Aynı kentin farklılaşan yaşamları
- 09:05 28 Haziran 2020
- Yaşam
Habibe Eren
ANKARA - Dikmen Vadisi’nde atık kâğıt, hurdacılık ve tarım işi yapan Antepli ve Roman yurttaşlar salgın koşullarında çöpün ve molozların içinde baraka ve çadırlarda yaşıyor. Eğitim ve sağlık hakkına erişemeyen yurttaşların evleri bir süre sonra yıkılacak ama sonrası düşünülmemiş.
Çankaya’ya bağlı Dikmen Vadisi’nde çoğunluğu Suriye, Roman, Urfa ve Antep’ten göçen yurttaşların oluşturduğu mahallede, zor koşullarda çetin bir yaşam mücadelesi veriliyor. Atık kağıt işçiliği, hurdacılık ve tarım işiyle yaşamlarını sürdürenler, 400’e yakın baraka ve çadırın içinde hijyenik olmayan koşullarda yaşıyor. Koronavirüs salgını Ankara’da hızlı bir şekilde yayılırken çalışma koşullarından dolayı en fazla salgına yakalanan kesimleri de bu alanlarda çalışanlar oluşturuyor.
Ötekinin ötekisi Romanlar
Ankara Büyükşehir Belediyesi eski başkanı Melih Gökçek döneminden bu yana ‘Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi’ adı altında yenileme ve yeniden kazandırma çalışmaları ile gündeme gelen vadide, etaplar halinde gecekondular yıkılarak vadi ve çevresi yeniden düzenlenmeye açıldı. 1990 yılından beri bu düzenlemeye ve projelere karşı gecekonduda yaşayan halk konut hakkı için mücadele veriyor. Yıkılan gecekonduların ardından tek tük kalan gecekondularda yaşayan yurttaşlar kentin merkezinde ‘ayrı bir dünyada’ yaşıyor.
Bir yandan SİNPAŞ GYO’nun çok katlı lüks rezidansları bir yandan da çok katlı sitelerin yer aldığı alanın ortasında bulunan mahalle, bir gettoyu andırıyor. Bu gettoda Kürtler, Suriyeliler “öteki” ancak Romanlar “ötekinin de ötekisi”. Romanlar genelde baraka ve çadırlarda ikamet ediyor ve diğerlerine göre evleri mahallenin daha aşağısında.
Çocuklar molozların arasında oynuyor
Mahalleye girdiğimizde ilkokul çağlarında 5-6 çocuk bizi karşılıyor. Yıkık dökük gecekondular arasında işe koyulan atık kağıt işçilerinin çaldığı türküler eşliğinde mahallenin içine doğru ilerliyoruz. Bu sırada mahallenin küçük sakinleri bize eşlik ediyor. Yıkılan evlerin molozları ve atıkların içinde oynayan çocuklar,hafif bir şekilde gülümsüyor.Yürüdükçe yıkılan evlerin ardından kalan eşya ve oyuncakları görüyoruz. Gecekondular yıkılırken çok sayıda kavak ağacının da kesilerek tahrip edildiği görülüyor. Bizler kadrajımıza çocukların birkaç fotoğrafını resmetmek izin isterken anında olumlu bir gülümsemeyle onayı alıyoruz. Çocuklar, sohbet arasında salgın sürecinde EBA’yı izleyemediklerini ve diğer çocuklarla aynı eğitim şansına sahip olmadıklarını dile getiriyor.
Kadınlar kapı önlerinde
İlerledikçe kapısının önünde oturan kadınları görüyoruz. Her kapı açıldığında başka bir yerden Ankara'ya göç eden ve hayata tutunmaya çalışan bir ailenin göç hikâyesine tanıklık ediyoruz. Gittiğimiz evin önünde 3-4 kadının çocukları ile oturduğunu görüyoruz. Sohbet ettiğimizde Halep’ten Ankara’ya göç ettiklerini öğreniyoruz.
‘Burası kendi memleketimiz gibi değil’
Salgının kendilerini nasıl etkilediğini soruyoruz Halepli Ayşe’ye. Soyadını sorduğumuzda vermek istemediğini söyleyen Ayşe, aynı mahallede bir akrabasının doğum yaptığı esnada bebeğin oksijensiz kalarak yaşamını yitirdiğini aktarıyor. Ev kirasının 250 lira olduğunu ve gecekonduda çok sayıda kişi ile yaşadıklarını aktaran Ayşe,“Burası kendi memleketimiz gibi değil. Elbette tekrar oraya gitmek istiyoruz” diyor.
