Barış Anneleri’nin 20 yıllık direnişi ve değişmeyen talebi
- 09:11 31 Aralık 2019
- Yaşam
Nişmiye Güler-Safiye Alağaş
İSTANBUL - Barış umudu ve talebiyle çıktıkları yolda 20 yılı geride bırakan Barış Anneleri, baskılara inat alanlarda olmaya devam edecekleri mesajını veriyor. Annelerin “barış” talebi 20 yıldır muhatap arıyor.
Hepimiz onların sesini ilk olarak 1999 yılında Diyarbakır’dan Ankara’ya “Geride kalanlar aşkına” ve “Biz anayız, barıştan yanayız” sloganları ile gerçekleştirdikleri eylemleri ile duyduk. Yıllardır yaşadıkları acıların tek çözümünün “barış” olduğunu bilen anneler, o gün devlet yetkililerine duyuramadıkları seslerini halen duyurma çabası içerisinde.
İnat ve umutla geride bırakılan 20 yıl
Dile kolay gelse de 20 yıla bir ömür sığdırdı anneler. Kimi zaman miting alanlarında, cezaevi kapılarında, canlı kalkan eylemlerinde, kimi zaman ise çatışmanın tam ortasında beyaz tülbentleri ile durdular. Katledildiler, darp edildiler, işkence gördüler, yerde sürüklendiler, coplandılar, tazyikli su ve biber gazına maruz kaldılar, yine de alanları ve barış isteğini terk etmediler. Bugün birçok Barış Annesi hakkında açılmış davaları, cezaevinde olan anneleri ve haklarında hala yürütülen soruşturmaları hatırlatmak gerekir. Ama inatları ile 20 yılı deviren Barış Anneleri, dillerinden barışı ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü düşürmedi.
Barış Anneleri İnisiyatifi’nin ilk kurucularından
Diyarbakır’ın Bismil ilçesinden olan Nafiye Başaran 71 yaşında bir Barış Annesi. 1987 yılından bu yana Kürt özgürlük mücadelesinde yer alıyor. 90’lı yıllarda devlet baskısı nedeniyle yerleştiği Batman’dan ailesi ile birlikte önce İzmir’e ardından ise İstanbul’a göç eder. Burada Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) çalışmalarında yer alan Nafiye, baskılardan kaynaklı çalışmalarını gizli olarak yürütür. Nafiye, 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasının ardından 3 anne ile birlikte İstanbul’da Barış Anneleri İnisiyatifi’ni kurma kararı alır. Nafiye, o günleri şöyle anlatıyor: “Abdullah Öcalan komplo ile yakalandığında bizlerde yas hali vardı. Artık Kürtlerin sonunun geldiğini düşündük. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. 4 anne birleşerek Barış Annesi olmaya karar verdik. Bu işi gönüllü olarak barış talebi ile yürütecektik. Bu kararımızı çevremizdekilere ve ailelerimize ilettik. Herkes olumlu karşıladı. Bizler de kurumuzu ilk olarak küçük bir dükkanı tutarak kurduk. Hepimiz göç eden annelerdik. Fazla gelirimiz de yoktu. Ama kendi imkanlarımız ile kiramızı ödüyorduk. Derken ulaştığımız anneler ile sayımız 7’ye yükseldi.”
‘Polislerin hedefi olduk’
Kurumlarının polisin hedefi olduğunu söyleyen Nafiye, defalarca baskın olduğunu ve içeride bulunan televizyonlarının da bilinçli olarak parçalandığını ifade ediyor. “Baskılara rağmen bizler büyük bir azim ile barış demeye devam ettik” diyen Nafiye, “Gittiğimiz eylemlerde bizler polislere çiçek veriyorduk. Bazısı çiçeklerimizi ayaklarının altında eziyor, vicdanlı olanların bir kısmı ise uzattığımız çiçekleri alıyordu. Daha sonra ise sayımız arttığı için Taksim’de bir yer tutmaya karar verdik. Daha fazla anneye ulaştık. Mahallelerde anneler ile bir araya geldik. Anneler büyük bir moral ile aramıza katılıyordu. Bizlere Barış Anneleri denilmeye başlandı. İtalya’da da Barış Anneleri oluşumu vardı. Bizleri duyduktan sonra çok kez ziyaretlerimize geldiler. Bizleri pür dikkat dinliyorlardı ve dayanışma gösteriyorlardı” diye ekliyor.
