İktidar medyası hakikat yitimini örgütledi
- 09:12 22 Eylül 2024
- Medya Kritik
Melike Aydın
İZMİR- Narin’in katledilmesine ilişkin haberlerle topluma bir katliam nasıl örtülebileceğini öğreten erkek egemenliğinin medya kuruluşları adaletin tecelli etmesine duyulan inançsızlığın yanına hakikatin öğrenilemezliğini de ekledi. Narin’in katledilmesiyle ortaya saçılan irin medyaya dair hakikatlerin turnusol kağıdı oldu.
Narin Güran’ın katledilmesinin ardından tüm topluma bir katliamın nasıl örtülebileeği hakkında fikir veren iktidar ve muhalefetinin medya organları tozu dumana katarak toplumda hakikat yitimini örgütledi. Tüm topluma travma yaşatan medya hakikate değil, iktidarın emir telakki ettiği sözlerine kulak vererek gündemlerinden Narin katliamı haberlerini yavaş yavaş çekmeye başladı. Uzun zamandır adaletin tecelli etmesine duyulan inançsızlığın yanına hakikatin öğrenilemezliği eklenerek iktidar gücünü ‘ispat etti’, Narin’in mezarına diktiği bayrakla da gerçeğe de dokunulmazlık payesini biçmiş oldu. Oysa gün gibi ortada olan şey ise gerçek ötesi çağ olarak adlandırılan, ama aslında beş bin yıllık erkek egemenliğinin yeni manipülasyon taktiklerinin sergilenmesinden ibaret. İşte Narin’in katledilmesiyle erkek egemenliği basınından ortaya akıtılan irin medyaya dair hakikatlerin de turnusol kağıdı oldu.
Basın temel ilkeleri teknik zorunluluklar bile isteye yerine getirmedi
Acılardan reyting devşiren, katliamı magazinleştiren medya kuruluşlarının havada uçuşan iddialarla kamuoyunu sarhoşa çevrilmesinde suçu elbette ki kapitalist modernitenin kar amaçlı sisteminde bulabiliriz, öyle de. Ancak tabiri yerindeyse basını bu kadar parmağında oynatan Narin’in ailesi mi yoksa profesyonel bir manipülasyon ekibi mi olduğu sorgulaması bizi politik ilişkilere götürüyor. Bütün bunlar zaten aklı baliğ kamuoyunun farkında olduğu, kör gözüm parmağıma ortada olan şeyler. Buna rağmen toplumun gözünün içine baka baka iktidar ve muhalefetinin ekseninde dizilen basın yayın organları en temel teknik ilkeleri bile isteye yerine getirmedi. Faruk Bildirici kaleme aldığı yazısında Hürriyet’in, “Narin cinayetinde 4 senaryo”, Korkusuz’un “İşte o üç ihtimal” manşetlerini örnek göstererek gazetecinin hakikati çözmek için senaryolara nasıl yaklaşması gerektiğini tanımlıyor. Senaryoların, iddiaların ya da söylentilerin kanıtları bulanamadığı sürece haber yapılamayacağının altını çizerek doğru bir yere parmak basıyor. Ancak dikkat çekilmesi gereken başka taraflar da var. Çünkü herkese gazetecilik dersi veren bu medya kuruluşlarının bu ilkeleri bilmemesi olası değil.
Katliam ne zaman gündemden düşmeye başladı?
İktidar ve muhalefetinin türlü türlü basın yayın organı Narin’in cansız bedeni üzerinde işkenceye devam ederken, kadınların her özgürlük talebinin karşısına konan ‘toplumun değerleri’ mevhumu yok saydılar. Toplumda gerçeğin ne olduğundan emin olamama hali örgütlenirken adaletin tecelli etmeyeceğine duyulan inanç biraz daha güçlendi. İnsanlarda çaresizlik, yalnızlık, umutsuzluk hissi tekrardan tesis edildi. Otoriter iktidarlar bu hisleri çok severler. Tam da bu esnada kayınpederi Hizbullah, DAİŞ, Suriye’deki bazı paramiliter yapılanmalarla birlikte anılan cumhurbaşkanının oğlu Bilal Erdoğan 16 Eylül’de katliamın bir aydır gündemde olmasından ve yapılan haberlerin topluma zarar verdiğinden bahsetti. Cumhurbaşkanı da yaptığı konuşmasında Narin katliamının haberleştirilmesine dair benzer içeriklere değindi. Bu konuşmalar emir addedilmiş olacak ki bu tarihin hemen ardından katliama dair haberler azalmaya ve X platformunda haftalarca trend topik olan konu ikinci üçüncü sıralara düşmeye başladı, günde 4-5 defa yapılan Narin haberleri azaldı. Böylece iktidar neyin, kim tarafından, ne kadar konuşulacağına kendisinin karar vereceği mesajını verdi. Devlet, gücünü yeniden tahkim etti. Bir ay öncesinden biraz daha tedirgin hale gelen halk bu tedirginlik kaynağını konuşulmasını hoş görmeyen iktidarın gücünü görmüş oldu; halk güç karşısında duyduğu değersizlik hissini biraz daha içselleştirmesi olası oldu. Olası oldu, çünkü aslında iktidar gücüne güvense ya da umursamıyor gibi görünse de halkın iktidarla olan bağları her geçen gün biraz daha koptuğu görülüyor.
