3 kuşak tarlada sömürüyü yaşıyorlar
- 09:07 14 Ağustos 2023
- Yaşam
Habibe Eren
BURSA - Mustafakemalpaşa ilçesinde bulunan çadır ve tarlalarda Kürt mevsimlik tarım işçileri sömürü ve kötü çalışma koşullarının her türlüsünü yaşıyor. “Yağmur dışında hep tarladayız izin yok” diyen işçiler röportajda belirttikleri cümlelerle hem Kürtlerin hem kadınların hem de işçilerin hayatını özetliyor.
Riha’dan (Urfa) Bursa'nın İnegöl ilçesine gelen mevsimlik işçi olan ailenin 4 yaşındaki çocukları Esmanur Solmuş’un tarlada uyuduğu sırada tarla sahibinin kullandığı aracın çarpması sonucu yaşamını yitirmesi, mevsimlik işçilerin durumunu bir kez daha gözler önüne serdi. Esmanur’un, ailenin tek çocuğu olduğu öğrenilirken olaydan sonra ailenin tüm üyeleri memlekete geri döndü. Bursa'da geçen yıl bir işçinin çocuğu da Karacabey’de pazara gittiği sırada trafik kazasında yaşamını yitirmiş. Bu alanda yaşanan iş cinayetlerinin çoğunu trafik kazaları oluşturuyor. Mevsimlik işçiler tarlalarda hala ölmeye, yaralanmaya ve sömürülmeye devam edilirken buna dair kapsamlı bir politika ise yok.
Sömürü çarkının büyük dişlilerinden birini oluşturan tarım alanında yaşananlar bunlarla sınırlı değil. Bursa’da tarım işçilerinin neler yaşadığını gözlemlemek için Bursa Su Kolektifi üyeleri ile birlikte Mustafakemalpaşa ilçesine gittik. Önce Koşuboğazı’nda bulunan tarla ve çadır alanlarına, ardından Çeltikçi Köyü’ne geçtik.
İşçilerin yevmiyelerine bir ay önce zam gelmiş. Günlük 350-400 TL alıyorlar ancak ücretin büyük bir kısmı temiz suya gidiyor, yüzde 10 ve 15’lik meblayı da dayıbaşı alıyor. Kadınlar ise aynı işi yapmalarına rağmen erkeklere oranla 50 TL daha az ücret alıyorlar. Kadın ve çocuk sayısı her iki bölgede de çok fazla.
Çocuklar okula gidemiyor, aileleri ile birlikte tarlada 8 saat boyunca çalışıyorlar.
Çoğu Viranşehir ve Siverek'ten geliyor
Buradaki mevsimlik işçilerin çoğu Viranşehir ve Siverek’ten geliyor, 2000’li yıllardan bu yana aileleri ile birlikte Bursa başta olmak üzere çeşitli kentlerde çalışmışlar. Çoğunun Riha’da tarım arazileri var ancak aşırı elektrik ücretleri ve sulama masrafları nedeniyle tarlalarını ekip biçemiyorlar; kilometrelerce uzaklıktaki kentlerde yaşam mücadelesi veriyorlar. Bu çadır alanlarındaki en büyük sorunlardan biri temiz suya erişim. Tuvalet ve banyoları da yok. Derme çatma örtülerle yaptıkları banyolar ise en ufak bir rüzgarda darmadağın oluyor. Tarlada çalışanların büyük kısmı ise genç ve üniversiteli öğrenciler. Bu da iktidarın eğitim ve tarım politikalarından bağımsız değil.
İlk durağımız olan Koşuboğazı Köyü’nde yaklaşık 25 tane çadır var. Toplam 60-70 kadar işçi çalışıyor. Buranın durumu görece diğer alanlara göre daha iyi. Köyün muhtarının çabaları ile koşullarının daha iyi olduğunu öğreniyoruz. Ancak yine de hastalıklar, iş kazaları, yaralanmalar, ağır çalışma koşulları değişmiyor. Burada işçiler domates ekiyor, çapalıyor ve topluyor. Kadın ve çocuklar tarlalarda çalışırken yaşı biraz daha ileri olan kadınlar da hanenin yemek, çamaşır ve bakım ihtiyaçlarını karşılıyor.
Toprak var işlenemiyor!
