Medyanın savaşı: Hakikat kimin elinde?
- 09:12 8 Aralık 2024
- Medya Kritik
Gülistan Gülmüş
HABER MERKEZİ – Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılar, medyada bir savaş oyunu gibi sunuluyor. Gerçekler manipüle ediliyor, algılar inşa ediliyor. Peki, bu oyunda hakikat kimin elinde?
Türkiye’nin desteklediği paramiliter grupların Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları, gündemdeki sıcaklığını korurken, medyanın bu olayları ele alış biçimi ve kullandığı dil tartışılmaya devam ediyor. Çatışmaların haberleştirilmesinde iktidar kontrolündeki ana akım medya, muhalif medya ve uluslararası medya arasında belirgin farklar göze çarpıyor. Ana akım medya, Türkiye’nin saldırılarını “meşru müdafaa” çerçevesinde sunarken, muhalif medya çatışmanın insani ve siyasi boyutlarına dikkat çekiyor. Ancak her iki taraf da kimi zaman manipülatif bir dil kullanarak algı oluşturma çabasına giriyor.
Sistematik bir dile meşrulaştırılan çeteler
Havuz medya olarak adlandırılan iktidarın politikalarına göre bir yayıncılığı benimsemiş olan ana akım medya, siyasetçi, Orta Doğu uzmanı ve analistlerle, Suriye haritası üzerinden günlerdir yaptıkları programlarla kamuoyunu da bu saldırılara hazırlama görevini üstlendi. HTŞ ve benzeri çetelerin Kuzey ve Doğu Suriye’deki saldırılarını meşrulaştırmak amacıyla sistematik bir dil kullanmayı sürdüren medyada bu dil, saldırıları başlatan güçleri “kahraman” ilan ederken, bu kentlerden göç etmek zorunda kalan binlerce insanı görmezden geliyor. Örneğin, Hürriyet gazetesi, “Halep’te hayat yeniden… Fırınlar-kafeler açıldı, meydanlar doldu-Hürriyet Halep’te” başlığıyla, çetelerin işgalini görmezden gelen bir bakış açısıyla haber yapıyor. Türkiye gazetesi gibi yayın organları ise işgali olumlayan ifadelerle, “Halep’te rejim parasının yerini Türk lirası aldı” şeklinde başlıklar atarak bölgedeki işgali normalleştirme çabasını sürdürüyor.
NTV, bölgedeki Kürt direnişçileri hedef alırken, TRT Haber de çatışmaları dini bir zemine çekmeye çalışıyor. Bu tür yayınlar, saldırıları haklı göstermek için medya aracılığıyla üretilen çarpıtmaların nasıl sistematik bir şekilde işlendiğini ortaya koyuyor. Medyanın bu manipülatif tutumu, hem ulusal hem de uluslararası kamuoyunu yönlendirmede etkili bir araç olarak öne çıkıyor.
Muhalif medyanın ‘ılımlı muhalif’ tanımlaması
Muhalif medya ise olaylara farklı bir bakış açısı sunuyor. Örneğin, Evrensel gazetesi yazarı Yusuf Kardaş, Türkiye’nin Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ve Heyet Tahrir Eş-Şam’a (HTŞ) maaş bağladığını ve bu grupların Türkiye tarafından desteklendiğini belirtiyor. Bu tür yayınlar, hükümetin paramiliter gruplarla olan ilişkisini eleştirirken, Halk TV ve Rudaw gibi muhalif olarak tanımlanan diğer medya organlarının çelişkili tutumları dikkat çekiyor. Bu kanalların HTŞ ve uzantılarını “ılımlı muhalif” olarak tanımlaması, tarafsızlık ve bağımsızlık iddialarını zayıflatıyor.
Kürtler hedef gösteriliyor
Medyanın kullandığı dil ve seçtiği görüntüler, çatışmalara dair farklı algıların oluşmasında belirleyici bir rol oynuyor. HTŞ gibi çeteler genellikle “ılımlı muhalifler” olarak tanıtılırken, bölgedeki Kürt direnişçiler hedef gösteriliyor. Örneğin, Habertürk’te HTŞ sözcüsü Abdurrahman Mustafa’nın konuk edilmesi, HTŞ’nin meşru bir muhalefet unsuru olarak sunulması çabasının bir parçası. Oysaki HTŞ, Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde yer alan bir çete. Buna rağmen, medyada bu çetelerin örtük biçimde meşrulaştırılması, kamuoyunun yaşananlara dair doğru bilgi edinmesini zorlaştırıyor.
