30 yılı göç yolunda geçti şimdilerde geçim derdinde
- 09:01 28 Kasım 2020
- Yaşam
ANKARA - 30 yıldır göç yolunda birçok sıkıntı yaşayan Nurcan Aktay, Kürt olduğu için baskı altında olduğunu ama kadın olduğu için de bu baskıların arttığını ifade ediyor. Ankara’da kafe işleten Nurcan, alınan virüs tedbirleri doğrultusunda işyerinin kapanmasının ardından yaşadığı onca sorundan sonra şimdi de açlıkla yüz yüze.
Siyasi iktidarların yürüttüğü göç politikaları sonucunda bölge kentlerinde yaşayan yüzlerce insan toprağından uzaklaşmak zorunda bırakılıyor. 1980 askeri darbesinin ardından yaşanan baskı ve şiddet iklimi, çok sayıda yurttaşın Avrupa ve Türkiye’nin çeşitli kentlerine göç etmesine sebep oldu. Yine 1990’ların yarattığı korku ve baskı politikaları, köy yakmaları, faili meçhuller binlerce insanın kentlerini ve köylerini boşaltmasına yol açtı. 1990 ve 2000 yılları arasında bölge kentlerinde bin 203’ü aşkın köy boşaltıldı. Tüm bu baskı ve şiddet politikalarına bir de ekonomi politikaları eklenince göç yolları Kürtler için kaçınılmaz bir hal alıyor.
1980’lerden bu yana bölge kentlerinden binlerce insan, Türkiye’nin çeşitli illerine göç etmeye zorlanıyor. Göçe zorlanan sayısız örneklerden biri de 1989 yılında ekonomik nedenlerden dolayı Diyarbakır’dan İzmir’e oradan da Ankara’ya göç etmek zorunda bırakılan kafe işletmecisi Nurcan Aktay. Nurcan tüm bu sorunları yaşarken, şimdi de salgından ötürü alınan tedbirler nedeniyle işlettiği kafeyi kapatmak zorunda kaldı.
‘Kazandığım parayla evi geçindirmeye çalışıyordum’
Diyarbakır’da doğan Nurcan, ilkokul 5’inci sınıfa kadar Diyarbakır’da okuyor, ardından göç yoluna düşüyor. Ekonominin kötü bir hal almaya başladığı 1989 yılında İzmir’e göç etmek zorunda kalan Nurcan, yaşamının büyük bir kısmını İzmir’de geçiriyor. Metropollerin sert koşulları sonucunda okulu bırakmak zorunda kalan Nurcan, 14 yaşında çocukken çalışmaya başlıyor. Yıllarca tekstil atölyelerinde ağır koşullarda çalışan Nurcan, 10 yıl boyunca sigorta primleri yatmadan emeği sömürülüyor. Nurcan, yıllarca güvencesiz iş ortamında çalışmak zorunda kalan çok sayıda kadından yalnızca biri. Hem göçü, hem sömürüyü hem de ırkçılığı derinden deneyimleyen Nurcan, şimdilerde ise koronavirüs salgını nedeniyle kafelerin kapatılması kararıyla zorlu günler geçiriyor.
’30 yıldır çalışıyorum, emekli olabilmem için 5 yıl daha var’
Güvencesiz ve ucuz iş gücünün en yoğun olduğu fabrika ortamlarında, çok sayıda çocuğun çalıştırıldığını belirten Nurcan, çocuk yaştan itibaren maruz kaldığı çalışma koşullarını şöyle anlattı: “Vardiyasız bir şekilde günlerce gece gündüz çalışıyorduk. Sabah 08.00’de işe başlıyor, gece 02.00’ye kadar çalışıyorduk. Sonraki gün de fabrikada uyuyorduk. Şu an 45 yaşındayım yaklaşık 30 yıldır çalışıyorum ama emekli olabilmem için 5 yıl daha çalışmam gerekiyor. İşim çok zordu. Arkadaşlarım kazandıkları paraları kendine harcarken, ben kazandığım parayla evi geçindirmeye çalışıyordum.”