Bizi gören aileler yavaş yavaş çadırların önüne bizi karşılamaya doğru geliyor. Selamlaşma ve hal hatır sorduktan sonra Salih Can isimli işçi, yaşadıkları sıkıntıları anlatıyor. Riha’da topraklarının olduğunu ancak su ve elektriğin pahalı olması nedeniyle ektiği mısırların çürüdüğünü ve 80 bin TL zarar ettiğini söylüyor. Tohum, gübre, mazot ve ilaçlama fiyatları derken bu rakamın daha da arttığını ifade ediyor.
‘Sıcak altında çalışmak çok zor’
Dilşa Doğan da bizi görür görmez ateşe kaçak bir çay koyuyor ve ardından yaşadıklarını anlatıyor. Viranşehir’den 4-5 yıldır buraya geldiğini, 11 çocuğu olduğunu ve sabah 4 sularında çalışmaya başladıklarını anlatıyor. Dilşa, “Sıcak altında çalışmak çok zor. Geçim yok, memlekette yiyebileceğimiz bir şey yok. Mecbur çalışıyoruz. Birçok hastalığım var, daha dün acile gittim. Ben tarlada çalışamıyorum burada yemek yapıyorum” diyor.
Dilber Sadak ise 18 yaşında genç bir kadın. 4 yıldır Bursa'ya geliyor. Geçen hafta yaşadığı iş kazasında ölümden dönmüş. Beşinci sınıfa kadar okul okumuş daha sonra bırakmak zorunda kalmış. Karacabey'e pırasa toplamaya gittiği sırada bir an dengesini kaybettikten sonra arabadan düşmüş. Gerisini şöyle anlatıyor Dilber: “ 15 gündür evde yatıyorum, çalışamıyorum. Dayıbaşı ve patron hastaneye götürdü başıma dikiş atıldı. Vücudumun birçok yerinde yaralar var. Çok zorluk çekiyoruz.”
‘Biz Kürtler nereye gitsek açlık ve ölümle karşı karşıyayız’
“Domates çok zor ekiyoruz, biçiyoruz çapa yapıyoruz” diyen Dilber, memleketlerinden gelmek istemediklerini ancak çalışmak zorunda olduklarını dile getiriyor. Çalıştığı parayı da ailesine verdiğini anlatan Dilber, “ Onlar harcıyorlar, borca harca ihtiyaçlara gidiyor para. İzin günümüz yok, gezme imkânımız da yok. Sadece çalışıyoruz. Ben de hayatım güzel olsun isterdim ama hayatım çadırlarda geçiyor” diye konuşuyor. Bu sırada Dilber’in nenesi Emine Sadak araya giriyor. Bir yandan yırtık bir pantolona yama yaparken bir yandan da “Biz Kürtler nereye gitsek açlıkla, ölümle karşı karşıyayız” diye sitem ediyor.
‘Adamın 13 uçağı ver benim elimde bir çapa’
Biraz daha ilerliyoruz Ali isimli bir işçi bizi karşılıyor. Ali de koşullara isyan ediyor. Türkiye'de krizin derinleştiğini ifade eden Ali, “ Türkiye Afganistan olacak. Herkes kaçıyor, ülkede genç kalmadı” diye konuşuyor. 1500 kilometre 4 lastiğin üzerinde tek şoförle yolculuğa çıktıklarını söyleyen Ali, “ Yataklarımız, eşyalarımızla römorkla geliyoruz. Frene bastığında balatalar yanıyor cayır cayır ateş çıkıyor. Komple, ailen de yok olabilir, bunu bilerek yola çıkıyoruz. Adamın 13 uçağı var benim elimde bir çapa. Başka bir şey yok” diye durumlarını özetliyor.
Ardından tarlaya geçiyoruz. Tarlada çoğunlukla gençler var. Kadın erkek sayısı da neredeyse eşit. Kürtçe müzik eşliğinde domates topluyorlar. Baya bir rüzgâr var. Fotoğraflarını çektiğimizde bazıları zafer işareti yapıyor. Dayıbaşları ve tarla sahipleri işlerin yavaşlamasından şikâyet ediyor ve tarladan uzaklaşmamızı istiyorlar. Bu nedenle çok fazla konuşamıyoruz. O sırada bir genç kadınla iş yaptığı sırada sohbet etme imkânı buluyoruz.
