'Mardinli olduğumuzu söyleyince 'gidin' diyorlardı'
- 09:04 14 Haziran 2020
- Yaşam
Safiye Alağaş
İSTANBUL - Koruculuk dayatmalarına karşı yıllar önce köylerini terk ederek İstanbul’a göç etmek zorunda kalan Emine ve Şakirye, burada mücadelelerine yenilerini katıyor. “Onurlu bir yaşam için mücadele ettik” diyen iki kadın da köylerine geri dönmenin özlemi içinde.
Çatışma, şiddet, baskı politikaları ve ekonomik nedenlerden dolayı her yıl binlerce insan yaşadığı toprakları terk etmek zorunda bırakılıyor. Türkiye farklı ülkelerden göç alırken, kendi içinde de yoğun göç yaşanıyor. Cumhuriyetin kuruluş yıllarına kadar dayanan göç ettirme politikası 1990’lı yıllarda Kürt kentlerinde had safhaya ulaştı.14-21 Haziran tarihleri arasını kapsayan Göç Haftası nedeniyle göçe zorlanan kadınların hikayelerini yazımıza taşıdık.Koruculuk dayatması, gözaltı, kaybetmeler, faili meçhul cinayetlerin yaşandığı o yıllarda binlerce kişi metropollere göç etmek zorunda kaldı. Göç ettikleri yerlerde de baskılar sürerken, mücadele de kaldığı yerden devam etti. İstanbul’un yoğun göç alan mahallelerinde dolaşırken her kadının böylesi bir hikayesini dinlemek mümkün, Emine Erbek ve Şakirye Akad’da göç etmek zorunda bırakılan kadınlardan yalnızca ikisi.
‘Koruculuğu kabul etmeyip göç ettik’
Şırnak Güçlükonak ilçesine bağlı Yatağankaya köyünde yaşayan Emine Erbek ve eşi koruculuk dayatmalarına karşı göç etmek zorunda kalır. “Eşim ‘açlıktan ölürüm ama koruculuk yapmam, kendi kardeşlerime karşı silah almam’ dediğini ve sonra göç ettiklerini söyleyen Emine, baskıların göç edip geldikleri Küçükçekmece’ye bağlı Kanarya Mahallesi’nde de devam ettiğini belirtiyor. 1990’larda göç eden Emine ve ailesi baskılardan nefes alamaz bir noktaya getirilirler. Bir kat yatak dahi alamadan köylerini terk etmek zorunda bırakılır. Emine’nin eşi, İstanbul’a yerleştikten sonra inşaatta ve ek işlerde çalışmaya başlar. Emine, uzun üre muşamba üzerinde yaşadıklarını ama yinede pes etmediklerini “Onurlu yaşayabilmek için çok zorluk çektik. Birlikte mücadele ettik” sözleri ile ifade ediyor.
‘Dil bilmezin biri’
Göç ettikleri dönem hiç Türkçe bilmeyen Emine bu nedenle dışlanıp ve hakaretlere de maruz kalır. Buna dair bir anısını,“Kürtçe bir soru sordum ve bir kadın bana ‘Dil bilmezin biri’ dedi. Ev sahibim de Kürt’tü ona sordum ne demek olduğunu. Çok sinirlendi. Kadınlara dönerek ‘Eğer dil bilmez biri varsa sizsiniz. Biz değiliz. Biz dilimize ve haklarımıza sahip çıkıyoruz. Siz nereden geldiğinizi bilmiyorsunuz. Yazık size’ dedi. Benim için en zor olan anlardan biriydi” sözleri ile anlatan Emine hala o ayrımcı sözleri unutamıyor.
Cumartesi Anneleri ve Barış Anneleri’ne katılıyor
Emine, İstanbul’un zorlu yaşam koşullarına ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da yaşadıkları ekonomik sorunları gidermek için kolları sıvar. İstanbul’a gelişlerinin bir yılı daha yeni dolmuştur ki Bayramtepe Mahallesi’ne taşınırlar. Tek göz bir gecekondu sahibi olan Emine, hemen bir dikiş makinası alarak usta olduğu dikişe başlar. Hayat mücadelesi veren Emine nereye gitse devletin baskısına yakından tanık olur. 1996 yılına gelindiğinde babası Ahmet Kaya gözaltına alınır ve kaybedilir. Artık kayıp ailesidir Emine ve yaşam mücadelesine birde babasının cenazesini aramayı ekler. Sonrasında Cumartesi Annelerine ve yıllar sonra barış mücadelesi için Barış Anneleri Meclisi’ne dahil olarak mücadelesini büyütür.
