Öz savunma, örgütlülük ve mücadele ile 25 Kasım’a (9)
- 09:01 9 Kasım 2024
- Dosya
Figen Aras: En güzel öz savunma örgütlenmektir
Dilan Babat
AMED - Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken, kadınlar özsavunma, örgütlenme ve dayanışmanın önemini bir kez daha vurguluyor. Kadın Akademisi’nden Figen Aras, “Kadınların en güzel özsavunması, kadınlar olarak bir araya gelerek örgütlenmektir. Bu örgütlenmeyi yaymak ve kurumsallaştırmak önemlidir” diyerek kadınların dayanışma yoluyla şiddete karşı güçlü bir savunma mekanizması geliştirdiğini söyledi. Figen Aras, 21. yüzyılda kadınların öncülüğünde özgür ve eşit bir yaşamın mümkün olduğunu ifade etti.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü yaklaşırken, kadınlar her alanda özsavunma, örgütlenme ve dayanışmanın önemine dikkat çekiyor. Kadına yönelik şiddetin giderek artması ve “kırım” boyutuna ulaşmasıyla birlikte, özsavunma bilinci kolektif bir direniş aracı olarak daha fazla benimsenmeye başlanıyor. Kadın örgütleri ve sivil toplum örgütleri, kadınların kendilerini fiziksel ve psikolojik olarak savunabilmesi için eğitimler, atölyeler ve seminerler düzenliyor; bu etkinlikler aracılığıyla şiddet karşısında hukuki haklardan destek mekanizmalarına kadar birçok konuda bilgi sağlanıyor.
Aynı zamanda, kadınlar toplumsal dayanışma ağları ve kampanyalar aracılığıyla kadına yönelik şiddete karşı bilinç oluşturmayı hedefliyor. Yerel yönetimlerle işbirliği yaparak sığınma evlerinin sayısının artırılması ve yasal düzenlemelerin etkin uygulanması için adımlar atılıyor. Kadınlar, bireysel ve toplumsal düzeyde sürdürdükleri bu kararlı mücadele ile sadece kendi güvenlikleri için değil, tüm kadınların özgürlüğü ve eşitliği için seslerini yükseltmeye devam ediyor.
Dosyamızın bu bölümünde, Kadın Akademisi’nden Figen Aras ile öz savunmanın önemini konuştuk.
Özsavunma nedir?
Özsavunma kavramının, varlığın kendisini dış saldırılara karşı koruma hali olduğunu söyleyen Figen Aras, bunun yalnızca insanlara özgü olmadığını, evrendeki tüm varlıklarda geçerli bir durum olduğunu kaydetti. Figen Aras, “Bir varlık yaşamak istiyorsa, kendisine yönelik öldürme veya saldırıya karşı savunma durumuna geçer. Diyalektiğin kendisinde de bu vardır. ‘Gülün dikeni’ sözü vardır; bu, gülün kendisini savunmak içindir. Öz savunmayı daha çok fiziksel şiddet ve saldırıya karşı kendini koruma hali olarak görüyoruz. Kadınların öz savunması, tek başına erkeklerden ya da devletten gelen saldırılara karşı kendi bedenini veya yaşamını savunması anlamına gelmez; böyle tanımlamak yetersiz kalır. Bilinç, bir bütün olarak tüm varlığıyla, düşüncesiyle, pratiğiyle, davranışıyla, kararlarıyla ve iradesiyle, ‘nasıl yaşamak’ istediğini ve yaşamına, varlığına, kimliğine dair gelişebilecek her türlü saldırıya karşı bir savunma mekanizması geliştirmek demektir. Bir tokat atılması ya da silahlı saldırı durumlarında öz savunma gerçekleşebilir. Bununla birlikte, sözlü ve psikolojik şiddet durumlarında da öz savunma devreye girer. İtaate zorlanmak, küçümsenmek, yaşamdan koparılmak gibi durumlarda biz kadınlar kendi öz savunmamızı yaratmak zorundayız” dedi.
Kadınlar için öz savunmanın önemi
21’inci yüzyıla bakıldığında, binlerce yılın bir toplamı olarak kadın kimliğine yönelik ciddi bir saldırı olduğunu vurgulayan Figen Aras, bu saldırıların sadece her gün onlarca kadının katledilmesiyle sınırlı kalmadığına dikkat çekti. Figen Aras, “Tecavüz, taciz, kaçırma… Bütün bunlar fiziksel saldırı olarak karşımızda duruyor. Özellikle son zamanlarda öldürmenin bin bir çeşidiyle birlikte, ‘kadınlar öldürülmeye layıktır, gerekçeleri vardır’ gibi bir mesaj verilmek isteniyor. Bununla birlikte, hem fiziksel şiddet hem de yaşamın her alanında kadınları hayattan koparmaya, düşünmelerini engellemeye yönelik saldırılar var. Bu saldırılar özel politikalarla geliştiriliyor. Çocukların eğitiminden başlayan, medyanın kullanılmasıyla devam eden, dizilere ve modaya yansıyan, toplumsal cinsiyetçiliğin pekiştirildiği böyle bir sistemde kadınlara yönelik her türlü şiddet var. Bu şiddeti açığa çıkarmak ve doğru tanımlamak çok önemli. Bazen, ‘Ne olmuş, bir tokat attı’ deniliyor; oysa mesele sadece dayak ya da tokat değil, egemen olan bir erkeğin bir kadını köle ve meta olarak görmesidir. O kadına, ‘Benimsin, senin sahibinim’ diyerek her türlü şiddeti ele geçirme politikalarını hayata geçirmesidir” diye belirtti.
