Göç, güvencesiz çalışma ve kadın olmak: Yemek molası dahi yok

  • 09:00 26 Eylül 2019
  • Yaşam
MERSİN - Siyasi baskı ve ekonomik zorluklar nedeniyle Mersin’e göç etmek zorunda kalan kadınlar, tarım işçiliğiyle yaşamını idame ettiriyor. Tarlada kaza geçirince hastaneye dahi götürülmeyen işçiler, 3 saatlik uykuyla bütün gün çalışıyor. “Köyümüzden göçtüğümüzden bu yana rahat yüzü görmedik” diyen kadınlar için yemek molası dahi yok. 
 
Türkiye’de tarım sektöründe çalışan mevsimlik işçiler, bölge kentlerinden Çukurova, İç Anadolu ve Karadeniz’e gidiyor. Çoğunluğu Kürt olan mevsimlik tarım işçilerine dayatılan güvencesiz ve güvenliksiz çalışma koşulları, traktör ve kamyon kasasında ya da kapasitesinin üstünde bindirildikleri minibüslerde yaptıkları yolculuklarla başlıyor. Kullanılan araçların ulaşım aracı olmamasının yanı sıra işçilerin yolcu kapasitesini aşacak şekilde taşınması, kazalarda pek çok işçinin hayatını kaybetmesine neden oluyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi Ağustos raporuna göre; iş cinayetinde yaşamını yitiren en az 148 işçinin 68’i tarım emekçisi.
 
Tarım işçilerinin uğrak yeri Çukurova
 
Kışın soğuk, yağmur ve çamurda, yazın ise sıcak ve tozun içinde sabahtan akşama kadar her türlü güvenceden yoksun bir şekilde düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılan mevsimlik tarım işçilerinin uğrak yerlerinden biri de Çukurova.  90’lı yıllarda topraklarından siyasi baskı ve ekonomik zorluklar nedeniyle göçertilen Kürtler, yerleştikleri Çukurova bölgesinde tarım işçiliği ile geçimlerini sağlamaya çalışıyor. Kavurucu sıcağın altında karpuz, kavun, mısır, pamuk, domates, biber tarlalarında çalışan emekçiler, çalışma koşullarını ajansımıza anlattı. 
 
‘Gün doğmadan yola çıkıp akşama kadar çalışıyoruz’ 
 
Okulunu tamamlayıp avukat olmak isterken ailesinin maddi sorunları nedeniyle tarım işçiliği yapmak zorunda kalan Ayşe Adıyaman, 8 yıldır tarım işçiliği yapıyor. Siirtli olduklarını ancak siyasi baskı ve ekonomik sorunlar nedeniyle 25 yıl önce Mersin’e göç ettiklerini belirten Ayşe, çalışma koşulları hakkında şu bilgileri veriyor: “Sabah 03.00’te uyanıyoruz.  Transit ile evden alındığımız için erkenden hazır olmak durumundayız. Arabada yerimiz olmaz genelde. 30-35 kişi bir transit araç ile gitmek zorunda kalıyoruz. Bahçeye vardığımızda gün henüz doğmamış olduğu için kahvaltı yapamıyoruz. Sabah 06.00’dan akşam 17.00’a kadar çalışıyoruz. Bahçede çalışmanın riskleri çok. Traktörler işçilere çarpabiliyor. Bahçe çamur olduğu için ağaçlardan düşme de yaşanıyor. Yine lavabolar karma olarak kullanıldığından kadınların lavabo ihtiyaçlarını karşılamaları zor oluyor.”
 
‘Traktör çarpmasına rağmen işin bitmesini beklediler’ 
 
Annesine traktör çarpmasına rağmen, müdahale etmek yerine işin bitmesinin beklendiğini anlatan Ayşe, “Eve dönüş yolunda annemi, tüm işçiler indikleri yerlere bıraktıktan sonra hastaneye götürdüler. Böylesi durumlarda araç bulunamadığı için işçi ancak dönüş saatinde hastaneye götürülüyor. Sağlık güvencemiz olmadığı için ise tüm sağlık harcamalarını kendimiz karşılıyoruz. Aldığımız ücret az çünkü artan zamlarla birlikte geçim çok zorlaştı. Günlük 80 TL alıyoruz. 80 TL’ye bir çuval un dahi gelmiyor. Evimizin günlük harcaması 100-150 TL’yi bulabiliyor. Evde 2-3 kişi çalışmamıza rağmen yetmiyor. Zaten bu günlerde iş olmadığı için bir gün çalışıyorsak, üç gün çalışmıyoruz” diye konuştu. 
 
