
Mizahın ırkçılığa evirilen yüzü
- 09:04 28 Eylül 2025
- Kadının Kaleminden
"Dijital çağda mizah, çoğu zaman eleştirel bir sanat olmaktan uzaklaşıp tıklanma ekonomisinin en kolay tüketilen ürünlerinden birine dönüştü. Sosyal medya algoritmalarının “tepkiden beslenen” işleyişi, hakaret ve kışkırtıcılığı ödüllendiriyor."
Ebru Güden
Mizah, tarih boyunca toplumların hem iktidarı sorgulama hem de toplumsal yaraları görünür kılma araçlarından biri olmuştur. Ancak dijital çağda mizahın üretim ve dolaşım biçimleri köklü biçimde değişmiştir. YouTube, TikTok, Instagram ve benzeri platformlar, içerik üretimini bireyselleştirirken, izleyici sayısını merkeze alan algoritmik sistemler mizahın etik sınırlarını esnetmiştir.
Dijital çağda mizah, çoğu zaman eleştirel bir sanat olmaktan uzaklaşıp tıklanma ekonomisinin en kolay tüketilen ürünlerinden birine dönüştü. Sosyal medya algoritmalarının “tepkiden beslenen” işleyişi, hakaret ve kışkırtıcılığı ödüllendiriyor. Bu ortamda Kürt halkının dili, kültürü ve inançları; birkaç saniyelik kahkaha, birkaç bin izlenme uğruna araçsallaştırılan birer malzeme hâline geliyor. Bu durum, basit bir “şaka” değil, açık biçimde ırkçılığın ve şovenizmin dijital tezahürüdür. Ve hiçbir şekilde bireylerle sınırlı olan ve gelişen bir durum değildir. Malum trol orduları herkesin bildiği bir gerçektir.
Kürtler tarih boyunca mizahı hem direniş hem de hayatta kalma aracı olarak kullandı. Dengbêj geleneğinden köy odalarına uzanan anlatılar, sadece güldürmek değil, yaşanan acıları paylaşmak, toplumsal hafızayı korumak içindi. Ne var ki bugün popüler mecralarda “şaka” adı altında Kürt kimliğini aşağılamak, bu hafızayı alaya alıyor. Kıyafetten lehçeye, müzikten inanca uzanan her unsur, birer “komik” ögeye indirgeniyor. Bu yalnızca bireysel bir saygısızlık değil; yüzyılı aşan inkâr politikalarının güncellenmiş ve desteklenen bir yüzü, sistemli bir şovenizmdir.
Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında gerçekleşen 1925 Şeyh Sait İsyanı, yalnızca bir tarihsel olay değil, Kürt halkının kolektif hafızasında derin bir dönüm noktasıdır. Şeyh Sait’in adı, kimine göre dini direnişin, kimine göre ulusal mücadelenin sembolüdür. Bu nedenle Şeyh Sait’e yöneltilen her hakaret, sıradan bir tarih tartışmasının ötesinde, Kürt halkının onuruna ve siyasal varlığına yapılmış bilinçli bir saldırı olarak algılanır. Bu dil, Cumhuriyet’in kuruluşundan beri süregelen inkâr siyasetinin güncellenmiş biçimidir. Çünkü Şeyh Sait’in şahsında hedef alınan, sadece bir siyasi/dini lider değil; Kürtlerin tarihsel hak arayışı, kendi kimliğiyle var olma mücadelesidir.
Bu hakaretler, Kürt toplumunda iki yönlü bir etki yaratır. Bir yandan öfke ve kırgınlığı derinleştirir; “resmi söylemin” hiç değişmediği hissini güçlendirir. Öte yandan, Şeyh Sait’in hatırasını daha da sahiplenmeye, onun ismini direnişin sembolü olarak yeniden yükseltmeye yol açar. Her aşağılayıcı söz, Kürtlerin kolektif belleğinde yeni bir direnç katmanı oluşturur.
Siyasi açıdan bakıldığında, bu dil Türkiye’nin demokratikleşme sürecine de zarar verir. Çünkü ortak bir gelecek inşası, karşılıklı saygı ve geçmişle yüzleşme olmadan mümkün değildir. Şeyh Sait’e hakaret, Kürtlerin tarihsel hafızasını yok saymakla kalmaz; eşit yurttaşlık talebini de provoke eder.
Kısacası, Şeyh Sait’e edilen her hakaret, Kürt halkının yüzyıllık mücadelesine yönelmiş bir politik mesajdır: “Kimliğinizi, hafızanızı tanımıyoruz.” Fakat bu mesajın yarattığı sonuç, tam tersidir. Çünkü tarih, hakaretten değil, direnişten beslenir.