Uluslararası ve bölgesel medyanın tercihi nedir?
Uluslararası medyanın yaklaşımı ise farklı bir dinamik sergiliyor. Batılı medya organları (BBC, The Guardian gibi) genellikle Türkiye’nin insan hakları ihlallerine dikkat çekerken, Al Jazeera gibi bölgesel medya organları Türkiye’nin saldırılarını normalize eden bir dil kullanıyor. Örneğin, BBC’nin Kürt direnişçilerle ilgili hak ihlallerine vurgu yapması, Batı’daki medya organlarının insani boyutlara odaklanma eğilimini gösteriyor. Buna karşılık, Al Jazeera gibi bölgesel medya kuruluşları, Türkiye’nin stratejik çıkarlarına uygun bir çerçeveyle haber yapmayı tercih ediyor. Bu durum, uluslararası medyanın jeopolitik dengelere ve çıkar ilişkilerine göre şekillendiğini gösteriyor.
Manipülasyon devrede
Dijital medya ise bu süreçte önemli bir mecra haline gelmiş durumda. Dijital medya platformlarında yayılan fotoğraf ve videolar, savaşın görünmeyen yüzlerini ortaya koyarken, manipülasyonun da bir aracı haline gelebiliyor. Örneğin, Türk askerlerinin bozkurt işareti yaptığı bir görüntü veya Trabzonspor bayrağı tutan paramiliter grupların videoları, dijital medya kullanıcıları arasında büyük tepki topladı. Ancak, bu içeriklerin doğruluğu sorgulanmadan yayılması dezenformasyona yol açabiliyor. Benzer şekilde, HTŞ’nin DAİŞ armalı üniformalar giyen çetelerinin görüntüleri dijital medyada hızla yayıldı ve bu durum “HTŞ, DAİŞ’in bir uzantısı mı?” sorusunu gündeme getirdi.
Kürt kadınlara yönelik cinsiyet temelli şiddet
Kadın savaşçılara yönelik saldırılar, hem dijital medyada hem de uluslararası alanda büyük tepkilere yol açtı. Kürt kadın savaşçıların cinsiyet temelli şiddete maruz kalmaları, savaştaki cinsiyet boyutunu gözler önüne seriyor. Örneğin, bir dijital medya paylaşımında çeteler tarafından taşınan bir kadın cenazesi görüntüsü, geniş bir kınama dalgasına neden oldu. Bu tür olaylar, kadın savaşçıların temsili ve uluslararası dayanışmanın önemi üzerine yeniden düşünülmesi gerektiğini gösteriyor.
Medya algı yönetim aracına dönüşmüş durumda
Öte yandan yıllardır, Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırılarının medyada ele alınışı, yalnızca bir çatışmanın haberciliği olmaktan çıkmış, bir algı yönetimi aracına dönüşmüş durumda. Ana akım medya, iktidarın politikalarını meşrulaştırırken, muhalif medya ve dijital platformlar, farklı gerçeklikleri ortaya koymaya çalışıyor. Ancak her iki tarafın da tarafsızlıktan uzak bir dil kullanması, kamuoyunun yaşananlara dair doğru bilgi edinmesini engelliyor.
Medyanın bu manipülatif tavrına karşı, çözüm olarak hakikatin ne olduğun vurgulanması ve kamuoyunun daha eleştirel bir bakış açısına sahip olması gereklidir. Ayrıca, uluslararası medya organlarının çatışmalara dair çelişkili tutumlarını aşarak, insan hakları merkezli bir habercilik anlayışını benimsemesi, bölgedeki insani krizlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilir.
Medya, savaşın bir propaganda malzemesi olarak kullanılması yerine, kamu yararını gözeten bir gerçeklik arayışını benimsemelidir.