Gülistan Kılıç Koçyiğit: Bugün ders zili tek dilde çaldı
- 11:03 11 Eylül 2023
- Siyaset
ANKARA - Yeşil Sol Parti Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit bugün başlayan yeni eğitim dönemine ilişkin, “Anadili gibi temel bir hakkın, seçmeli bir ders olarak verilmesi, bir insanın anadilini eğitim öğretim içinde seçmek zorunda bırakılması, insan haklarına da, çocuk haklarına da aykırıdır” diyerek, 16 Eylül’de İzmir'de eğitimdeki dinsel uygulamalara karşı gerçekleştirecekleri mitinge katılım çağrısı yaptı.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Kars Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, okulların açılmasıyla birlikte başlayan yeni eğitim-öğretim dönemine ilişkin Meclis’te basın açıklaması düzenledi.
‘Bugün okul zili tek dilde çaldı’
Bugün yeni eğitim döneminin zilinin tek dilde çaldığını söyleyen Gülistan, “ 2023-2024 eğitim ve öğretim yılına ilişkin sorunları dile getirmek istedik. Bildiğiniz gibi milyonlarca öğrenci için ders zili çaldı ama ne yazık ki bu ders zili tek dilde çaldı, milyonlarca farklı halklardan olan öğrencilerin dili inkar edilerek bu zil çaldı. Milyonlarca Kürt çocuğu yeniden kendilerini asimile edecek okullarda eğitim ve öğretime başladılar. Dünyada yapılan pek çok araştırmada anadili eğitim ve öğretimdeki temel etkenlerden biridir ve çocuğun gelişim dünyasını öğrenme kapasitesinin başında da anadilinde eğitim geliyor. Çok uzun yıllardır cumhuriyet tarihinden beri eğitim öğretim tek dilde yapılmakta ve diğer halkların Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Arapların, Pomakların sayamayacağım kadar halkın anadili yok sayılarak eğitim ve öğretim yapılmaktadır. Bunun ne bilimsel araştırmalarla ne insan haklarıyla ne bilimsel yöntemlerle ve ne de çocuk haklarıyla bir ilişkisi olmadığını bunun tek tipçi bir dayatma olduğunu ifade etmemiz gerekiyor” diye konuştu.
‘Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçelerine öğretmen atamaları yapılmıyor’
Anadilin seçmeli ders statüsünde verilmesinin temel insan haklarına aykırı olduğunu dile getiren Gülistan, “Hali hazırda Kürt sorununda demokratik yöntemlerle çözüm üretmeyen iktidarın ne yazık ki anadili konusunda da adım atmadıklarını görüyoruz. Kendilerince iyi bir şey yaptıklarını ifade edip Kürtçe ve diğer bazı dilleri seçmeli dil statüsüne geçirdiler ama görüyoruz ki burada da ciddi sorunlar var. Kürtçenin Kurmanci ve Zazaki lehçelerine öğretmen atamaları yapılmadığını, öğrencilerin bu dersi seçmelerine belirli kotalar konulduğunu, bu dersi verecek öğretmen yetersizliği nedeniyle birçok yerde öğrencilerin seçmeli derse bile ulaşamadıklarını görüyoruz. Burada şöyle bir sorun var, anadili gibi temel bir hakkın, insana sıkı sıkıya bağlı olan temel bir hakkın seçmeli bir ders olarak verilmesi, bir insanın anadilini eğitim öğretim içinde seçmek zorunda bırakılması, onun yazınsal dilini bir seçme seçeneği sonucunda öğrenmek zorunda bırakılması insan haklarına da, çocuk haklarına da aykırıdır. Bu nedenle seçmeli ders değil, bütün eğitim-öğretimin anaokulundan başlayarak aslında anadilinde olması gerekiyor” sözlerini kullandı.
‘Anadilinde eğitimi anayasal güvenceye alarak yol alabilirsiniz’
Gülistan konuşmasının devamında şunları söyledi: “Bu anlamda özellikle yeni anayasa tartışmalarının başladığı bugünlerde biz hükümete ve MEB’e çağrı yapıyoruz; bu ülkedeki milyonlarca Kürt çocuğunu ve milyonlarca diğer etnik gruplardan çocuğu yok sayarak eğitim-öğretim hayatına devam etmekten vazgeçin. Çok dilli eğitime geçmek bu ülkenin farklılıklarını, zenginliğini kabul etmekten geçiyor. Gerçekten eğitimi demokratikleştirmek istiyorsanız ilk adım olarak anadilinde eğitimi yasal ve anayasal statüye kavuşturarak anayasal güvenceye alarak yol alabilirsiniz. Çünkü mevcut durumda eğitim-öğretimin bir asimilasyon politikasının aracı haline dönüştüğünü ve milyonlarca çocuğun bu vesileyle kendi anadillerini konuşamaz, yazamaz ve kendi anadilinde düşünemez hale geldiğini çok iyi biliyoruz. Bu nedenle bir an önce asimilasyon politikasından geri adım çağrısını yinelemek istiyoruz.
