
'Tüm dünyadan Sayın Öcalan’la görüşme talepleri var'
- 12:46 24 Haziran 2025
- Siyaset
ANKARA - DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Meclis Grup Toplantısı’nda yaptığı konuşmada, barış sürecinin ilerlemesi için Meclis'e sorumluluk düştüğünü belirtti; Abdullah Öcalan’la görüşme taleplerinin arttığını ve bu taleplerin Türkiye ile sınırlı kalmadığını vurguladı.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, partisinin Meclis’te düzenlediği Meclis Grup Toplantısı’nda konuştu. Tülay Hatimoğulları, barış ve demokratik toplum süreci, İran-İsrail savaşı ve komisyon tartışmalarına değinildi.
‘Orta Doğu yine barut kokuyor’
Şam’da Mar İlyas Kilisesi’ne yönelik saldırıyı kınayarak başlayan Tülay Hatimoğulları, “Hristiyan camiasına dönük bu saldırıyı normal bir saldırı olarak ele alamayız. Suriye’deki etnik ve dini kör düğümlere daha da yeni düğümler eklemek için bu saldırıların yapıldığını çok iyi biliyoruz. Sadece Suriye’de değil, bölgenin tamamını etkileme olasılığı olan fay hatlarının üzerinde oynandığının da altını çizmek isterim. Suriye gibi çok etnikli, çok kimlikli, çok inançlı olan merkezlere dönük bu saldırılara karşı derhal ön alınmalıdır. Kilise saldırısı bizlere bir kez daha gösterdi ki, Ortadoğu yine barut kokuyor.” dedi.
‘Küresel nabız barış ritmiyle değil, savaşın temposuyla atıyor’
“İsrail-İran savaşı sadece iki ülke arasında yaşanan bir savaş değildir” diyen Tülay Hatimoğulları, bu savaşın bölgesel nitelikte olduğunu belirtti. Tülay Hatimoğulları şöyle devam etti: “Ne yazık ki küresel nabız, barış ritmiyle değil; savaşın çılgın temposuyla atıyor. Neoliberalizmin yarattığı sınıfsal uçurumlar, ekonomik çöküş, silahlanma, ekolojik yıkım… İşte bütün bunlar; güç dengelerinin, ticaret savaşlarının, etnik ve mezhepsel gerilimlerin yeniden bir çatışma sebebi olmasının önünü açıyor. Hepsi savaşın zeminini hazırlıyor ve savaşı körüklüyor. Bakın G-7 zirvesinde ve NATO’nun artan savaş harcamaları talepleri bize neyi gösteriyor? Sadece Türkiye değil, Ortadoğu değil; bütün dünya ülkelerini yakından ilgilendiren gelişmeler bunlar. Her şeye güvenlik gözlüğünden bakılıyor. Oysa bunun anlamı, daha fazla sosyal ve siyasal felaket, daha fazla açlık ve huzursuzluk demektir. ‘Güvenlik’ denilerek savaşın dehşeti bizlerin gözünde sıradanlaştırılmaya çalışılıyor. Oysa biz savaşları ve çatışmaları, insan yaşamına kasteden, her yeri yakıp yıkan anlayışı normal karşılamıyoruz, normal karşılamayacağız.”
‘En önemli güvenlik, iç barışı ve demokratikleşmeyi sağlamaktır’
Emperyalizmin paylaşım savaşında bölgenin yeniden dizayn edilmek istendiğini söyleyen Tülay Hatimoğulları, şu ifadeleri kullandı: “Soğuk Savaş sonrasında bir yeni dünya düzeni kurulmuştu. Ama şu an, Üçüncü Dünya Savaşı’na gebe olan bu süreç bize, yeni dünya düzeninin yıkılmaya başlandığını ve yerine yeni bir düzenin inşa edilmeye çalışıldığını gösteriyor. Emperyalist güçlerin, jeopolitik satranç tahtasında oynadıkları acımasız oyunla yapılıyor bütün bunlar. Bunların bedelini, sizin akrabalarınız, siz, biz sivil yurttaşlar, en ağır şekilde halklar ödüyor. Savaşın gerçek yüzü tam da bu tablonun kendisidir. Kibirli liderlerin çizdiği rotaları, sivillerin kanıyla boyuyorlar.