’20 yıl sonra toprağıma tekrar ayak bastım’
İş dolayısıyla 2008 yılında İzmir’den Diyarbakır’a döndüğünü belirten Nurcan, yaklaşık 20 yıl sonra ilk defa toprağına ayak bastığını söyledi. “İnsan hakları için gitmiştim ama orada kaldım” diyen Nurcan sözlerine şöyle sürdürdü: “Evimizin olduğu mahalleye, sokağa gittim. Okuduğum okulu ziyaret ettim. 2 yıl boyunca Amed’te kaldım ve Amed’i çok seviyordum. Mazlum-Der’de yöneticiydim ve iş için Ankara’ya gitmem gerekti. Zamanla Kürtçe’min gerilemeye başladığını hissettim. Etrafımdaki herkes Türk olduğu için ben de Türkçe konuşmak zorunda kalıyordum ama evde annem bizimle hep Kürtçe konuşurdu. Yaşamımın çoğu dışarıda geçtiği için Kürtçem geriliyordu ancak bunu fark etmiyordum. İzmir’de yıllardır komşuluk yaptığımız insanların bile zor süreçlerde faşizan duyguları açığa çıkıyordu. Komşularımız bize Kürt olduğumuzu fark ettiriyordu.”
‘Bize öfke duymaya başladılar’
Özellikle metropol kentlerinde Kürtlere yönelik düşmanca politikaların devreye girdiği süreçlerde, daha fazla baskıya maruz kaldıklarına işaret eden Nurcan, “Ankara’da şunu çok iyi gördüm; ‘Kürt Kürt’tür, Türk Türk’tür’” sözleriyle ırkçı yaklaşımlardan duyduğu rahatsızlıkları dile getiriyor. Nurcan, dil bilincine varmasının ardından Kürtçe üzerine çalışmaya başladığını ifade ediyor. Roboski katliamının ardından daha fazla ırkçılığa maruz kaldığını kaydeden Nurcan, “Bize öfke duymaya başladılar. Yine Kürt illerinde belediyelere kayyımlar atamaya başladılar. Biz de Ankara’da Kürt öğrenciler için ‘Hêvî’ adında bir dernek açtık. Bu dernek ile öğrencilere burs sağlamaya çalışıyorduk. Daha sonra ise derneğimiz kapatıldı” ifadelerini kullandı.
‘Amed’e dönmek istiyordum ama dönemedim’
Kapatılan derneğin ardından kendini boşlukta hissettiğini belirten Nurcan, artık Ankara’da kalmak için hiçbir nedeninin kalmadığını sözlerine ekledi. Ailesinin de İzmir’de olduğunu söyleyen Nurcan, kendini oraya da ait hissetmediğini dile getiriyor ve sözlerine şöyle devam etti: “Ben Amed’e dönmek istiyordum ama ekonomik nedenlerden dolayı dönemedim. Ankara’da da çevrem olduğu için burada iş yeri açmaya karar verdim ve bu şekilde kafe açtım. Kültür çalışmaları da yürütüyorduk kafede. Dengbej söylüyorduk ve müzik yapıyorduk. Yine bir kütüphanemiz var burada. Ağırlıklı olarak Kürtçe kitapları tercih ediyorduk. 2 buçuk yıl çalıştım ancak ruhsat alamadım. Böylelikle oradan kovulduk. Bir yıl önce yer değiştirdik ve şu anki yere geldik. Buraya gelir gelmez koronavirüs başladı ve kafeler kapatıldı. Hazirana kadar evden çalıştık. Sonra tekrar kafeye geldik ve yavaş yavaş toparlanmaya başladık. Maddi olanaklarım olmadığı için çalıştıracak eleman da tutamadım. Tek başıma gece gündüz çalıştım. Şimdi bu süreç yeniden başladı.”
