92 cezaevi ihlal raporu: Hukuki süreç başlatılmalı
- 16:13 29 Aralık 2024
- Güncel
AMED –92 cezaevini kapsayan “2024 Yılı Türkiye Hapishaneleri“2024 Yılı Türkiye Hapishaneleri Hak İhlalleri” raporunda, “Umut hakkı kapsamında Sayın Abdullah Öcalan ve ağırlaştırılmış müebbet rejimine tabı tutulan tüm tutsaklar hakkında hukuki süreç başlatılmalıdır” denildi.
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) ile Med Tutuklu ve Hükümlü Aileleri Hukuki ve Dayanışma Dernekleri Federasyonu (MED TUHAD-FED), hazırladıkları ve 92 cezaevini kapsayan “2024 Yılı Türkiye Hapishaneleri Hak İhlalleri” raporuna dair açıklama yaptı. Diyarbakır Kampüs Cezaevi önünde yapılan açıklamaya, ÖHD Eş Genel Başkanı Ekin Yeter, MED TUHAD-FED Eşbaşkanları Pınar Sakık Tekin ile Kerem Canpolat’ın yanı sıra Kürdistan ve Türkiye kentlerinde gelen ÖHD’li avukatlar, federasyon üyeleri katıldı.
Raporu, ÖHD Genel Merkez Hapishane Komisyonu Eş Sözcüsü Ayşe Şehriban Demirel okudu.
Ayşe Şehriban Demirel, Türkiye hapishanelerinde insan hakları ihlallerinin yaygın, yerleşik ve sistematik bir hale geldiğini belirterek, ÖHD ve MED TUHAD-FED’e gelen başvurular neticesinde 2024 yılı itibariyle Türkiye’nin farklı illerinde bulunan 88 hapishanede başvurucu mahpuslar ile görüşmeler gerçekleştirildiğini ifade etti.
‘Mahpuslar hukuk dışı uygulamalara maruz kalmıştır’
Ayşe Şehriban Demirel, “Hapishanelerde mahpusların tutuldukları fiziki koşullardan, olağan hale getirilmeye çalışılan ağırlaştırılmış infaz rejimi uygulamasına; mahpusların kendi aralarında sosyalleşmesinden, aile ve avukat görüş hakkının sağlanmasına kadar geniş bir çerçeveyi kapsayan mahpus haklarının yaygın ve sistematik bir şekilde ihlal edildiği, mahpusların keyfi ve hukuk dışı disiplin cezalarına maruz bırakıldığı gözlenmektedir. Sayın Abdullah Öcalan’ın 15 Şubat 1999 tarihinden beri İmralı ada hapishanesinde tecrit altında tutulmaktadır. Hukukun en basit normları ihlal edilerek Sayın Abdullah Öcalan üzerinde haksız disiplin cezaları ve avukat ve aile görüşme taleplerinin matbu gerekçelerle reddedilmesiyle ortaya çıkan tecrit hali bunun en tipik örneğini oluşturmaktadır. 23 Ekimde Ömer Öcalan ve 28 Aralıkta DEM Parti heyetiyle yapılan görüşmeler tecrit halini ortadan kaldırmamaktadır. Yıllardır süregelen hukuksuzların ve tecridin ortadan kaldırılması için somut adımlar atılmalıdır. Bir an önce Sayın Öcalan’ın umut hakkı kapsamında fiziki özgürlüğü için adım atılmalıdır” sözlerine yer verdi.