Çözüm, ulus-devlet anlayışının sahte güvenlik politikalarında değildir. İran-İsrail savaşı bunu bize bir kez daha göstermiştir. ‘Ulusal güvenlik’ diyorlar. Bu bir tuzaktır. Ulus-devletler, kendi halklarına güvenlik sunamazken dışarıdan mutlak bir düşman yaratarak, kendi içlerindeki anti-demokratik uygulamaları da meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu sözüm sadece bir devlete ilişkin değildir. Ulus-devlet anlayışıyla kendisini inşa etmiş her ülke için geçerlidir. Demokratik muhalefet bastırılıyor, sivil toplum susturuluyor. Bakın İran’daki anti-demokratik uygulamalara, despotik yaklaşımlara ve yönetim biçimine ilişkin şunu çok net olarak ifade ediyoruz: İran demokratikleşmelidir, evet. Ama bunun panzehiri İsrail’in oraya saldırısı değildir. İran-İsrail savaşına hayır diyoruz. Her ülkenin kendi iç demokrasisini inşa etmek gibi bir zorunluluğu vardır.
Bunu hiç kimse unutmamalıdır ki, en önemli güvenlik; iç barışı sağlamak, demokratikleşmeyi gerçekleştirmek, kendi halkı arasında ayrı-gayrı gütmemek ve ortak bir hukukla ülkeyi yönetmekten geçer.”
Devamında Tülay Hatimoğulları şunları belirtti:
“Bu karanlık tünelden ışığı görebiliriz. Bunun panzehiri, emperyalizme karşı güçlü bir direniştir. Biz halklar, ezilenler ve sömürülenler olarak emperyalizmden alacaklıyız. Bunu aldığımız zaman bizler bu savaşları durdurur, barış ve huzur içinde birlikte yaşayabiliriz. Bir avuç küresel sermayedar için nükleer silahların kullanılması ile karşı karşıya kaldık. Nükleer silah kullanılabilirdi. Hâlâ bu olasılık ortadan kalkmış değil. Bu ne demek biliyor musunuz? Dünyanın tamamının ortadan kalkması, bütün canlıların ölmesi demektir. Çernobillerin bir tanesi değil, onlarca, yüzlerce Çernobil olması demektir. Herkes silkinecek ve kendine gelecek. Bu savaşta sadece İran ve İsrail birbirine zarar vermiyor. Varsayın ki nükleer silah kullanıldı, bütün bölgenin ülkeleri etkilenecek. O yüzden herkes aklını başına devşirmeli ve neden barış dediğimizin anlaşılması ile barışın tesis edilmesi şarttır.
Demokratik ulus çözümü silahta, kanda aranmaz
İçerideki demokrasi eksikliği, dışarıdaki düşmanlıklardan çok daha tehlikelidir. Eşit yurttaşlığı kutsayan, hak eşitliğini, adaleti, özgürlüğü temele koyan siyaset; bütün bu gelişmelerin panzehiridir. Bu anlayışı benimsersek, hem iç hem de dış barışı birlikte sağlayabiliriz. Demokratik ulus çözümü silahta, kanda aramaz. Demokratik ulus; çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı halkların kendi kaderlerini özgürce tayin edebileceği, eşit hukukla tesis edilmiş ortak yaşam modelidir. Bizi, Ortadoğu’yu ve bütün dünyayı kurtaracak olan, tam da bu projenin ve anlayışın yaşama geçmesidir.
Söylemle kınayıp gerçekte destek sunuyorlar
Savaşı yaşamayan insanlar klavye başında oturuyor, ‘şu füze, şu savaş uçağı’ diye oyun konsoluyla oynuyor gibiler. Halklar arası düşmanlığı tetikliyorlar. Savaş bir oyun değildir. Ellerdeki silahlar konsol değil, gerçek. Elle tutulan, gözle görülen, isabet edince yakan, yıkan, öldüren; oyuncak değil, bunlar gerçek füze, bomba. Avrupa başta olmak üzere birçok ülke savaşı söylemde kınıyor ama gerçekte savaşı destekliyor. Bu sorumsuzluktan derhal çıkılmalıdır. Bu karanlık tablonun umut ışığı halkların demokratik mücadelesindedir. İran’dan İsrail’e, Ukrayna’dan Filistin’e her yerde barış talebini yükseltmeliyiz. Barışın sesi silahlardan çok daha güçlüdür. Savaş mutlaka ve mutlaka durdurulmalıdır.