‘Okula iki saatte gidip geliyorlar, servis yok’
Az öteye doğru yürüdüğümüzde tekrar çocuklarla karşılaşıyoruz.12 yıldır aynı mahallede yaşadıklarını anlatan çocuklar salgın nedeniyle evlerinin yıkılmadığını ancak kısa bir süre sonra yıkılacağını söylüyor. Mahalleye en yakın okulun mesafesinin bir saat olduğunu dile getiren çocuklar, okula gidip gelebilmek için günde iki saat yol yürüdüklerini yakınarak ifade ediyorlar. Mahallede oturan Harun Kaplan, sadece ilkokul düzeyindeki çocukların okula gidebildiğini söyleyerek, “Servis yok, okul yok. Çocuklar genelde 4. Sınıfa kadar okuyor” diyor.
16 kişiye tanı konuldu ama karantina yok
Ardından çocukların aileleri ile konuşuyoruz. Salgın sürecinde çalışamadıklarını ve zor durumda olduklarını vurgulayan aileler, mahallerinde 16 kişiye koronavirüs tanısı konulduğunu fakat mahallenin karantinaya alınmadığına da dikkat çekiyorlar. Konuştuğumuz ailelerden bazıları ise yakınlarının hastanede tedavi gördüğünü belirtiyor.
‘Kazandığımız para sağlık masraflarına gidiyor’
Hemen hemen her sokak başında kadın ve çocuklara karşılaşmanın mümkün olduğu bölgede bu seferde evlerinin yanında atık kağıt ayıran iki kadınla karşılaşıyoruz. Kadınların her gün mahallelerden topladıkları atıkları biriktirdikten sonra bu alana getirdiklerini ve burada ayıklama işlemini yaptıklarını öğreniyoruz. Bu çalışma koşullarını öğrenirken kadınların maskesiz ve eldivensiz kağıtları ayıkladıkları gözümüze çarpıyor. Tabi bu durumun onlardan kaynakladığını söylemek büyük bir haksızlık olur ekonomik durumlarının, paralı satılan eldiven ve maskelere yetmediğini söylemek Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu belki de özetlemiş oluruz.
Kısa bir selamlaşmanın ardından Antep’ten göç etmek zorunda kalan ve burada kağıt toplayıcılığı yapan Yeter Çeliktop’un hikayesini dinliyoruz. 20 yaşında olan Yeter, geçen sene evlenmiş ve 6 ay önce doğum yapmış. İhtiyaçlarını karşılayamadıklarını ve çalışmaya mecbur olduklarını söyleyen Yeter, “Çocuğum kalp hastası tedavi görüyor. Benim de ayaklarımda ödem toplanıyor. Hastane, yol, ilaç parası derken çalıştığımız ancak sağlık masraflarına gidiyor” diyor.
‘Genellikle evde doğum yapılıyor’
Mahallede salgın döneminde gebe kadınların durumun sorduğumuz Yeter, şöyle yanıtlıyor: “Genellikle evde doğum yapıyorlar. Acil olunca hastaneye gidiyor. Doğum sırasında bebek ölümü çok yaşanıyor. Ben mesela sezaryen yöntemi ile doğum yaptım. Doğum sırasında kızımın kalbi durdu. Şu an hala hasta ve tedavi görüyor.”
Evleri yıkıldıktan sonra da kendilerini daha zorlu bir yaşamın beklediğine işaret eden Yeter, “Başka yerlere gideriz. Çünkü çalışmak zorundayız” diyor. Mahallede kadınların sosyal yaşamlarının olmadığına da dikkat çeken Yeter, “Yalnızca hastaneye gittiğim yerleri ve çalıştığım yerleri gördüm. Onun dışında bir yere gitmedim. Hastanelere gidiyoruz. Hurdada geziyoruz. Başka gezecek yerimiz yok. Dikmen’e, Balgat’a, Sokullu’ya, İncek’e gidiyoruz kağıt toplamaya. Çalışırken görebiliyorum ancak oraları. Çalışıp geldikten sonra bir de ev işlerini yapıyoruz. Eşlerimizin kötü davrandığı zamanlar oluyor. Çok zorlanıyoruz” diyerek yaşamını bizlere özetliyor.
‘Bu işi yapmazsak açlıktan ölürüz’
Aynı soruları 12 senedir burada olan Hazime Çeliktop’a da soruyoruz. 5 çocuğu olan Hazime, oğlunun hastalığı nedeniyle Ankara’ya taşındıklarını ve burada çalışmaya başladıklarını söylüyor. Bugüne kadar devletten de bir destek almadıklarını dile getiriyor ve şöyle konuşuyor: “Evim yıkıldı, ev istedim gene bir yardım alamadım. Eşim de kağıt topluyor. Bu şekilde yaşamaya çalışıyoruz. Bu işi yapmazsak açlıktan ölürüz. Her bir ilacı 90-100 liraya alıyoruz. Bize Ramazan’da bir koli getirdiler. Başka da bir şey görmedik. Salgın devam ettiği sırada sokağa çıkma yasaklarında çalışamadık. Önceleri yemek getiriyorlardı. Şimdi o da yok. Hayaller kartonların içinde kayboluyor? Çocukların hepsinin ayrı bir hastalığı var. Çalıştığımız zar zor bizi doyuruyor.”