'Savaşın yaralarını kadınlar sarar'
- 09:01 22 Ekim 2023
- Güncel
Öznur Değer
MÊRDÎN - Orta Doğu’da süren savaşların kadın üzerindeki etkilerine değinen TMMOB Kadın Çalışma Grubu Temsilcisi Dilruba Duygu Söylemez, “Savaşlar, rant ve güç savaşıdır. Kadın ve çocuklar üzerinde bir politika dönüyor. Bunun yaralarını saracak, travmalarını taşıyacak olan yine kadınlar oluyor” diyerek örgütlenmenin önemine işaret etti.
Türkiye’nin 4 Ekim’de Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik başlattığı saldırı ile 7 Ekim’de paramiliter örgüt olan Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin el-Kassam Tugayları tarafından “Aksa Tufanı” adı altında İsrail’e yönelik başlattığı saldırılar sonrasında İsrail-Filistin arasında savaş başladı. Türkiye’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları, İsrail-Filistin savaşı, Jîna Emînî’nin katledilmesinden sonra İran’da başlayan halk direnişi ile Afganistan’daki Taliban rejimine karşı süren kadın direnişi Orta Doğu’daki dengelerin değişeceği yorumlarını beraberinde getiriyor. Yine Orta Doğu’da süren tüm savaş ve saldırılardan en çok etkilenen kesimin kadın olduğu, basına yansıyan bilançolarda görülüyor.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Kadın Çalışma Grubu Temsilcisi Dilruba Duygu Söylemez, Orta Doğu’da süren savaşın kadınları nasıl etkilediğini değerlendirdi.
‘Savaşlar rant ve güç savaşı’
Özelde Orta Doğu’da başlayan savaşların sadece kapital düzenin sonucu değil, aynı zamanda kadının yaşamdan dışlanmasıyla ve susturulmaya çalışılmasıyla başlayan girişimlerin son aşamaları olduğuna dikkat çeken Dilruba, “Bu uzun vadeli bir plan ve girişim. ‘Tarih boyunca hiçbir cinayet ve hiçbir kan din adına işlendiği kadar vahşice işlenmemiştir’ diye bir alıntı yapmak istiyorum. Savaşlar da bir şekilde rant ve güç savaşı. Kadın ve çocuklar üzerinde bir politika dönüyor. Bunun yaralarını saracak, travmalarını taşıyacak olan yine kadınlar oluyor” sözlerine yer verdi.
‘Orta Doğu’da başlayan savaş bütün dünyaya yayılacak’
Erkeklerin kadını korumak için vahşi cinayetlere giriştiğini iddia ettiğini belirten Dilruba, “Bu erkekler kadını kimden koruyorlardı” diye sordu. Savaşın Orta Doğu’da başladığını ancak bütün dünyaya yayılacak bir kan savaşı olduğunu vurgulayan Dilruba, “Özellikle Rojava’daki savaş asla kabul edilemez. Sesini hiçbir yerde duymuyoruz. Paranın, gücün olduğu yerde ajitasyon biraz daha fazla olur. Yine Hamas ve İsrail’de iki tarafta da görüyoruz ki daha çok kadınlar ön plana çıkıyor. Kadının aciz ve güçsüz olduğu iddiasıyla, koruma içgüdüsüyle şiddetin artarak ilerlemesine alet olduğunu görüyoruz. Bu kan ne yazık ki erkeklerin gözü doymadıkça bitmeyecek. Ama şunu unutmamak lazım, evet kadınlar burada büyük travmalara maruz kalıyorlar ama bu toplumun yarısı kadınlar ve öteki yarısı da biz kadınların eseri. Eğer biz güçlü olursak, biz sesimizi daha güçlü duyurursak, biz bu teşhirciliğe müsaade etmezsek, biz Rojava’da kendi tarlasında katledilen kadınların ismini duyar ve birbirimize duyurursak bir şekilde erkeklerin de arsızlığına bahane olarak bizi kullanmalarına müsaade etmezsek, kan biraz daha dinecektir” ifadelerini kullandı.
‘Toplumlarda kadın ve erkek farklı bireyler değil eşit bireyler’
Toplumların cinsiyeti olmadığına işaret eden Dilruba, “Erkeklerin hırsları asla bitmiyor ve güç dengesinde önce kendi gözünde zayıf gördüğü taraftan başlayacak. Toplumlarda kadın ve erkeğin farklı bireyler değil, eşit bireyler, birini birisinden korunması gerektiği düşünülen bireyler olarak düşünmediğimiz zaman, kadının ve erkeğin adını toplumda ayrı denge unsurları olarak anmadığımız zaman gelişmeye başlayacağız. Ne yazık ki dinlerin, kapital düzenin her zaman bir tarafı önce azınlık hale getirmeye, sindirmeye, ötekileştirmeye ihtiyacı olacak. Umulur ki kendi doğuştan seçmediğimiz, ırkımız, cinsiyetimiz, ailemiz gibi ögeleri alet ettirmeyelim” şeklinde konuştu.
‘Hakikatin konuşulmadığı toplum cahil kalmaya mahkumdur’
Savaşlardan, afetlerden, olağanüstü durumlardan en çok kadınların etkilendiğinin altını çizen Dilruba, kadınların daha çok sahip çıkmaya yönelik hareket ettiğini dile getirdi. Dilruba şunları söyledi: “Eğitimin olmadığı, hakikatin konuşulmadığı, üzüntüsünü-sevincini kadın ve erkeğin bir arada yaşamadığı bir toplum arka planda kalmaya ve cahil kalmaya mahkum olacaktır. Kadınların güçlü olması, haklarını savunması, anlaması, öğrenmesi, paylaşması ve birbirine destek olması gerekiyor. Sadece kadınlar için değil herhangi bir haksızlığa uğrayan, azınlık olarak gösterilmeye veya güçsüzleştirilmeye çalışılan grupların tamamının yapması gereken birinci öncelik, farkında olmaları ve örgütlenmeleridir. Yılmadan, umutlarını kaybetmeden mücadeleye devam etmeleri lazım.”