaparken, yazarken, kaynakların sana anlattıklarını dinlerken aynı anda tüm duyu organlarını çalıştırmak demek. İki kulak yerine dört, iki göz yerine dört gözünün açık olması demek. Çünkü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı kadının varlığını, sorunlarını, mücadelesini hiçbir manipülasyona yer vermeden hakikatini yazabilmenin yolu budur. Aslında bu sorunun yanıtı uzun, ama kısaltırsak; tüm yaşamının mücadeleyle geçmesi ve hakikatle bağı daha kuvvetli olduğu için hiçbir koşulda, baskıda, saldırıda hakikatin peşini bırakmamak demek.
 
Öznur: Kadın bir gazeteci olmanın zorlayıcı yanları elbette daha fazla. Eril sistemle yönetilen bir ülke olarak her gün en az bir kadının katledildiği, tecavüze uğradığı, çocuğun istismar edildiği, kadının intihara sürüklendiği haberini alıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çıkılmasının ardından daha da artan bu tablonun en yakın tanıkları olarak bizler için bu mesleği sürdürmek de elbette sanıldığı kadar kolay değil. Öncelikle güvensizliğin her yeri sarmaladığı bir ortamda tek başına bir kadın olarak bilmediğimiz herhangi bir yere gitmenin bile bir karşılığı olabiliyor. Tacize maruz kalmak kaçınılmaz bir hal alabiliyorken buna karşı özsavunma geliştirmek ise bizim için bir zorunluluk. Bir yandan eril zihniyetle ve erkeğin kendisiyle sorun yaşayabiliyorken, bir yandan dayatılan toplumsal normlar ile mücadele etmek durumunda kalıyoruz. Tabi devlet şiddetini ve yönelimini sıralamıyorum bile. Duygusal anlamda işin en zorlayıcı yanı ise kadınların ülkedeki konumu ve durumu. Her gün bir kadının katledilme haberini girmek bile bizler açısından içler acısı.    
 
“Devraldığımız mirasla mürekkebimizi dolduracak ve hakikat deklanşörüne cesurca basacağız.”
 
*Özgür basına yönelik saldırılara dair sözünüz nedir?
 
Diren: Özgür basının bugüne kadar uğramadığı baskı, zulüm kalmamıştır. Gazete büroları bombalandı, gazetelerimiz, ajanlarımız, TV’lerimiz kapatıldı. Tutuklamalar, yargılamalar, davalar gün geçmiyor ki olmasın. En önemlisi de Ape Musa’dan Gurbetelli Ersöz’e, Ersin Yıldız, Ferhat Tepe, Rohat Aktaş, Deniz Fırat  gibi onlarca yoldaşımız bu uğurda canını verdi. Onlarca arkadaşımız sokak ortasında karanlık odaklar tarafından katledildi. Ama Özgür Basın bir Anka kuşu gibi küllerinden yeniden doğdu/doğuyor hep. Ben hep derim: Gelmiş geçmiş ve mevcut iktidar, bir özgür basın sendromu yaşıyor diye. Çünkü ne yaparsa yapsın, bitiremiyor, sindiremiyor. Küllerinden her doğduğunda daha da büyüdü/büyüyor. Ve karanlığa sürüklenmek istenen bu coğrafyada umut olmaya devam edeceğiz. Yani özgür basın susmadı susmayacak, susmayacağız!
 
Zemo: Özgür basın, varlığını koruyarak zaten bu saldırılara en büyük yanıtı veriyor. Saldırılar hiç bir dönem özgür basını yolundan alıkoyamamıştır yine de alıkoyamayacak. Özgür basın dışında bir alanda var olabileceğimi, mutlu olabileceğimi düşünmüyorum. Bu nedenle saldırılara sözüm; yazmaya devam etmek ve hakikatin peşini bırakmamaktır.
 
Öznur: Dördüncü kuvvet olarak bilinen basın maalesef günümüzde iktidarın tekeli halini almış durumda. Belki basının özgür ruhunu ülkede ve bölgede sadece Özgür Basın kurtarıyor diyebiliriz. Ancak bunun da bir bedeli var! Ne mi bu bedel? Gözaltı, tutuklama, ceza, tehdit ve çeşitli işkence yöntemleri… Özgür basını temsil eden her bir arkadaşımız ne yazık ki saydıklarımın fazlasına maruz kalıyor. 90’larda faili meçhul bir şekilde arkadaşlarımız katledilirken şimdi ise çeşitli baskı ve işkence yöntemleri ile bastırılmaya çalışılıyoruz. Haberlerimiz gerekçe gösterilerek “örgüt üyesi” iddiasıyla hakkımızda 6 yıl 3 ay hapis cezası verilmesi ise sadece küçük bir örnek. Özgür basına yönelik artan saldırılar, sadece toplumun haber alma hakkının engellenmesi ile özetlenemez. Bu uygulama bütünsel bir politika olup hakikatin görülmesine engel olmayı amaçlıyor. İktidar, özgür basını karanlık bir zemine çekerek işkence ve suç pratikleriyle varlığını meşru kılmaya çalışıyor. Basının bastırılması toplumun nefessiz ve sessiz kalması demektir. Bu nedenle toplumu sessizliğe mahkum eden ve boğmaya çalışan tüm zihniyetlere karşı, Apê Musa ve Gurbetelli Ersöz’den devraldığımız mirasla mürekkebimizi doldurmaya ve hakikat deklanşörüne cesurca basmaya devam edeceğiz.  Yaşasın Özgür Basın. Özgür Basın Susturulamaz!    
 
‘Özgür basın emekçilerinin sesini kısmak, bir halkın sesini kısmak demektir’
 
Sorumuz, hakikatin kalemi ne zaman susardı. Hakikatin kaleminin asla susmayacağının göstergesi olarak bugün o kalemi özgür basın emekçilerine bir saygı duruşu olarak ben tuttum. Bugün, soruları ben sordum. Çünkü darp, zor, rehin alma gerçekleri susturmaz. Gerçeklerin peşinden koşanların, sesi olanların isimleri değişebilir, cisimleri değişebilir; birini tutsak edersiniz, diğeri gelir o kalemi düşmeden yerden alır. İktidar haber ajansından alır tutsak eder, sokakta elinde telefonla bambaşka bir isim ve cisimde bulur; onu engellemeye çalışır, dürtülen hakikat bu sefer meclisten ses verir. Bu ses cılız bir ses değildir çünkü vicdanın sesidir. Ve vicdan, kulaklar tıkandıkça daha da büyük bir çığlığa dönüşür. Bu çığlık, insan olma çığlığıdır. İnsanlık onurunu korumak adına büyük emekler veren özgür basın emekçilerinin sesini kısmak, bir halkın sesini kısmak demektir. Ancak bu halkın mücadele aşkını tanıyanlar da çok iyi bilir ki bu mücadelenin her ferdi, vicdanın yüzü ve sesi olmaya ant içmiştir. Bugün Öznur, Zemo, Berivan, Diren; yarın gerektiğinde hepimiz hakikati sırtımızda ulaşması gerektiği yere kadar, gücümüzün son damlasına kadar taşıyacağız. 
 
 
 
 

Etiketler:

Okumadan geçme!