Okul terklerinin arttığını ve bunun ekonomik nedenlerle olduğunu iyi biliyoruz
Diğer bir mesele, eğitim-öğretim başladı. Geçen dönem de ifade etmiştik, okullar kapanırken. dönem sonunu değerlendirdiğimizde bugün eğitim ve öğretimin önündeki en büyük engellerden birinin yaşanan derin ekonomik kriz ve bu krizin eğitim alanına yansımaları olduğunu biliyoruz. Her gün artan enflasyon ve ücretler sonucunda kırtasiye, kayıt, üniforma, okul fiyatlarının yükselmesi, servis ücretlerinin artması sonucundan neredeyse veliler öğrencilerini okula gönderemez hale geldi. Geçen dönem çokça dillendirdiğimiz MEB’in kulak kapattığı okullarda bir öğün ücretsiz yemek meselesinde bir adım attığını ifade etmişti dönemin MEB Bakanı Mahmut Özer bütçe görüşmelerinde. Anaokullarında bir öğün ücretsiz yemek verilmekten vazgeçildiğini öğrendik. Bir öğün yemeği anaokullarındaki öğrencilere vermeyen bir iktidarla karşı karşıyayız. Mevcut enflasyona ekonomik krize yoksulluğa neden. Sadece nerede devam edeceklerini ifade ettiler yeni bakan Yusuf Tekin sadece deprem bölgesi olan 11 ilde anaokulundaki çocuklara bir öğün ücretsiz vereceklerini ifade ettiler. Ama halihazırdaki gerçek ana okullardaki çocukların bu öğünden mahrum kaldığını değiştirmiyor. Temel ihtiyaçları karşılanmayan öğrenciler eğitimin paralı hale geldiği bu ortamda ne yazık ki eğitim öğretim terkleri artıyor ve çocuklar ailelerinin geçimine katkıda bulunmak için okumak yerine çalışmak zorunda bırakılıyorlar. Okul terklerinin arttığını ve bunun ekonomik nedenlerle olduğunu iyi biliyoruz.
Öğrencilerin açlıktan baygınlık geçirdiği bir dönemden geçiyoruz
Biz kanun teklifi de verdik okullarda özellikle ilk ve orta okullarda bir öğün ücretsiz yemek ve temiz suyun hayati bir ihtiyaç olduğunu belirtmek istiyoruz. Çünkü anneler babalar öğretmenlere şu konularda ricacı olmak zorunda kalıyorlar. Lütfen değişik karşılamayacağımız gıda talebinde bulunmayın biz bunları alamıyoruz diyorlar. Çocukların bu konuda rekabet etmesinin ve birbirine imrenmesinin önüne geçmeye çalışıyorlar. Neredeyse beslenme çantalarına kuru ekmeğin konulduğu bir dönemden geçiyoruz. Öğrencilerin açlıktan baygınlıktan geçirdiği bir dönemden geçiyoruz ama hem Milli Eğitim Bakanı hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan güllük gülistanlık bir eğitim tablosu çizdiler. Bu kabul edilemez ve gerçekle bağdaşamaz. Çocuk yoksulluğunun sıradan bir mesele olmadığını biliyoruz. Bunu UNICEF raporları da ortaya koyuyor. UNICEF raporları yoksulluk içinde olan her 3 çocuktan biri yoksulluğu ömür boyu taşımak zorunda bırakılıyor diyor. Biliyoruz ki yoksulluk nesilden nesile aktarılan yoksulun yoksul olarak kaldığı yeni bir kast sistemi Türkiye toplumuna dayatılıyor. Bunun kabul edilemez olduğunu ifade edelim.
Öğrencilerin tarikat ve cemaatlerin yurtlarında kalmasını istiyorlar
Yine üniversite öğrencileri açısından geçen yıl özellikle barınma yeri meselesi çok temel bir gündemdi. Barınamıyoruz diye öğrenciler bir hareket başlattılar ne yazık ki polis zoruyla bastırıldı. Öğrencilerin yurtlardan deprem nedeniyle atıldığını eşyalarının çöp torbalarına konularak kapı önüne konulduğunu biliyoruz. Bugün üniversite öğrencileri çalışmak dışında bir seçeneğe sahip değiller. Çalıştığı için okuyamayan öğrenciler var. Sadece sınavdan sınava giden bir öğrenci gerçekliği ile karşı karşıyayız. Yetersiz niteliksiz yurtların özel bir tercih olduğunu AKP’nin bunu özel olarak tercih ettiğini biliyoruz. Yurt yapmak devlet açısından zor olmasa gerek ama yapmıyorlar çünkü öğrencilerin tarikat ve cemaatlerin yurtlarında kalmasını istiyorlar. Nasıl geçmişte gülen cemaati öğrencileri ışık evlerinden yetiştirip onları kritik yerlere yerleştiriyor ve oradan devleti yönetiyor idiyse bugün de farklı cemaatler ve vakıflar eliyle yapıldığını çok iyi görüyoruz. Zeki durumdaki Anadolu ve Mezopotamya'daki çocukların devlet yurtlarında yer bulamadıkları için bu cemaat yurtlarında kaldıklarını ve doğal olarak o cemaatlerin etkisine girdiklerini ve onlara karşı kendilerini borçlu hissettiğini ve bunun kamusal bir kriz yarattığını belirtmemiz lazım. Aç üniversiteye giden gelen bir gençlik yarattılar neredeyse hiçbir sosyalitesi olmayan üniversitenin yaşam güzelliklerinden yararlanmayan bir gençlik yarattılar buna hakları yok.