‘İstanbul çocuklarımı korumam gereken bir kentti’
Çocuklarını metropolde korumak için de ayrıcı çaba harcayan Emine, “En büyük emek çocuklardır. Onları korumam gerekiyordu çünkü İstanbul bizim için kendimizi korumamız gereken bir kentti. Çocuklarımız uyuşturucuya bulaşmasın, hırsız olmasın, serseri olmasın diye çok mücadele ettik ve onlara Kürt olduklarını hep hatırlattık. Bizim çocuklarımız uyuşturucu bağımlısı olursa, hırsız olursa devlet buna sevinir. Kimse sahip çıkmaz. Bir oğlum liseden Kürt olduğunu söylediği için atıldı” diye anlatıyor.
Köyünü, toprağımı çok özlediğini her fırsatta dile getiren Emine, “Susuz kalır ve bir çeşmenin başına gidip kana kana su içmek istersiniz ya işte ben de öyle bir özlemle toprağıma sarılmak istiyorum” diyerek özleminin boyutunu anlatıyor.
‘Hep asker baskınlarını hatırlıyorum’
Mardin’in Nusaybin ilçesine bağlı Kuruköy’de yaşayan Şakirye Akad da koruculuk dayatması nedeniyle göç etmek zorunda kalan kadınlardan. 1992 yılında köyden çıkmak zorunda bırakılan Şakirye ve ailesi önce Nusaybin merkeze yerleşir. Köyüne ve çocukluğuna dair hatırladığı tek şeyin askerlerin baskısı olduğunu söyleyen Şakirye, köylerinin daha sonra da yakıldığını hüzünlü gözlerle anlatıyor. Şakirye, 2006 yılında evlendikten sonra ekonomik sorunlardan dolayı İstanbul’a taşınır.
‘Mardinli olduğumuzu öğrendiklerinde ev vermiyorlardı’
Önce bir akrabalarının yanına yerleştiklerini belirten Şakirye, “İki ay boyunca kiralık ev aradık. Önce ‘Nerelisin’ diye soruyorlardı. Mardinli olduğumuzu öğrendiklerinde konuşmuyorlardı, el işaretiyle ‘gidin’ diyorlardı. Bir ev tuttuk ama yaşanılacak gibi değildi. Ev sahibi ‘Niye misafirin geliyor, gelmesin’ diyordu. Sonra iki çocuğum doğdu, bana ‘Niye çocuk doğruyorsun’ bile dedi. Kendisinde bu hakkı görüyordu. Ben köyümden evimden oldum. Ne gerek vardı buraya gelmeme” diye soruyor.
‘Dönmek istiyoruz’
Kürtçe konuştuğu için de dışlandığını ancak çocuklarına ısrarla öğrettiğini belirten Şakirye, “Kürtçe eğitimin de olmasını isterdim. Yine de çocuklarım Kürtçe biliyor” diyor. Köyüne tekrar dönmeyi istediğini dile getiren Şakirye, “Köyümün bir avuç toprağını İstanbul’un tamamına vermem. Köyümü hiç unutmuyorum. Yazları bazen gidiyoruz. Dağları, taşları izliyorum. Çok huzurlu oluyorum. Keşke böyle olmasaydı” diyerek Emine gibi özlemini söze döküyor.
Emine ve Şakirye farklı kuşak iki Kürt kadını. Ortak acılar değil sadece onları bir hikayede birleştiren. Yıllardır gördükleri baskıya karşı kültürlerini, dillerini yaşatma çabaları ve değerlerine her koşulda bağlı kalmaları bu yaşam hikayesinin özünü oluşturuyor. Biz yanlarından ayrılırken kadınlar, mücadele dolu yaşamlarına geri dönüyorlar aynı vakur ve gururlu tavırlarıyla.