Ana akımın ekolojiye bakışı Eyyam-ı Bahur’dan öteye gidemiyor

  • 09:06 6 Ağustos 2023
  • Medya Kritik
 
Habibe Eren
 
HABER MERKEZİ - İktidara bağımlı medya her şeyi romantize ettiği gibi ekolojik tahribata ve enkaza bakmak yerine daha yumuşak perdeden günlük sıcaklık ve iklim durumunu vermeyi tercih ediyor. Son yıllarda ülkede sıcaklıklar mevsim normallerinin derecelerce üzerinde seyrederken bunun politik bir sorun olduğu ve gelecek açısından neler getireceği irdelenmek yerine basit bir mevsimsel rutin olarak sunuluyor.
 
“Ay ve güneş herkesin lambasıdır
 
Hava herkesin havasıdır
 
Su herkesin suyudur da
 
Ekmek neden herkesin ekmeği değildir”  diyordu Şeyh Bedrettin; ancak artık güneşin de havanın da suyun da bizim olmadığımız günleri yaşıyoruz. Ekmek ise artık aslanın ağzında değil, çoktan midesinde…
 
Ülkede siyasi, ekonomik ve toplumsal krizlerin yanı sıra iklim krizi de kendini derinden hissettiriyor. Tarım alanları, denizler, nehirler, yaşam alanları her yer birer enkaza dönüştürülüyor. Hidroelektrik santraller (HES), jeotermal enerji santraller (JES), doğal alanların yapılaşmaya açılması, madenler, nükleer santraller, yıkımın birer parçası olarak adım adım felakete sürüklenme noktasında bir araç olarak karşımıza çıkıyor.
 
Ekolojiye ve ekoloji mücadelesine bakış açısı her zaman belirli kesimlerle sınırlı kalırken bu alanda yaşanan yıkım da tali görülüyor.  Ya da ikircikli bir tutumla… Akbelen’i görürken Cudi’yi görmüyor ya da oraları teğet geçerek böyle bir şeyin varlığından bile haberleri yokmuş gibi davranılıyor. Bu noktada medya ekolojik alanda yaşanan tahribata ve mücadeleye nasıl bakıyor? Türkiye'de iktidara bağımlı medya her şeyi romantize ettiği gibi ekolojik tahribata ve enkaza bakmak yerine daha yumuşak perdeden günlük sıcaklık ve iklim durumunu vermeyi tercih ediyor. Son yıllarda ülkede sıcaklıklar mevsim normallerinin derecelerce üzerinde seyrederken bunun politik bir sorun olduğu ve gelecek açısından neler getireceği irdelenmek yerine basit bir mevsimsel rutin olarak sunuluyor.
 
Her geçen gün artan orman yangınları, şiddetli kuraklıklar, yıkıcı sel felaketleri yaşanıyor. Küresel ısınma çalışmalarına göre iklim krizine çözüm bulunamazsa önümüzdeki yıllar içinde dünya sıcaklık ortalamasının 1.1 ile 1.7 derece arasında artması bekleniyor.  Ancak biz haber sitelerinde yazılı ve görsel basında bunun nedenlerini ve nelerin bunlara yol açtığını pek göremiyoruz. Arapça kökenli olan Eyyam-ı Bahur bu ara revaçta.  “Türkiye Eyyam- Bahur sıcaklıkları etkisinde” ya da “Balkanlardan soğuk hava etkisi altında” v.s başlıkları arasında gidip geliyor ekolojik tahribat.  
 
Doğası, toprağı, yaşam alanları için direnenler, jandarmanın saldırısına maruz kalanlar görülmüyor. Ancak şirketlerin kârları, beş yıldızlı otellerin reklamları, holdinglerin faaliyetlerini görüyoruz.  Dikkatimi şu da çekiyor, ekolojik felaketle ilgili bir haberde genellikle Türkiye’den değil başka ülkelerden bir haber tercih ediliyor. Çünkü Türkiye’de yalnızca nereden baş gösterdiği belirlenemeyen ani sıcak ve soğuk hava dalgası var… Yani her şey dört dörtlük algısı yaratılıyor.
 
Franz Fanon “Siyah Deri Beyaz Maskeler” kitabında metafizik suçluluk duygusundan bahsediyor. Fanon, bu kavramı “İnsanlığın birer üyesi olarak insanları, dünyadaki her haksızlık ve her adaletsizlikten bilhassa huzurunda ya da bilgisi dahilinde işlenmiş suçlardan sorumlu kılan dayanışma duygusu” sözleriyle açıklıyor.  Bizden onlarca yüzlerce yıl önceki birçok olayla bağ kuruyoruz ancak bazen yanı başımızda yaşanan bu “kıyım”lardan suçluluk duygusu duymuyoruz.  
 
Medyanın da artık her geçen gün daha fazla işlenmesi gereken ekolojik tahribata ayrıştırmadan daha fazla dikkat çekmesi gerekiyor.