‘Siyasi mahpuslar Umut Hakkı’ndan yararlanmamaktadır’
Başta PKK Lideri Abdullah Öcalan ve diğer siyasi tutsakların Umut Hakkı’ndan yararlanmadığına dikkat çeken Ayşe Şehriban Demirel, “İmralı ada hapishanesinde tutulmakta bulunan Sayın Abdullah Öcalan, Sn. Ömer Hayri Konar, Sn. Hamili Yıldırım ve Sn. Veysi Aktaş’ın aileleri ve avukatları ile görüş yapma haklarının çok uzun yıllardır insan hakları hukukuna bütünüyle aykırı bir şekilde ihlal edilmesine rağmen Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT), 13- 22 Şubat 2024 tarihlerinde Türkiye’ye özel amaçlı bir ziyaret gerçekleştirmiş ancak raporunu açıklamayarak Türkiye’nin izninde olduğunu belirtmiştir. Türkiye’de tecrit halinin uzantısı olarak umut hakkından Sayın Abdullah Öcalan başta olmak üzere siyası mahpuslar yararlandırılmamaktadır. AİHM’in 18.03.2014 tarihli Öcalan ve Türkiye 2146/147 kararında Öcalan, ağırlaştırılmış müebbet ile mahkûm olduğunu ve bu durumun AİHS madde 3 ihlaline sebebiyet verdiği iddiasına, başvurucunun işlediği suçların ağırlığı ve esasen mahkûm olduğu müebbet hapis cezasının ölüm cezasının ilgası dolayısıyla bu cezanın dönüştürülmüş hali olduğunu belirterek karşı çıkmıştır. Umut hakkı kapsamında Sayın Abdullah Öcalan ve ağırlaştırılmış müebbet rejimine tabı tutulan tüm tutsaklar hakkında hukuki süreç başlatılmalıdır. Bu hukuki suç evrensel hukukun bir gereğidir” dedi.
Raporlarına rağmen ağır hasta tutsaklar tahliye edilmiyor’
Ayşe Şehriban Demirel, hasta mahpusların Türkiye’nin ceza infaz sistemi içerisinde en yakıcı ve önemli sorunlardan birini oluşturduğunu ifade ederken, “Türkiye hapishanelerinde sağlığa erişim hakkının engellenmesi, tekli ring araçları ile hastaneye götürülme, kelepçeli muayene ve ağız içi arama dayatması, hastane sevklerinin geç yapılması ya da yapılmaması, hapishanede çalışan sağlık personel sayılarının yetersiz olması yaşam hakkı ihlaline yol açabilmektedir. Ağır hasta mahpuslar, tüm başvurulara rağmen, başvuru süreçleri sürüncemede bırakılarak ve tıp etiğine uygun olmayan, bilimsel ölçütlerden yoksun adli tıp kurumu raporları gerekçe gösterilerek tahliye edilmemekte, yaşam hakları ihlal edilmektedir. Aşağıya giden demokrasiyle paralel olarak Türkiye’de hapishanelerde koşullar daha kötüleştirilmektedir. Son birkaç yıldır sessiz sedasız bir şekilde, kamuoyu bilgilendirilmeden yeni Tip hapishaneler açıldığını görmekteyiz. Fiziksel, sosyal ve psikolojik insani gereksinimleri yok sayan izolasyon yaklaşımı ile hükümlü güven hissi, dayanışma, paylaşım gibi haklardan yoksun bırakılmaktadır. İnsanın ruh ve beden sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratacağının bilimsel olarak ortaya konulmuş olması, sosyo-kültürel yapı ve gelenekle çelişki oluşturması, insan haklarına açıkça aykırılık taşıyan bu hapishane modellerinin yapımının durdurulması ve mevcut hapishanelerin kapatılması bir zorunluluktur” sözlerine yer verdi.
Tutsakların infazı yakılarak tahliyeleri engelleniyor
Ceza İnfaz Kurumlarında bulunan birçok mahpusun infazının yandığını ve tahliyelerinin engellendiğini kaydeden Ayşe Şehriban Demirel, “ Hukuki güvenlik hakkını ihlal edici bir şekilde, sübjektif değerlendirmelerin ve keyfi idari süreçlerin işletilmesiyle birlikte, şartlı tahliye taleplerinin sıklıkla reddedildiği gözlenmektedir. Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkını doğrudan etkileyen “iyi halli” kavramı bu haliyle cezaevi yetkililerinin keyfi kararlarına bırakılmıştır. Bağımsız koğuş, pişmanlık gibi dayatmalar, mahpusun su/elektrik tasarrufu yapmadığı, daha önce disiplin cezası aldığı, hapishane kütüphanesinden yeterli sayıda kitap okumadığı, göndermek istediği mektuplar hakkında sakıncalı mektup kararı verildiği, infaz koruma memurlarına daha fazla kolaylık sağlamadığı, personelle mesafeli olduğu gibi gerekçeler idare ve gözlem kurulu kararlarında çok sık karşılaşılan gerekçelerdendir. Şartlı tahliye hakları hukuk dışı yaklaşım ve kararlarla engellenen, mahpusların ivedilikle tahliye edilmeleri için gerekli işlemler yapılmalıdır. Mahpuslardan gelen bilgilere göre son dönem de farklı cezaevlerine sürgünler olduğu yönündedir. Aile ve mahpus yakınlarının mahpusları ziyaret etmek için uzun yollar gelmek zorunda olması ve yolculuk süresince karşılaşacakları riskler düşünüldüğünde bu ziyaretlerin tehlikeli olduğu açıktır. Sürgün edilen mahpusların yargılandıkları ilde ikamet faaliyet yürüten avukatları ile iletişim hakları ellerinden alınmaktadır. Avukatlara disiplin cezaları tebliğ edilmiyor. Mahpusların hukuki desteğe erişim hakkını zedeleyen bu durum ulusal yasalara ve uluslararası mevzuata aykırıdır” ifadelerini kullandı.