‘Kürt olduğumuzun bilinmesi demek kendimizi riske atmak demek’
Türkiye’de tüm işçi ve emekçilerin virüsten zarar gördüğüne dikkat çeken Nurcan, kimliklerinden ötürü kendilerinin daha fazla zarar gördüklerini dile getirdi. İşyeri aradıklarında caddeden uzak olmasına ve dış taraftan görünmemesine dikkat ettiklerini aktaran Nurcan, “Çünkü biz burada Kürtçe müzik yapıyoruz ama polisin müdahale etmesine gerek kalmadan kimi insanlar polis gibi davranarak müdahalede bulunuyor. Müşterilerimiz masalarında rahat konuşmak ve masaya garson gelince sohbetini bozmak zorunda kalmamak istiyorlar. Kafemizde güvenliğimizden dolayı dışarıdan görünmüyor. Kendi işyerimizin reklamını yapamıyoruz. Kendi sayfamızda bile rahatlıkla paylaşım yapamıyoruz. Açılışımızı bile gerçekleştiremedik. Bir yanıyla ticaret yapıyoruz tanınmak istiyoruz ama bir yanıyla da Kürt olduğumuzun bilinmemesini istiyoruz. Çünkü Kürt olduğumuzun bilinmesi demek kendimizi riske atmak demek” sözlerine yer verdi.
‘Kürt olduğumuz için baskı altındayız’
10 yıldır Ankara’da olduğunun altını çizen Nurcan, otobüste telefonla Kürtçe konuştuğu zaman tepki ile karşılaştığını aktararak, “İnsanlar otobüste telefonla konuşmanın yasak olduğunu söylüyor. Hayır, yasak değil. Ardından da ‘rahatsız oluyoruz kapat’ diye tepki gösteriyorlar. Bu bir linçtir. Artık otobüste telefonlarımı açmaya korkuyorum. Kürt olduğumuz için baskı altındayız ama kadın olduğumuz için bu baskı daha da artıyor” ifadelerini kullandı.
‘Kafelerin kapatılması ideolojik bir karar’
Kafelerin kapatılma kararının ideolojik bir karar olduğunu vurgulayan Nurcan şöyle konuştu: “Kendi çıkarları için yapıyorlar bunu. Her şeyi temin ederek bir yasak oluşturabilirlerdi. Kiramızı ödeseler, vergi almasalar ve erzaklarımızı da eve getirseler aylarca evden çıkmayabilirim. Ancak bunu da yapmıyorlar. Hastalığın yayılmasının önüne de geçmiyorlar. Ne zaman ki yasaklayıcı bir karar alsa sonraki gün mutlaka bir şey oluyor. Ya Meclisten bir karar çıkıyor, ya bir ihaleyi başkasına veriyorlar. İlk yasaklarda da belediyelere kayyım atamışlardı. Biz de oldukça zorlanıyoruz. Paket servise geçmek istiyoruz ancak bunun için de imkân gerekiyor ancak bunu karşılayacak imkanımız yok. Bu koşullardan kaynaklı sadece Konur sokakta 5 mekân kapandı. Paket servis için bir uygulama var o da bir sömürü düzenini beraberinde getiriyor. Kazancımın yüzde 50’sini onlara veriyor olacağım. Kendi imkânlarımla da bunu karşılayamıyorum. İşçi bile alamıyorum.”
‘Annemi Amed’te gömmek isterdim’
“Bu durumda memleketimize de gidemiyoruz” diyen Nurcan, duyduğu memleket özlemiyle duygusal anlar yaşadığını kaydetti. Nurcan, göç yaşamında annesini kendi toprağında gömememenin acısını duyduğunu ifade ederek, “Ben annemi Amed’te gömmek isterdim. Ama onu burada gömmek zorunda kaldık. Annemin burada ne işi var?” sözleriyle göç politikalarının yarattığı etkiyi dile getirdi.