Kadın mevsimlik işçi olmak
20 yaşında üniversiteli bir genç olan Melis Yaprak mikrofonu görünce konuşmak istiyor ancak yüzünün çıkmasını istemiyor. Çok zor şartlar altında çalıştıklarını kendisi açısından da hem okul okumanın hem de tarlada çalışmanın zor olduğunu dile getiren Melis, “kadın mevsimlik işçi” olmanın ne anlama geldiğini ise şu sözlerle anlatıyor: “Viranşehirliyim, orada doğru düzgün hayatımızı yaşayamıyoruz, sonra buraya geliyoruz. Burada da çok zorlanıyoruz, çadırda kalabalığız. Hepimiz rahat gezemiyoruz, doğru düzgün yemek yiyemiyoruz, uykumuzu alamıyoruz. Erkekler gene dinlenebiliyor. Yemek, su, banyo ihtiyaçlarını biz karşılıyoruz. Çalışmazsak hiçbir yerde ekmek yok. Ama bu şartlarda çalışmasak da olur. Ayrımcılığa maruz kalıyoruz. Bazı yerlerde Kürt olduğumuz için dışlanıyoruz. Çalışsak da ‘çalışmadınız’ diyorlar, baya baskı altında kalıyoruz. Aile içinde erkekler daha değerli. İş alanında da genelde güzel işleri erkeklere veriyorlar. Bütün yük kadınların omuzlarında. Kendi mesleğimi yapmak isterdim. Bu sıcağın altında çalışmaktansa; gölgede temiz kıyafetlerle kimsenin baskısı altında kalmadan çalışmak isterdim.”
Yiyecek ve içecekleri toprağa gömüyorlar
Koşuboğazı’ndan sonra Çeltikli Köyü’ne geçiyoruz. Buradaki çadırlar ova gibi, güneşli ve rüzgarlı bir alana kurulmuş. Yaklaşık 100 çadır var. Topladıkları odunları yakacak (yemek ve çay) için kullanırken temiz su için özellikle çocuklar kilometrelerce ötedeki çeşmeye gidiyorlar ya da kendileri satın almak zorunda kalıyorlar. Elektrik yok, geceleri karanlıkta kalıyorlar. Güneş enerjileri ile telefonlarını şarj ediyorlar. 40 dereceyi aşan hava sıcaklığında ise suyu soğutacakları, yiyecekleri muhafaza edecekleri buzdolabı yok. Yiyecek ve içeceklerini çadırın içinde bulunan toprağa gömüyorlar.
Ben de ailemle birlikte tarlada 8 saat çalışıyorum
Çadırları çektiğimiz esnada 12 yaşında bir çocuk yanımıza geliyor ve yaşadıklarını anlatıyor: “Okul yok, gidemiyoruz. Temiz su yok, elektrik yok. Rüzgardan dolayı banyomuz ve çadırımız düştü. Sinek çok fazla, buralar ilaçlanmıyor. Önümüzde ana yol var çocuklar için tehlikeli. Ben de ailemle birlikte tarlada 8 saat çalışıyorum. Eve gelince evde de ev işleri yapıyoruz.
‘Yılanların içinde başımızı yıkıyoruz’
Sonra Perişan Ekinci söz alıyor. Perişan, “Manisa, Amasya, Ankara, Bursa, Polatlı, Reyhan, Ceyhan Hatay ülkede gezmediğim yer kalmadı” diye söze başlıyor. 46 yaşında ancak çalışma koşulları nedeniyle yaşına göre çok fazla çökmüş durumda. Perişan, “ Hesaplarına gelince çalıştırıyorlar gelmeyince ‘tarlamdan çık’ diyorlar. Suyumuzu bile parayla alıyoruz, kilometrelerce yoldan kendi paramızla geliyoruz. Gidiş geliş derken toplam 40 bin lira araç parası veriyoruz. Hiçbir şeyimiz de yok. Yılanların içinde başımızı yıkıyoruz. Rezillik yaşıyoruz. Ne buzdolabı ne elektrik var. Bende nefes darlığı var, çalışınca bayılıyorum” diyor.