Tutsaklara para göndermeyi suç sayıyorlar
Ayşe Şehriban Demirel, uzun süredir hapishanelerdeki mahpuslara para yatıran ailelere, vasilere, avukatlara ve yakınlarına yapılan yargısal baskıların sürdüğünü belirtirken, “Kişiler gözaltına alınmakta, haklarında davalar açılıp, cezalar verilmekte, ‘teröre finansman sağlamak’ suçlamasıyla tutuklamalar devam etmektedir. Mahpusların aileleri ve yakınları üzerinde oluşturulan yargı baskısı ile mahpuslara para yatırmanın suç olarak değerlendirilmesi sonucunda mahpuslar hiçbir ihtiyaçlarını karşılayamaz duruma gelmekte, bu da hem fiziksel hem de ruhsal sorunları, ihlalleri beraberinde getirecektir. Yargı baskısına uğrayan kişilerin de gözaltına alınması, davalar açılması ve tutuklanması da ayrıca yakınları üzerinde telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açmakta, işlerinden olmakta, özgürlüklerinden mahrum bırakılmakta ve sosyal olarak da zarara uğramaktadırlar” dedi.
Dil üzerindeki baskı devam ediyor
Ayşe Şehriban Demirel, devamında şunları aktardı: “Son dönemlerde daha da artan mektup engellemeleri ve mektupların kaybedilmesi mahpusların aile ve özel hayatlarına saygı hakkı ile haberleşme haklarını ihlal ettiği gibi mahpuslar üzerindeki tecridi de arttırmaktadır. Mahpusların ailelerine yazdıkları mektuplar ya da mahpusların ailelerinden gelen mektuplar dahi hiçbir gerekçe gösterilmeden engellenmektedir. Özellikle mahpuslar tarafından yazılan Kürtçe mektupların gönderilmemesi ya da mahpuslara gelen Kürtçe mektupların engellenmesi dışarıda Kürtçe’ye yönelik süren ayrımcılığın hapishanelerde de devam ettiğini göstermektedir.
‘Keyfi uygulamalardan derhal vazgeçilmeli’
Yine gazete ve dergi gibi yayınlarda hapishane idareleri tarafından keyfi olarak yasaklanmaktadır. Mahpusların uluslararası anlaşmalar ve anayasa ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve haberleşme hakkından kanunlara uygun olarak faydalanabilmeleri için kitaplara getirilen sınırlamalara ile gazete ve dergilere getirilen yasaklara son verilmeli, mahpusların ifade özgürlüğü ve haberleşme haklarına yönelik ihlaller durdurulmalıdır. Hapishanelerde mahpuslara yönelik temel hakları sınırlayıcı ve ihlal edici keyfi ve hukuk dışı uygulamalardan derhal vazgeçilmeli; hukuka aykırı fiilleri gerçekleştiren kamu görevlileri hakkında etkin soruşturma mekanizmaları işletilmelidir. Bizler hapishanelerde yaşanan ihlallerin takipçisi olacağımızı belirtiyor, yaşanan hak ihlallerin bir an evvel sonlandırılması için herkesi sorumlu olmaya davet ediyoruz.”