Ebru Günay: Türkiye geleceğini Kürtlerle kurmak zorunda
- 17:28 10 Kasım 2025
- Güncel
ANKARA - DEM Parti Dış İlişkiler Eş Sözcüsü Ebru Günay, Kürtlerin artık bölgesel siyasetin belirleyici aktörü olduğunu vurgulayarak, “Ortadoğu’da Kürtlerden söz etmeden ne siyasi ne kültürel bir gelecek konuşulabilir. Türkiye, kalıcı barış istiyorsa Kürtlerle buluşmak zorunda” dedi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Dış İlişkiler Eş Sözcüsü Ebru Günay, Majalla dergisi ile yaptığı röportajda Kürt Özgürlük Hareketi ile Türkiye arasındaki sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
'Kürtler sadece demografik bir unsur değil, güçlü aktörler'
“Derin devleti temsil eden kişilikler ve kurumlar, Türkiye'de güvenli ve sürdürülebilir bir barış sürecinin kurulmasından başka bir yol olmadığını biliyorlar” diyen Ebru Günay, “Savaşın geleneksel koşullar altında devam etmesi imkânsız. Çünkü savaşın geleneksel koşullar altında sürdürülmesi artık imkânsız hale geldi. Türkiye’de sorumluluk sahibi tüm kesimler, çevrelerindeki Kürtlere — Suriye’nin kuzeydoğusundaki, Irak Kürdistan Bölgesi’ndeki ve hatta İran’daki Kürtlere — bakıyorlar. Türkiye her yönden Kürtlerle çevrili; ama bu Kürtler artık geçmişteki gibi sadece demografik ya da kültürel birer ‘kenar unsur’ değil. Son yıllarda siyasi olarak örgütlenmiş, etkili ilişkilere sahip ve Kürt meselesini ifade edebilen güçlü aktörler haline geldiler. Bu da bölgesel ve küresel güçleri Kürtleri artık kendi stratejik hesaplarına dâhil etmeye zorluyor” dedi.
'Geleceğini inşa etmek istiyorsa, bunu Kürtlerle buluşarak yapabilir'
Kürtlerin bölgedeki gücünün artık hiçbir aktör tarafından inkâr edilemeyecek düzeye geldiğini belirten Ebru Günay, “Bugün Ortadoğu merkezli hiçbir siyasi, kültürel veya entelektüel platform, Kürtlerden, onların örgütlenmelerinden ve deneyimlerinden bahsetmeden var olamaz. Üstelik bu bahsediş çoğu zaman olumlu, hatta takdir edici. Oysa bundan çeyrek asır önce böyle bir durum söz konusu değildi. Bu yeni konumlanma, Ortadoğu’daki hiçbir aktörün Kürtlerin siyasal kimliğini ve bölgedeki hayati rolünü inkâr etmesine fırsat vermiyor. Türkiye gibi bölgesel ağırlığı ve iddiası olan bir devlet, geleceğini inşa etmek istiyorsa bunu ancak Kürtlerle buluşarak, onlarla uyum içinde yapabilir. Artık bölgesel siyasi denge mantığı bu şekilde işliyor; derin devlet de bunu gayet iyi biliyor. Elbette Türkiye’nin ve genel olarak bölgenin bu demokratik ve gelişimci yapısını istemeyen çevreler var; bunlar Kürtlerle çatışmalı bir hattın devam etmesini istiyor” diye belirtti.
'Ortaya konulan model kurucu role bir kanıttır'
Kürt sorunundaki bu yeni dönüşümün Türkiye’ye ya da bölgedeki diğer devletlere karşı bir tehdit değil, tersine siyasetine ve demokratik gelişimine değer katan bir olgu olduğunu belirterek şunları söyledi: “Kürtlerin ortaya koyduğu modellerin niteliği, onların kurucu-yapıcı rolüne bir kanıttır. Örneğin Suriye’de Kürtlerin kontrolündeki bölgeler geçmişte de bugün de soykırım ya da kitlesel imha uygulamalarından uzak kalan tek alanlardı. Farklı dini, etnik ve mezhepsel kimlikler, Kürt örgütlerinin sağladığı özerk yönetim yapıları içinde kendilerine bir yer bulabildi. Benzer biçimde Irak Kürdistan Bölgesi’nde de üzerlerindeki tüm baskılara rağmen, insani haklar ve yaşam açısından Kürdistan’ı Irak’ın diğer bölgeleriyle kıyaslamak bile mümkün değil. Türkiye’de bizlerin yönettiği belediyeler ve yerel idareler de oldukça olumlu örnekler sundu. Bütün bu deneyimler, Kürt halkının haklarının diğer toplumların haklarıyla çatışmadığını; aksine onların bütünleyici bir parçası olduğunu kanıtlıyor.”
