Komün ve ortak olanın hafızası (1)
- 09:09 21 Kasım 2025
- Jineolojî
"Herkesin ama kimsenin olmayan toprak olgusu, doğal toplumun doğal varoluş öğesi olmasına rağmen, mülk edinmenin tüm anlayış biçimlerine sinen ve insanlığı tahakküm altına alan bir toplumda, kulağa ütopik geliyor olabilir. Ancak Zapatistalar, bunun ütopik bir proje olmadığını, aksine yaşanılan koşullarda temel bir ihtiyaç olduğunu anlatıyorlar."
Azize Aslan
Ermilo Abreu Goméz, bir yerli Maya kahramanın hikayesini anlattığı Canek adlı kitabında Maya yerlileri için yol gösterici olan Pujuy kuşundan bahseder. Bu kuş yola düşenlerin yolunda belirdiğinde bir işaret olarak kabul edilir ve gidilecek yol belirsizliklere gebe olsa bile yürünmeye değer bir yol olarak görülür. Pujuy gece yol sürenlere rehberlik eden, gerçek yollara bekçilik eden ve saklayan bir kuştur. Hikâyede Maya topraklarının en eski sahipleri ile buluşmaya gitmek için oğlu Guy ile yola çıkan Canek, köyünün sınırlarını aşar aşmaz beliren Pujuy kuşunu görünce şöyle seslenir oğlu Guy’a: “Gözlerini iyice aç evlat ve Pujuy kuşunu takip et. O yanılmaz. Onun kaderi bizimki gibidir: başkaları kaybolmasın diye yürümek.”
Geçen haftalarda onlarca kez Akış Sevinci şiirini dinlerken “yürüten sensin, kudretine şükürler olsun” dizelerini yazan Ali Haydar Kaytan’ın Pujuy’dan haberi var mıydı acaba diye düşündüm ya da her halkın kendine seçtiği, yürünecek yolların yürünmesi gerektiğini işaret eden, başkaları kaybolmasın diye yürüyen bir Pujuy kuşu var mıdır? Bunu bilmek zor ama bu hikâyenin de şiirin de bize işaret ettiği bir şey varsa o da varılacak yerden ziyade anlamlı olanın bir yol ve rêber hikayesi olduğudur.
Sosyalizm ve demokratik sosyalizm arasındaki fark özünde bu ayrıma dayanır. Sosyalizm, yüzyıllarca süren devrim tartışmaları içinde sosyal sınıfların ortadan kalktığı ideal toplumsal sisteme giden yolda bir ara durak olarak tanımlandı ve ancak sonrasında varılacak nihai hedef olarak görüldü. Bu ideal topluma ulaşmayı sağlayacak güç olarak başta devlet iktidarı olmak üzere iktidarın ele geçirilmesi hedeflendi ve bunun için her türlü araç meşru sayıldı. Araçlar ideal bir amaç uğruna seçildiği için, devrimci etik ilkelerinin bu uğurda terk edilmesi anormal ya da daha doğrusu karşı devrimci görülmedi.
Nitekim ulus devlet iktidarını hedefleyen sosyalist devrim fikri, reel sosyalizmin devlet kapitalizmine dönüşerek çökmesi sonucunda halkların özgürleşmesi anlamında bir umut olma potansiyelini yitirdi.
Sonuçta kimi şahsiyetler ve hareketler bu çöküşü sosyalizmin çöküşü olarak algılayıp devletli ve kapitalist sisteme entegre olurken, rêberi Pujuy olanlar çöken sosyalizm deneyiminin üzerine düşündü, kolektif pratiği eleştiriye tabi tuttu ve nihayetinde yürünmeye değer yeni mücadele yolları ortaya çıktı. Bu yollardan biri olarak işaret edilen demokratik sosyalizm, sosyalizmin hakikat arayışı yolunda yeniden yorumlanması ve kurulmasıdır.
Meksika'nın Chiapas dağ ormanlarında yaşamını sürdüren Maya Zapatista halkının direnişine yoldaşlık ve rêberlik eden EZLN, bir Pujuy bilgeliği ile 2023 yılının sonlarında yayınladıkları 20 parçalık bildiriler serisinin son bölümü olan "Yirminci ve Son Bölüm: Ortak ve Mülkiyet Dışı" başlıklı bildirisinde inşa ettikleri yeniyi şu sözlerle anlatıyordu: "Özetle, bizim önerimiz şudur: Geri kazanılan toprakları ortak topraklar olarak belirlemek. Yani mülkiyet olmayan. Ne özel ne kamu ne de sosyal; ne federal ne eyalet, ne de başka bir şey. Toprağın mülkiyet hakkına dönüştürülmediği. Yani 'tapusuz toprak' gibi. O zaman, bu topraklarda 'bu arazi kimin' ya da 'sahibi kim' diye sorulursa, cevap 'kimsenin', yani 'herkesin' olacaktır."