Kurtlu un çuvalları dağıtılmış
Geçen aylarda belediyenin kendilerine birkaç çuval un verdiğini ancak çuvalların hepsinin kurtlu olduğunu söyleyen Perişan, “Bu adalet mi? Kimse bizi düşünmüyor. Burada iki defa su içen ishal oluyor, hastanelik oluyor. Suyu pis çamur içinde. Küçük çocuklar sinekten mahvoluyorlar. Diğerleri de çalışmaktan yerlerinden kalkamıyorlar. Urfa’ya dönmek istiyoruz ama orada da iş yok” diye konuşuyor.
Başka bir çadıra konuk oluyoruz. Yeni doğmuş bir bebeğin yattığı beşiğin üzeri sivrisineklerden dolayı örtüyle kaplanmış. Geçen gün hasta olan bebeği zar zor hastaneye yetiştirmişler. Bu sırada gençlerle sohbet ediyoruz. Çoğu bilinçli ve politik. Örgütlenmek gerektiğine dikkat çekiyorlar ancak “terörize” edildiklerinden bahsediyorlar.
Tarlada çalıştığı sırada kalp krizi geçiren kadın yaşamını yitirmiş
Kadınlar açısından ise koşullar daha zor. 3 kuşak tarlada beraber çalışıyor.50- 60 yaşında çeşitli rahatsızlıkları olan kadınlar hem tarlada, hem çadır içinde çalışıyor. Tarlada doğan çocuklar var. Hamile kadınların koşullardan dolayı düşük yapma riski daha fazla, rutin kontrollerini de sağlayamıyorlar. 14 Mayıs’ta bir kadın tarlada çalıştığı sırada kalp krizi nedeniyle yaşamını yitirmiş. Engelli çocukları ile gelenler var. Onların bakımı da ayrı bir zaman ve çaba gerektiriyor. Çamaşır ve bulaşıkları elleriyle, kirli suda yıkamak zorunda kalan kadınlar, izinsiz çalıştıklarına dikkat çekerek, “ Yağmur yağdı mı otururuz gerisi hep tarla” diye yaşadıklarını özetliyor.
Bu sırada Nesih isimli 60 yaşlarındaki işçi de bir torunun Antakya’da birinin de Düzce'de tarlada doğduğunu anlatıyor. “Doğduğumdan beri bu işi yapıyoruz başka bir işimiz yok” diyor. Bu işi belki kader olarak görüyorlar ancak koşullarının nasıl olması gerektiğinin de farkındalar.
Bebekken iş kazası 4 ameliyat
O sırada üç yaşındaki Seminay ile tanışıyorum. Fotoğrafını çekmemi istiyor. Sonra yanında bulunan ondan biraz daha büyük arkadaşları hikâyesini anlatıyor. Bebekken tarlada uyuduğu sırada üzerine kaynar su dökülmüş. Vücudunun büyük bir kısmı yanmış. Dört kere ameliyat olmuş 20 gün hastanede kalmış.
‘Kadın hastalıkları ile burada baş edemiyoruz’
Burada çok fazla çadır olduğu için hepsine konuk olamasak da yavaş yavaş ilerliyoruz. Selam verdiğimiz bir çadırda Azize Akar bizi karşılıyor. 22 yaşında, üniversite öğrencisi. “Ekmek parası için buraya geldik” diyen Azize, sözlerine şöyle devam ediyor: “Kadın olarak çok zorlanıyoruz. Hijyen yok. Kadın hastalıkları oluyor ya da kadınsal sorunlarımız oluyor. Bunlarla burada baş etmek zor. İlaç ve temizlik malzemesi bulmakta zorlanıyoruz. Çamaşır yıkıyoruz, ekmek yapıyoruz, tarlada çalışıyoruz her şeyi ellerimizle yapıyoruz. Hiçbir güvenliğimiz yok. Akrep ve yılanların arasında uyuyoruz. Geçen bir çadırda yılan bulduk. Bir şeyde yapamadık. Mecburen kalıyoruz. Prefabrik evler olsa belki daha güvenli olur.”
‘Sistemin değişmesini isterdim’
Ekonomik krizden yakınan Azize, daha güvenli ve hijyenik koşullarda insani bir şekilde yaşamayı talep ediyor. Mutlu olmadıklarını söyleyen Azize, asgari ücret dahi alamadıklarını vurgulayarak, röportajı şu sözlerle noktalıyor: “ Emeğimizin karşılığını alamıyoruz. Bu bizi üzüyor. Bir öğrenci olarak sistemin değişmesini isterdim. Yoksulluk bitse, bu durumda olmazdık.”