‘Ölümden döndüm’
İstanbul’da 2002 yılında üniversite öğrencilerinin gerçekleştirdiği Halepçe anmasına katıldığı için maruz kaldığı polis şiddetinin hala izlerini taşıyan Nafiye, o gün yaşadıklarını şöyle dile getiriyor: “Halkların kardeşliği için öğrencilerin önünde biz anneler yürüdük. Birden saldırdılar. Beni yakaladılar polisler ve kalkanları ile vurmaya başladılar. ‘Annelerini öldürelim önce’ dediler ve başımı kalkanların arasına sıkıştırdılar. Ağzımdan ve burnumdan kan akmaya başladı. Vücudum mosmor olmuştu. Tanınmayacak duruma gelmiştim. Yanımda bulunan kadın arkadaşlar daha sonra beni hastaneye kaldırdı. Ölümden döndüm. Kafamda çatlaklar oluştu. Kalça kemiğim kırıldı. Kulak zarım da patladı. O günden sonra duyma yetimin büyük bir bölümünü kaybettim.”
‘Kan üzerinden hesap yapmasınlar’
Kürtlerin birliğine karşı Türkiye’de İslami partilerin çoğaltıldığını ve aradaki birliğin din ile bölünmeye çalışıldığını söyleyen Nafiye, “Bizlerin birliğini bozmaya çalışıyorlar. Ama biz anneler azim ile çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Tayyip Erdoğan bugün gelip ‘Ben barış istiyorum’ desin. Biz onu gerekirse sırtımızda taşırız. Bizi öldürmesine rağmen barışa hazırız. İnsanlarımızın kanı üzerinden seçim hesabı yapmasınlar” diyor.
‘Ne olursa olsun barışı savunun’
Abdullah Öcalan’ın da barıştan yana olduğunu vurgulayan Nafiye, Kürt halkının şu an onun sayesinde direniş sergilediğini kaydediyor. Nafiye, tüm annelere seslenerek şöyle konuşuyor: “Asker, polis anneleri siz de kalkın barışı savunun. Çocuklarımız insan gibi yaşasın. Ne olursa olsun barışı savunun. Artık birlik olmamız gerekiyor. Bize ne yapıldıysa yarın aynısı onlara da olacak ses çıkarmadıkları için. Bizler her şeyimizi kaybettik ama barış demekten vazgeçmedik.”
Barış çalışmalarından dolayı tutuklandı
2001 yılında Federe Kürdistan Bölgesi’ne giden heyette yer alan Nafiye, o dönem Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’ye beyaz tülbent vererek barıştan ve Kürt ulusal birliğinden yana olması için çağrıda bulunuyor. Nafiye bu ziyaretten dönüşte Şırnak’ta gözaltına alınarak tutuklanıyor. Bir süre cezaevinde kalan Nafiye, daha sonra çalışmalara kaldığı yerden devam ediyor. Nafiye ilerleyen yaşına rağmen hala İstanbul Barış Anneleri Meclisi içerisinde aktif olarak yer alıyor.
‘Barış sürecine dahil olacağımızı ilettik’
Barış Anneleri’nden Güler Buğday da 1996 yılında Diyarbakır’ın Lice ilçesinden İstanbul’a göç edenlerden. Kürt halkının yıllardır büyük bedeller ödediğini söyleyen Güler, bu saldırılara cevap olmak için annelerin yıllarca bir arayış içinde olduğunu söylüyor. Güler, annelerin siyasette yer almadığını belirterek, kendisinin de Barış Anneleri’nden önce kapatılan Dicle Kadın Derneği’nde olduğunu aktarıyor. Dernek kapatıldıktan sonra Barış Anneleri’nin çalışmasına 2000 yılında dahil olduğunu kaydeden Güler, “Anneler ile bir araya geldik. Neler yapacağımız üzerine tartışmalar yürüttük. Önümüze bir planlama koyduk. ‘Kimler ile görüşebiliriz, sesimizi en iyi nasıl yansıtabiliriz, hangi mercilere başvuralım’ sorularıyla bir çerçeve oluşturduk. Dönemin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ile görüşme taleplerinde bulunduk. Onlar ile birebir görüşmeler gerçekleştiremesek de vekilleri, danışmanları ile görüşmeler yaptık. Barış talebimiz ilettik. Kimisi barış talebimizi olumlu buluyor, kimisi ise bizi Kandil ile görüşmeye yönlendiriyordu. Bizler de eğer bir masa etrafında görüşme kabul ediyorlarsa, müzakere ve bunun güvencesini veriyorlarsa sürece dahil olacağımızı defalarca ilettik. Ama her defasında bu talebimiz geri çevrildi” diyor.