Faillere yöntem öğretilirken hakikat algısı yerle bir edildi
Senaryolar, yalanlanan ifadeler, gerçeğin ne olduğuna bir türlü ulaşılamayan bu hal başka ne işe yaradı? Bir ay boyunca katil kimdi, katliam nasıl gerçekleştirildi, amcasıyla annesinin ilişkisi, Narin’in otopsi raporunda ne yazıyor gibi birçok konu teyit edilmemiş çarpıtılmış anlatımlarla spekülatif bırakıldı, spekülasyonlar tartışıldı tartıştırıldı, asıl sorular sorulmadı. Basın halka sürekli “şuraya bak, hayır hayır bu tarafa, yok orası değil bu tarafa bak” diyerek aklıyla duygularıyla, hakikat algısıyla oynadı. Bu esnada halka bir gün cinayet işlerlerse bunu nasıl örtbas edeceği de öğretildi. Bununla beraber hakikatin “bilinemezliğini” örgütledi. İktidar hakkında açığa çıkacak bütün kötülükler bir simülasyonmuş gibi gösterilebilecek, birbirinden çelişik donelerle senaryolarla “aslında böyle bir şey yok” denebileceğini de görmüş olduk. İşte bütün bunları iktidar ve muhalefetinin araçsallaştırdığı medya yaptı.
Narin katliamı neden bu kadar süre gündemde tutuldu?
Katliamı özellikle Kürt Özgür Basını’nın birçok mecrasında ikinci Susurluk diye adlandırdı. Çünkü katliama dair tutulan tutanaklarda yer alan savaş silahına ait mermiler, Hizbullah bağlantılarına işaret eden tünel iddiaları, tutuklanan Nevzat Bahtiyar’ın Hizbullah bayrağı önünde çekilen fotoğrafı, amca Salih Güran’ın AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu ile çekilen fotoğrafları bile habercilik açısından başlı başına araştırılmayı zorunlu kılan durumlar. Ancak toz duman medyası bu iddialara değinirmiş gibi yaptı araştırma gereği bile duymadı. Bütün bunlar Kurdistan’da yürütülen özel savaş taktiklerini, Hizbullah’ın, Kurdistan’daki bir çok korucu köyünün iktidara hatta derin devlet olarak adlandırılan yapılanmaya uzanan ağları deşifre edecek konulardı, o yüzden ikinci Susurluk dendi. Arka planda iktidar ve kliklerinin, iktidarın altını çizen muhalefetin de çatışma, uzlaşma ve pazarlıklarının sahnelendiği bir süreçte Türkiye gündeminde bu kadar çok kalmasının ya da iktidarın müdahale etmekte bu kadar geç davranmasının içinde Anayasa değişikliğini de barındıran bu arka planla ilişkili dinamiklerin olduğunu düşünüyorum. Çünkü siyasetsizliğin giderek daha fazla yerleşmeye başladığı Türkiye’de, işler Meclis kürsülerinde değil subliminal mesajlar, tehditler, kozlar ve benzeri bir çok araçların üzerinden yürüyor. Neden bu konu da böyle bir pazarlığın malzemesi olmasın ki? Tabi köyle ilişkisi açığa çıkan Hizbullah’ın belki de tecavüz sonucu bir çocuğun katledildiği köyle adı anılmaması için zamana yayarak konunun üzeri de örtülmek istenmiş olabilir. Bunlar da spekülasyon denebilir ama manipülasyon değil hakikati bulma amaçlı sorular. Sonuç olarak bu sis perdesini ortadan kaldırmak yine her türlü haber kaynağına erişimi engellenen kriminalize edilen Özgür Bası’na düşüyor.
Erkek medyanın ön kabulleri ve es geçilen konular
Bunca toz dumanın arasında köyde daha önce hayatını kaybeden Narin’in fiziksel engelli kız kardeşinin şüpheli ölümü, köyde intihar eden kadınlar gündemde yeterinde yer edinemedi. İktidarın muhtarlık kurumu üzerinden gerçekleştirdiği tahakküm ağı sorgulanmadı. Zaten köyde Salih Güran’ın ve belki daha başka isimlerin AKP ve Hizbullah ile ilişkisi adeta görmezden gelindi. Köyde kadınların ve çocukların üzerindeki erkek baskısı ve bunun kaynağı sorgulanmadı. İnsan haklarını temel almayan, bu konuda hiçbir formasyonu olmayan basın dinci, milliyetçi cinsiyetçi, otoriter siyasetin erkek egemen kültürünün sözcüsü oldu. Narin’in annesi Yüksel Güran’ın Salih Güran’la cinsel ilişkisi iddiaları ilk olarak kadın üzerinden bir ahlaki yargılamaları tetikledi. Olası ensest ve/veya tecavüz nedense bunca ihtimali defalarca haber yapmayı meşru gören basın tarafından akla bile getirilmedi. Son olarak Narin’in mezarına bayrak dikerek tüm bu sis bulutuna dokunulmazlık payesi biçmiş oldu. Narin’in katledilmesi en çok da basının etik değerlere mesafesinin ne kadar uzak olduğunu bir kez daha gösterdi.