Savaşın ateşiyle ısınmaya kalkanlar kendi evlerini küle çevirirler
Sabah 07.00’den itibaren İran ve İsrail arasında ateşkes ilanı hayata geçecek. Biz buna sevindik, barış umudu doğdu diye. Ne yazık ki yine füzeler, uçaklar ve bombardıman devam ediyormuş. Şunu unutmamalıyız: İran’dan, İsrail’den yükselen dumanlar sadece ve sadece geleceği karartır. Savaşın ateşiyle ısınmaya kalkanlar sonunda kendi evlerini küle çevirirler. Burada çağrım başta Amerika, İsrail, İran olmak üzere, onların halklarına ve bütün dünya halklarına: bu ülkelerin yönetimlerinin savaş oyunu oynamalarına izin vermeyin. Buna ilk önce karşı çıkması gereken Amerika halkıdır, İsrail halkıdır, İran halkıdır, bölge halklarıdır.
Tarihin fırsatları bizlere bekleme şansını vermez
Küresel ve bölgesel olaylar çok hızlı cereyan ediyor. Emperyalizmin Ortadoğu'ya giydirdiği katı ulus-devlet gömleği, 100 yıldır her baharı kışa çevirmiştir. Bu dönemde halkların faydasına olan bu gelişmeler sürüncemede bırakılamaz. Hiçbir şeyi oluruna bırakamayız. Bazen şöyle anlayışlar gelişiyor: ‘Hele bir bakalım İran-İsrail savaşı nasıl sonuçlanacak? Hele bir bakalım Suriye’de neler olacak? Türkiye’deki diyalog sürecine acaba bunların etkileri ne olacak?’ diye herkes bir bekleme içinde. Tarihin fırsatları bizlere bekleme şansını vermez, vermeyecektir de. Yüzyıllık bekleyişin tortusunu omuzlarımızdan atmak istiyoruz. Tarih bize beklemeyin, yol alın diyor. Bekledikçe kaybettik, yaralar derinleşti, fırsatlar uçup gitti. İran-İsrail savaşı, bizlere barışın kritik önemde olduğunu gösterdi. Türkiye, barışı komşu coğrafyada yükselen ateşi söndürmeye öncülük edebilir.
Yargı, adalet terazisini barışa hizmet için kullanmalıdır
Sayın Bahçeli’nin sürecin hızlı ve dikkatli gitmesine dair uyarıları çok önemli. Bir kez daha anlıyoruz ki, kendi iç demokrasisini kurumsallaştırmayan ülke, küresel fırtınalardan çok ağır yara alır. Ancak toplum, haklı olarak ‘Bizim kaygılarımız kulak ardı ediliyor’ diyor. Siyaset kurumu, iktidar, devlet; toplumun kaygısını görmüyor. Manisa Turgutlu’da bir lise öğrencisi, ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganı attığı için tutuklandı. Bu, barışı konuşurken oldu. ‘Jin Jiyan Azadî’ sloganı, Kürt kadınlarının Türkiye kadın hareketiyle birlikte verdikleri ortak mücadelenin, bütün dünya tarafından sahiplenilmesini sağlayan çok önemli bir şiar. Elazığ’da, 30 yıllık infazını tamamlayan Beyar Uğurlu’nun tahliyesi, Öcalan’ın çağrısını destekliyorum dediği için ertelendi. Sayın Öcalan’ın çağrısına bütün dünyadan olumlu yanıt gelmedi mi? Türkiye’nin neredeyse yedisinden yetmişine kadar bütün toplumu bu çağrıya olumlu yanıt vermedi mi, sahiplenmedi mi? Ne zamandan beri barış talebine suç gözüyle bakar olduk? Bakın, yargı adalet terazisini barışa hizmet için kullanmalıdır. Türkiye’de yargı artık Kürt halkıyla, Kürt diliyle, kültürüyle barışmalıdır.
Meclis Başkanı, siyasi partilerin gruplarıyla bir araya gelecek
Bu barış sürecinin inşasının yolunun, Meclisin görev ve sorumluluk üstlenmesiyle mümkün olabileceğini söyledik. Bunun için Sayın Öcalan’ın da, bizlerin de, herkesin de ortak bir talebi vardı: Parlamentoda bir komisyon oluşturulması. Bu komisyon hâlâ oluşturulmadı. Bu komisyon ne zaman oluşturulacak? Oluşursa nasıl bir nitelikte olacak? Bütün bunlar yanıt bekleyen sorular. Şu an bizdeki bilgi, bugün Sayın Numan Kurtulmuş’un Meclis Başkanı olarak parlamentoda grubu bulunan bütün siyasi partilerin Grup Başkanvekilleriyle bu konuyu görüşmek üzere bir toplantı gerçekleştirecek olmasıdır. Bu gerçekten çok olumlu. Ümit ediyoruz ki, bugün bu toplantıdan somut sonuçlarla çıkılabilir. Barışın yolu, cesaretle, kararlılıkla, samimiyetle aşılır.