‘AKP halkları kandırdı’
AKP’nin iktidara geldiğinde diğer hükümetlerin Kürt sorununu çözme iddiasında bulunduğunu hatırlatan Güler, şunları ekliyor: “Ama o halkları kandırdı. Hiçbir şey yapmadı. Bizler ‘Kapıdan kovsalar bacadan gireceğiz’ diyerek yola çıktık. Derdimiz barışı getirmekti. Defalarca Adalet Bakanı ile görüşmeler gerçekleştirdik. Valiler ile görüştük. Bizden daha çok barışın gelmesi gerektiğini savunduklarını söylediler. Bizler de dünyada tek bir anne de kalsak barış talebimizde ısrarcı olacağımızı dile getirdik. Örneğin bir yıl Abdullah Öcalan’a uygulanan tecride karşı Galatasaray Meydanı’nda toplandık. Burada barış ve diyalog talebinde bulunuyorduk. Tecridin bütün halklar için işkence olduğunu belirttik. Tecridin savaşı derinleştireceğini söyledik. Annelerin daha çok ağlayacağını ifade ettik. Fakat bu taleplerimizin karşılığı olarak saldırı, yerlerde sürüklenme, darp edilme ile karşılaştık. Bir yıl boyunca toplandığımız her çarşamba günü gözaltına alınıyorduk. Ama bizler yine de inatla orada toplandık. Bizler barış olacak derken baktık ki ölümler ile cevap aldık. Bizler barış dedik onlar bomba attı, barış dedik katliam yaptılar. Devletler iktidarlarını halkların dökülen kanları üzerinde inşa ediyor. Bu yüzden barış diyenlerin sesini kısmaya çalışıyor.”
‘Hakkımızda birçok dava açıldı’
Barış Anneleri’nin barıştaki ısrarı sonucu kendilerine çok sayıda davanın açıldığını vurgulayan Güler, “Diyarbakır’daki anneler barış dedikleri için hepsini toplayıp cezaevine koydular. Yine İstanbul’daki anneler her gün karakollara çağrılıyor, haklarında davalar açılıyor. Anneler üzerinde büyük bir baskı var. Bizlere ‘Savaş mı var sizler barış istiyorsunuz’ deniliyor. Kendi arşivlerinde de yazılı kaç insanı katlettikleri. Katlettikleri kimdir? Bu annelerin evlatlarıdır. Bugüne kadar direndik. Tüm baskılara rağmen geri adım atmadık. Her yaptığımız eylemde bize bir zulüm yapıldı. Bizler onu da unutmayacağız. Ama barışa olan umudumuzu da koruyoruz” diyor.
‘Dolmabahçe’ye geri dönülsün’
Güler, son olarak bugüne kadar eylemlerine dünya çapında desteklerin geldiğini de hatırlatarak şu çağrıda bulunuyor: “Tüm annelere sesleniyoruz. Ellerini taşın altına koysunlar. bu anlamsız savaş son bulsun. Evlatlarımız ölmesin artık. İnsani sorumluluk taşıyan herkesin bu savaşa dur demesi ve ses çıkarması gerekiyor. Türkiye’de halklar bu gidişata ses çıkarmazsa bizler diğer ülkelerden beter oluruz. Tayyip Erdoğan şunu iyi bilsin ülkesine barış getirmeden kimse onu dikkate almayacaktır. O da şu an kullanılıyor. Dolmabahçe müzakeresine geri dönmesini bekliyoruz.”