‘Molada önce erkeklerin yemekleri hazırlanır’
 
Kadınların iş vardiyası bittikten sonra ev vardiyasının başladığını söyleyen Ayşe, eve geldikten sonra başlayan işleri anlattı. Tüm işin bitmesinin gece geç saatleri bulduğunu aktaran Ayşe, “Hal böyle olunca 2-3 saatlik uyku ile çalışmak üzere güne uyanıyoruz. Kendi yemeklerimizi bahçeye götürüyoruz. Kimi zaman araç saatini bekletmeden evden çıktığımızdan yemek dahi götüremiyoruz ve gün boyu aç kalıyoruz. Bahçede dinlenme alanı yok. Mola süresi geldi mi önce erkeklerin yemeklerinin hazırlanmasını isterler. Bizler yemeğe başlar başlamaz süre biter ve kimi zaman yemek yemeden hazırladığımız yemekleri kaldırmakla uğraşırız. Dinlenme süresi çok az. Üstelik dinlenme alanımız dahi yok” diyerek maruz kaldıkları ayrımcılığa değindi.  
 
‘Dilimizi, kültürümüzü yaşatamıyoruz’
 
Tüm bu sorunların yanı sıra başka bir sorunlarının da kendi kültürlerinden uzaklaşmak olduğunu söyleyen Ayşe, “Ana dilimiz Kürtçe olmasına rağmen Mersin’de doğup büyüdüğüm için dilimi ve kültürümü yaşatamıyorum. Türkçe, İngilizce zorunlu eğitimken, Kürtçe eğitimler verilmiyor. Okul yıllarımda Kürtçe eğitim görmek isterdim.  Ama maalesef dilimi de öğrenemedim” dedi. 
 
‘Yürüyemez haldeyim ama şikayetçi olmadım’
 
Kızı gibi tarlada çalışan Gurbet Adıyaman ise geçirdiği kazadan dolayı bir süredir çalışamadığını belirtti. Sorumlular hakkında şikayetçi olmayan ve şuan yürüyemeyen Gurbet, o gün yaşananlara ilişkin şunları söyledi: “Öğlen arası sonrası tekrar işbaşı yaptık. Tam işim bitecekken, traktör çarptı. Yardım için bağırdım. Traktörü kullanan kazadan sonra arkasına dahi bakmadan oradan uzaklaştı. Kuzenimi aradım, arabası bakımda olduğu için gelemedi. Ardından patronu aradık o da gelmedi. Çavuş ve beraberindekiler malzemeleri arabaya yüklediler. İş bitimine kadar ayağım şişti. Ev dönüşü tüm işçiler evlerine bırakıldıktan sonra hastaneye götürüldüm. Ayağımın ezildiği söylendi. Ben de şikayet etmedim. Bana sorduklarında merdivenden düştüğümü söyledim. Taburcu olduktan sonra ayağım daha kötü olmaya başladı. Tedaviler de olumlu geçmedi. Şuan ayağım çok kötü. Yürüyemez haldeyim. Çalışamadığım için borçlarımı dahi ödeyemiyorum. Çocuklarım okula gidiyor ve masraflarını dahi karşılayamıyorum. Çalışma şartları çok zor ama mecburuz. Köyümüzden göçtüğümüzden bu yana rahat yüzü görmedik. Toprağımızı altına değişmezdik ama göçmek zorunda kaldık.”
 
‘Yaşadığımız zorlukları anlatmaya kelimeler yetmez’
 
Siirt’ten Mersin’e siyasi baskılar nedeniyle 23 yıl önce göç etmek zorunda bırakıldıklarını belirten Derya Ayhan ise şunları dile getirdi: “Mersin’e geldiğimizde kalacak evimiz, yiyecek ekmeğimiz dahi yoktu. Olanaksızlıklar tarım işçiliğine zorladı. Kim ister ki bu zorluklarda çalışmayı. Ben ve eşim evimizin geçimini sağlamak için çalıştık. Çocuklarımız büyüyünce onlar da çalışmak zorunda kaldılar. Yaşadığımız zorluklar çocuklarımızın okumasını engelledi. Yaşadığımız zorlukları anlatmaya kelimeler yetmez.”