Herkes süreci sahipleniyor
Türkiye’nin dört bir yanında ve yurt dışında çok sayıda toplantılar gerçekleştirdik. Herkes bu süreci sahipleniyor. Buradan hareket etmek, ilerlemek gerekiyor. Mesela Diyarbakır’da İHD’nin düzenlemiş olduğu ‘Barışa Giden Yol: Hafıza ve Adalet’ buluşmaları çok önemli buluşmalar. Bu buluşmada çok önemli bir nokta var ki; hem Uğur Kaymaz’ın hem de Eren Bülbül’ün annesi, ‘Biz barıştan yanayız’ mesajını verdiler. Bu mesaj çok kıymetli. Hem siyaset kurumuna hem bütün toplumsal dinamiklere bu mesaj çok büyük görev ve sorumluluklar yüklemiştir. Bu görevin bilinciyle; sendikalarla, STK’larla, demokratik kitle örgütleriyle, inanç topluluklarıyla, kadın hareketiyle, doğa ve insan hakları savunucularıyla, yani bu ülkenin bütün renkleriyle bizler bir araya geldik, geliyoruz ve gelmeye devam ediyoruz.
Ekrem İmamoğlu görüşmesi
Sayın İmamoğlu ile biz çok fazla başlık konuştuk. Hem ülkedeki, hem bölgedeki gelişmeleri; İran ve İsrail savaşını, Türkiye’ye olası etkilerini, Sayın Öcalan’ın barış ve demokratik çağrısını... Çağrıdan sonraki gelişmeleri ve bundan sonra neler olabileceğini, neler yapılabileceğini kendileriyle istişare ettik. Sayın İmamoğlu şunları söyledi: ‘Bütün bu olumsuz gidişatta en büyük umudumuz şu an barışı konuşuyor olmamız. Barış, demokrasisiz; demokrasi barışsız olmaz.’
Bu görüşmeler ve diyaloglarımız devam ediyor. Yakın zaman önce 16 baro bizi ziyaret etti. Çok önemli bir çalışma yapmış barolar. 17 maddelik bir çözüm taslağı sundular. Bu taslağın ana fikrinde şunu ifade ediyorlar: Kalıcı barış için, TBMM öncülüğünde temel haklar ve eşit yurttaşlık güvenceye alınmalı; kayyım ve keyfî yasaklar kaldırılmalıdır, diyorlar. Bu kıymetli çalışmaları ve açıklamaları için kendilerine teşekkür ediyoruz. Elbette bunların hepsini mücadele ile kazanacağız.
Sayın Öcalan ile kesintisiz bir diyalog
Geçtiğimiz birkaç gün içinde İHD, TTB, KESK, TÜSİAD, MÜSİAD’ı ziyaret ettik. İnanın her kesimden, farklı ideolojik ve siyasal görüşlerden insanların hepsinin ortak bir paydası var: Barış. Bir an önce barış bu topraklarda inşa edilsin, bunu istiyorlar. Bu temaslar yalnızca DEM Parti’nin mesaisi değildir; bir halkın, bir ülkenin, hatta bir bölgenin barış umudunu ören kolektif bir iradeyi temsil etmektedir.
Bu süreçle ilgili önemli noktalardan biri de, sürecin hız kazanabilmesi için Sayın Öcalan ile kesintisiz bir diyalogun sağlanması gerekliliğidir. Herkes, kendisiyle görüşmek istiyor. Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında, ‘Sayın Öcalan ile görüşmek istiyoruz’ şeklinde yürütülen kampanyalar ve çalışmalar olduğunu da biliyoruz. Ve önümüzdeki günlerde, kendisiyle görüşmek isteyen Avrupa’dan çok sayıda, kalabalık bir heyetin geleceğini de biliyoruz.
Bu görüşmelerin kapısının açılmasının önemini biz ısrarla vurguladık. Bakın, Sayın Öcalan kendisi de istiyor. ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’nın toplumda daha güçlü karşılık bulması ve bu sürecin inşa edilebilmesi için Sayın Öcalan; hem Türkiye, hem Avrupa, hem Ortadoğu, yani dünyanın dört bir yanından aydınlarla, yazarlarla, hukukçularla, akademisyenlerle, siyasetçilerle her kesimden görüşmeyi talep ediyor. Bizler diyoruz ki: İmralı kapıları barışa açılırsa, gerçek barışın imkânı doğar. O kapılar kilit değil, köprü olmalı. Oradan ülkeye; özgürlüğe, demokrasiye, adalete, kardeşliğe dair çözüm fikirleri akmalıdır.”