Zapatista halkının mücadelesini ve özerklik inşasını belirleyen en temel unsurlardan biri, özellikle 1 Ocak 1994 devrimi ve sonrasındaki yıllarda özerk belediyelerini ilan ettikleri sırada işgal ettikleri, onların haklı ve onurlu deyişiyle "geri kazanılan" toprakları oluşturuyor. Geri kazanma, İspanyol işgali ve daha sonra kurulan Meksika ulus devletinden önce üzerinde yaşayan halkların sahip olduğu toprakların geri alınması anlamına geliyor. Geri kazandıkları bu toprakları bugüne kadar kolektif emek temelinde ekip biçerek, bu topraklarda özerk okullarını, sağlık kliniklerini, kooperatiflerini ve özerk yönetimlerini kurarak Zapatista halkının özerkliğini inşa eden EZLN, bugün bu özerklikten Zapatista olmayan halkların da yararlanabileceği yeni bir sistem kuruyor. Her şeyin ortaklık temelinde paylaşılabileceği, yani herkesin eşit yararlanabileceği fikri üzerine inşa edilecek bu yeni sistem için kuralları şöyle belirliyorlar: "Kurallar basit: Bir bölgenin sakinleri arasında anlaşma sağlanması gerekiyor. Uyuşturucu yetiştirmemek, araziyi satmamak, hiçbir kapitalist şirketin veya endüstrinin girişine izin vermemek ve paramiliter grupları dışarıda tutmak. Bu topraklarda yapılan işin ürünü, önceden kararlaştırılan süre içinde bu topraklarda çalışanlara aittir. Vergi veya ondalık ödenmez. İnşa edilen her tesis bir sonraki gruba kalır. Çalışanlar sadece emeklerinin ürününe sahip olurlar."
Toprağın ortak kullanım hakkından ve ihtiyaç için üretimden bahseden bu ilke, 1910 Meksika toprak devrimine öncülük eden Emiliano Zapata'nın "toprak onun üzerinde çalışanındır" sözünden de öte politik bir etiğe işaret ediyor. Bu ilke, o günden beri dünyadaki çiftçi ve köylü hareketlerine öncülük ederken, toprağın bir hak nesnesi değil, yaşam üreten kutsal bir özne olarak ele alındığı; üzerinde çalışılsa dahi kimsenin sahip olamayacağı bir durumu ifade ediyor. Yani mülkiyetin anlam yitirdiği yeni bir yaşam tahayyülü ortaya koyuyor.
"Herkesin ama kimsenin olmayan toprak" olgusu, doğal toplumun doğal varoluş öğesi olmasına rağmen, mülk edinmenin tüm anlayış biçimlerine sinen ve insanlığı tahakküm altına alan bir toplumda, kulağa ütopik geliyor olabilir. Ancak Zapatistalar, bunun ütopik bir proje olmadığını, aksine yaşanılan koşullarda temel bir ihtiyaç olduğunu anlatıyorlar. Bu yolda yürümeye karar vermelerinin nedenlerinin sadece kendilerine özgü olmadığını, tüm insanlığın yaşadığı sorunlardan kaynaklandığını vurguluyorlar.
Bu sorunlardan biri "fırtına" (tormenta), yani doğanın hoşnutsuzluğuyla ilgili her şey olduğunu söylüyorlar. Zapatistalar uzun bir süredir fırtına kavramını kullanarak doğanın yıkımına neden olan kapitalist birikime dayalı büyümeyi kastediyorlar. "Biz bilimsel analizler yapmıyoruz, ama toprağın insanları olarak bu fırtınanın yaşamlarımızı nasıl etkilediğini görüyor ve hissediyoruz." diyorlar.
Diğer neden ise "sosyal çürüme" olarak adlandırılan ya da şiddetin sosyal dokuyu parçaladığı söylenen şey. Bunun özellikle devletler tarafından kapitalist birikimin çıkarları için kullanıldığını ifade ediyorlar. Birbirine düşmanlaştırılan halklar, savaşlar ve bu durumdan yararlanan kapitalizmin patronları... "Ve sonra görüyoruz ki büyük patronlar, kapitalistler, yarının ne olacağı umurlarında değil. Bugün para kazanmak istiyorlar. Mümkün olduğunca çok ve mümkün olduğunca çabuk." Toplulukların yaşamlarını nasıl yerle bir ettikleri umurlarında bile değil.
Tüm bu sorunlara karşın, örgütlü isyanların dünyanın farklı coğrafyalarında inşa ettikleri şeylerin kendilerine ilham verdiğini ifade ediyorlar. Zapatistalar 2021 yılında Avrupa kıtasına onlarca delegasyon göndererek, bu kıtada Kürtlerin de içinde olduğu, direnen isyan hareketlerle buluşmuşlardı. Vardıkları bu toprakları komün temelinde ortaklaştırma kararlarının, orada buluştukları hareketlerin de pratiği olduğunu söylüyorlar. "Yani bu insanlar bizim gördüklerimizi görüyorlar. Bu kardeş halklar sayesinde bakış açımızı genişletebildik, daha geniş hale getirebildik. Yani sadece daha uzağı görmekle kalmayıp, daha fazla şeyi de görebildik. Daha fazla dünyayı. O zaman biz, yerli halklar olarak, ne yapmalıyız diye sorduk kendimize."
*Yazının ikinci bölümü haftaya yayınlanacaktır.
*Bu yazı, Jineolojî Dergisinin “Demokratik Toplum Sosyalizmi” dosya konulu 35. sayısından kısaltılarak alınmıştır.