Kadın kimliğine dönük savaş politikası
Figen Aras sözlerine şöyle devam etti: “Günümüzde ciddi bir fiziksel şiddetle karşı karşıyayız. Bu şiddet yalnızca fiziksel boyutuyla değil, hukuksal ve ekonomik açılardan da kendini gösteriyor. Bugün korkunç bir kadın yoksulluğundan söz ediyoruz. Kadınlar fuhşa sürüklenmek zorunda kalıyor; çünkü bakmak zorunda oldukları çocukları var ve ayakta kalmak zorundalar. Karşımızda, sadece fiziksel değil her türlü şiddetle yüz yüze olan bir kadın gerçekliği duruyor. Peki, bunca şiddeti nasıl tanımlamak, nereye koymak lazım? Bu şiddet aslında özel politikalarla gelişiyor ve cezasızlık politikalarıyla meşrulaştırılıyor. Erkekler kadınları öldürürken, şiddet uygularken, tecavüz ederken çok iyi biliyorlar ki sistemin kendisi bunu meşrulaştırıyor; ya affedilecekler ya da cezaları indirilecek. Kadına yönelik şiddet, kadın kimliğine dönük bir savaş politikasıdır. Dünya savaşlarında her gün ölü sayıları açıklanır. Bugün de her gün kadın ölümleri açıklanıyor. Durmayan, bitmeyen ve sürekli artan bu istatistiklerle karşı karşıyaysak ortada bir savaş var diyebiliriz. Karşı taraf güçlü, çünkü silahları var, ideolojik olarak ele geçirmiş durumda; ancak kadın kimliği açısından baktığımızda, tamamen bağımlı hale getirilmek istenen bir kimlikle karşı karşıya kalıyoruz. Buna karşı gelen kadınlar ya katledilmek isteniyor, ya tecavüze uğruyor ya da toplumdan soyutlanmak isteniyor. Bu bir savaş olarak değerlendirilebilir.”
Ahlaki, politik toplum
İnsanın toplumsal bir varlık olduğunu, toplumların ayakta kalabilmesi ve yaşamını sürdürebilmesi için yaşam değerlerinin olması gerektiğine işaret eden Figen Aras, “Bu yaşam değerlerinin yaratılması, ahlaki ve politik bir temele dayanmalıdır. Kendi kararlarını alabilen, değerlerini yaratabilen ve kendini yönetebilen toplumlar özgürlüğe çok yakın toplumlardır. Ancak bu toplumların özüne ve gerçekliğine dokunan sistemler karşısında toplumların öz savunmaya ihtiyacı vardır. Öz savunma, yalnızca fiziksel şiddete karşı savunma yapmak değildir; kendi kültürünü, dilini, ahlaki ve politik yapılanmasını koruyarak bir özsavunma gerçekleştirir. Başta kapitalist modernite olmak üzere tüm sistemler, kendi özüne ve yaşamsal kaynağına sahip çıkan toplumları parçalamak ve ele geçirmek ister. Bu toplumlar, doğal toplumun temsilcileridir. Doğal toplum, kapitalist modernitenin en büyük düşmanıdır; çünkü eşitlik, özgürlük, demokrasi, kadın özgürlüğü ve kadın-erkek ilişkilerinde bir denge ve eşitlik barındırır. Egemen erkek neden saldırır? Öğretilmiş olan ahlaki değerlere saldırır. Bu, özel savaş politikalarıyla yapılır. Bu saldırılar bazen çok farkında olunan bir biçimde olur; bazen de fark edilmeden sızarak gelen modeller şeklinde ortaya çıkar” dedi.
‘Nasıl yaşamalı’
Bu modellerden bazılarının uyuşturucu, fuhuş veya bireyi dijital medyaya bağımlı hale getirmek olduğunu dile getiren Figen Aras, sistemin bunlara başvurmasının nedenini şu şekilde açıkladı: “Birey bu bağımlılıklarla esir alındığında düşünemez, kendini ve hakikatini göremez ve arayamaz. Kapitalist modernitenin ve erkek egemen zihniyetin asıl amacı, toplumsallığın hakikatini parçalamaktır. Hakikati parçalanan toplum, kendi ahlaki-politik yapısını unutur, kaybeder ve savrulur. Bu politikalar demokrasi, özgürlük, kadın-erkek eşitliği ve özgür eş yaşam temelinde değerlendirildiğinde, savunma gerçekleştirmek çok önemlidir. Nasıl bir savunma gelişebilir? Öncelikle zihinde, ideolojik anlamda bir savunma geliştirmek gerekiyor. ‘Nasıl yaşamak istiyoruz?’, özgürlüğün kendisi nedir, toplumun özgürlüğü nedir? Bu politikanın ve zihniyetin kurumsallaşması gerekiyor.