'Görünür olmayan anlaşmazlıklar söz konusu olabilir'
Başlatılan yeni sürece de değinen Ebru Günay, AKP-MHP arasındaki hassasiyet farkına dikkat çekerek, “Barış sürecinin daha akıcı ve dinamik ilerleyebilmesi için atılması gereken ya da en azından ilan edilmesi gereken bazı adımlar vardı. Ancak bu adımlar atılmadı; oysa bu ittifak cephesinin bazı unsurları kapalı kapılar ardında bu yönde niyet beyanlarında bulunmuşlardı. Bu durum, görünür olmayan anlaşmazlıkların varlığına işaret ediyor. Her iki taraf da diğerini kendi bakış açısına ve meseleyi yorumlama biçimine çekmeye çalışıyor. Nihayetinde Türkiye’de tarihsel olarak derin ve köklü bir milliyetçi eğilim var; bu eğilim devlet kurumlarından politikalara, hatta kamusal söylemlere kadar her alanda etkisini gösteriyor. Hatta onlarla fikir ayrılığı yaşayanlar bile tutum ve tepkilerini belirlerken bu milliyetçi refleksi öncelikli bir referans noktası olarak dikkate almak zorunda kalıyorlar” ifadelerini kullandı.
'En sert çekirdek barışın tesis edilmesini destekliyor'
Bu çelişkinin sadece AKP-MHP arasından kaynaklanmadığını belirten Ebru Günay, her Türk siyasi yapısının içinde yaşanan bir iç gerilim olduğunu ifade etti. Bunun temelinde hâkim olan geleneksel milliyetçi anlayışın bulunduğunu belirterek, “Yine de bu durum, Türkiye’de son on yılda yaşanan köklü dönüşümü inkâr etmemeli. Bir zamanlar siyasal İslam’ı temsil eden AKP, 2015 yılında devletin derin yapısını temsil eden güçlerle ittifak kurdu. Zamanla bu ittifak öyle bir biçimde gelişip iç içe geçti ki artık aralarındaki farkı görmek neredeyse imkânsız hale geldi. Tutumlarda, genel politikalarda, hatta ideolojik bakışta büyük ölçüde bütünleştiler; birçok durumda çıkarlar ve örgütsel yapılanmalar da kesişti. Bugün ortaya çıkan görüş ayrılıkları ise her iki yapı içinde de barış sürecine karşı çıkanlarla onu destekleyenler arasındaki farklılıklardan kaynaklanıyor. Ancak genel olarak, bizim siyasi faaliyetlerimiz ve diğer güçlerle kurduğumuz iletişim ağı üzerinden gördüğümüz kadarıyla, Türkiye devletinin en sert ve etkili çekirdeği tarafından silahlı çatışmaların sona erdirilmesi ve iç barışın tesis edilmesi yönünde bir karar alınmış durumda” diye konuştu.
'Sayın Öcalan’ın konumu ve birikimi olmadan yolun açılması mümkün değildi'
DEM Parti, Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasında bir çelişki, görüş farklılıkları varmış gibi gösteren medya ve provokatif yaklaşımlara karşı ise Ebru Günay şöyle deva etti: “Bu üçlü yapı arasında güçlü bir bütünlük var. Bu üç taraf dışarıdan bakıldığında farklı roller üstleniyor gibi görünse de gerçekte bu roller birbirini tamamlıyor ve aynı yönde ilerliyor. Sayın Öcalan’ın rolü belirleyici; çünkü onun çağrıları, siyasal vizyonu ve teorik yaklaşımları bu sürecin önünü açtı. Onun konumu ve tarihsel birikimi olmadan böyle bir yolun açılması mümkün değildi. DEM Parti, Kürt halkının meşru taleplerini ve beklentilerini Türkiye’nin mevcut siyasal ve kurumsal zeminine dâhil etme yönünde bir siyaset yürütüyor. Bu partinin amacı, yasalar çıkararak, siyasi tutumlar geliştirerek ve diğer güçlerle ilişkiler kurarak Türkiye’deki genel toplumsal bilinci Kürt meselesine dair dönüştürmek. Ancak DEM Parti de, bu dönüşümü mümkün kılan mücadele zeminini, 50 yılı aşkın bir süredir direniş sürdüren PKK’nin yarattığını biliyor. Sayın Öcalan’ın analizlerinde de vurguladığı gibi, Kürt meselesi dediğimiz olgu o uzun soluklu mücadelenin sonucunda ortaya çıktı ki o mücadele olmasaydı, bu konudan söz etmek bile mümkün olmazdı.
'İnkâr dönemi sona erdi'
“Artık devletin ve Türkiye’deki siyasi güçlerin, ülkede bir ‘Kürt meselesi’ olduğunu ve bunun çözülmesi gerektiğini kabul ettiklerini söyleyebiliriz. Ancak bu sorunun hukuki, siyasi ve hak temelli olarak nasıl çözüleceği, yani Kürtlerin hangi somut hakları kazanacağı, bundan sonraki mücadeleye, Kürt halkının kendi iç siyasi birliğine ve partilerinin bu toplumsal mücadeleyi ne kadar etkili biçimde örgütleyebileceğine bağlıdır. Yüzyıl boyunca süren inkâr dönemi tamamen sona erdi; artık yeni bir çağ başladı. Sonuçta barış süreci, haklar ve sorumluluklar dengesine dayanır. Eğer derin devlet ve AKP, Kürtlerin silahlı mücadeleyi sonlandıracak bir ‘sorumluluk paketine’ uymalarını istiyorsa, o zaman Kürt toplumunun tabanını güçlendirecek, onları teşvik edecek yasal düzenlemeleri de hayata geçirmelidir. En azından ‘Terörle Mücadele Yasası’ veya ‘Türk Ceza Kanunu’nun bazı maddeleri gibi, devletin güvenlik kurumlarına her türlü siyasi ya da sivil hareketi bastırma imkânı tanıyan yasalar kaldırılmalıdır.”