Toplumda kurumsallaşma geliştikçe, genel saldırılara karşı savunmalar çok daha rahatlıkla püskürtülebilir. Gençliğe dair uyuşturucu kurumsallaşmaları çoğaldıkça, kadın yoksulluğu ve kadına yönelik şiddete karşı kurumsallaşmalar arttıkça, bireyin başvurabileceği kurumların varlığı önem kazanır. Bireyin zihniyetteki değişim ve dönüşümü bir kurumsallaşmadır. Bunu harekete geçirmek lazım. Tüm toplumda o zihniyet değişimini, ‘nasıl yaşamalı’ sorusuna konuşarak, tartışarak ve birlikte aramak çok önemlidir. Bu süreç çocuklardan başlar. Çocuk eğitimi, yaşamı nasıl inşa edeceğimizi belirleyen bir süreçtir. O çocuklar büyüyecek, belirli rollere girecekler. Sorunların kaynağı toplumsallıkta yatıyor; bizim bunu görmemizin nedeni, toplumsallığı yaratan varlıklar olarak o politikalara karşı ciddi politikalar üretmek ve kurumsallaştırmaktır.”
Jineolojide öz savunma
Jineoloji tartışmalarında ve on yıldır yayımlanan Jineoloji dergisini takip edenlerin çok rahatlıkla “Öz savunma, sadece fiziksel şiddete karşı verilecek tepki değildir” değerlendirmelerini görebileceğini ifade eden Figen Aras, “Kendi bilgisine sahip çıkmak, kendi tarihini araştırmak ve adını koyabilmek de öz savunmadır. ‘Ben benim’ diyen birine bir saldırı gerçekleştiğinde, bir savunma oluşacaktır. Adlandırmanın kendisi de bir saldırıdır; ideolojik bir saldırıdır. Jineoloji dergisinde ve atölyelerinde en çok ele alınan konulardan biri de saldırıların altında yatan temel ideolojik sebebin ne olduğudur. Hem tarihsel hem de güncel olarak baktığımızda, kadınların kendisiyle tanışma, buluşma, kendi hakikatiyle var olma zeminleri, erkek egemen sistemin parçalamaya çalıştığı bir zeminde bulunmaktadır. Özgürleşen kadın, kapitalist modernitenin, dinciliğin ve militarizmin önünde bir engeldir. Öz savunmayı bilinçte, ilkelerde ve kendi olabilmekte görmeli; kendi olabilme halini kurumsallaştırabilmek ve örgütleyebilmek gerekir. Bu örgütlenme halini mücadeleyle büyütmek üzerine değerlendirme ve tartışmalar yapıyoruz” diye konuştu.
‘Kadınların en güzel savunması örgütlenmek’
Figen Aras, son olarak 25 Kasım’a dair şu mesajı paylaştı: “Kadınların en güzel öz savunması, kadınlar olarak bir araya gelerek örgütlenmektir. Bu örgütlenmeyi yaymak ve kurumsallaştırmak önemlidir. Dünyadaki tüm kadınların kadın kimliği ile saldırıya uğramaya hazır noktada olduklarını görmek, her kadına yaşatılan şiddet biçiminin kendimize yapıldığını bilmek önemli. Fiziksel şiddete karşı önlem alarak, özgürlük temelinde örgütlenmeyi ve kurumsallaştırmayı başarmak önemlidir. Birlikte eylem yapmak ve tüm dünya kadınlarının bir araya gelebileceği konfederal sistemleri tartışmak çok değerlidir. Eğer hepimize her an bir saldırı gerçekleşme ihtimali varsa, bunun nedenini tartışmak ve ortak mücadele zeminlerini oluşturmak çok kıymetlidir. 21. yüzyılın ‘kadın yılı’ olacağına dair yapılan tespitler de çok kıymetlidir. Bir yandan bu hedeflere odaklanırken, diğer yandan kadınların aydınlanması ve toplumun da bu aydınlanmayı yaşaması gerektiği düşünülüyorsa, ideolojide, örgütlenmede ve eylemsellikte bir arada olmak büyük önem taşıyor. Önümüzde hiçbir engel yok; acılarımızı, deneyimlerimizi, umutlarımızı bir araya getirmenin, hayata tutunmanın, erkek egemen sistemi çökerteceğini ve yerine demokratik modernite dediğimiz eşitlikçi, özgürlükçü bir yaşamın mümkün olabileceğini biliyoruz. Bu da 21’nci yüzyılda kadınların öncülüğünde mümkündür.”