Eğitim-öğretim görevi MEB yetkisinde ve MEB bunu hiçbir yere devredemez
Şimdi tarikatlardan ve cemaatlerden bahsettik. Tarikat ve cemaatlerin sadece üniversite öğrencilerinin yurt sorununu çözmek gibi bir fonksiyonu yok. Tarikat ve cemaatler yaşam alanlarımızın her yanını kaplamış durumda. Bu, AKP eliyle tek din tek mezhep dayatmalarının sonucunda oldu. Yaz aylarında basına yansımıştı. Özellikle İzmir çevresinde ÇEDES uygulamasının MEB eliyle hayata geçirildiğini gördük. Yani ilkokuldan ortaokula kadar imamların okullara gidip çocuklara dini vaazlar verdiğini ve bunun MEB eliyle yapıldığını gördük. Bunun bir anayasa ihlali olduğunu ifade etmemiz gerek. Anayasamıza göre açık ve nettir; eğitim -öğretim hakkı ihlali olduğunu ifade edelim. Eğitim-öğretim görevi MEB yetkisinde ve MEB bunu hiçbir yere devredemez, bu hakkı kendisi kullanır ama bugün okullara öğretmenler dışında gerçekten ne olduğunu bilmediğimiz, nereden geldiğini bilmediğimiz hiçbir pedagojik formasyonu olmayan kişilerin çocuklara gelip aslında bazı telkinlerde bulunduğunu, bazı dersler verdiğini görüyoruz ki bunun kabul edilmez bir uygulama olduğunu ifade edelim.
Bütün müfredatın AKP ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerçekliği karşımızda duruyor
Ne yapılmaya çalışılıyor? Çok açık ki ideolojik bir toplum AKP’nin kodlarına göre kurulmuş dindar ve kindar neslin yeni bireyleri özellikle de ilkokuldan başlayarak yetiştirilmeye çalışıyor. Yani, AKP’ye göre bir toplumsal düzen, toplumsal nizamın yeni bireyleri ilkokuldan itibaren okullarda yetiştirilmeye çalışılıyor. Yoksul çocuklara din dersi zengin çocuklara fen lisesi diye formüle edilen şeyin kabul edilemez olduğunu ifade edelim. Haftanın 16 saati din dersleri zorunlu hale getirildi, görsel sanatlar ve spor gibi faaliyet alanlarının seçmeli hale getirildiği bir eğitim-öğretim sistemi ne laik ne demokratik ne özgürlükçü ne de çocuğun kendini gerçekleştirmesine orada kendi eğitim-öğretim almasına uygun bir ortam değil. Bu anlamıyorsa hızlı bir şekilde dini dayatmalardan vazgeçilmelidir. hali hazırda yıllardır zaten Alevi çocuklarına zorunlu din dersi dayatması vardı. AİHM kararlarına ve AYM kararlarına rağmen MEB zorunlu din derslerini alevi çocukları için uygulamadan kaldırmamıştı. Ama bugün çok daha büyük bir risk ile karşı karşıyayız. Sadece zorunlu din dersi değil, bir bütün müfredatın dinselleştirilmesi, dini ideolojik AKP ihtiyaçlarına göre şekillenmesi gerçekliği karşımızda duruyor. Buna karşı hepinizin çocuklarımızı, öğrencileri ve geleceğimizi korumak ve çocukların üstün yararının gözetmek gibi bir zorunluluğumuzun olduğunu ifade edelim. Bu anlamıyla din derslerinin neredeyse tüm yerde zorunlu seçmeli ders ya da gerçek anlamda dayatmayla öğretilmesinin kabul edilemez olduğunu söyleyelim. Toplum mühendisliğine geçit vermeyeceğimizi, bu durumun bu ülkenin temel birlikte yaşam iradesine dinamit koyduğunu ifade edelim.
Deprem bölgesindeki eğitimcilerin ve çocukların hiçbir ihtiyacı giderilmeden ders zili çaldı
Diğer bir sorun, deprem bölgesi. 6 Şubat’ta en büyük deprem felaketini yaşadık. 11 ili etkileyen ve yüz binlerce insanımızın canını kaybettiği deprem felaketi yaşadık. Şimdi yeni bir eğitim-öğretim yılındayız. Ne yazık ki deprem bölgesindeki eğitimcilerin ve çocukların hiçbir ihtiyacı giderilmeden, ders zili yeniden çaldı. Örneğin, birçok çocuğun okula erişim sorunu devam etmekte, ya çadırlar ya da konteynırlarda eğitim-öğretim görmek zorunda kalan çocukların çok kötü koşullarda buna devam etmesi dayatılmaktadır. Sağlam olan birçok okul, başka kurumlara tahsis edildiği için öğrenciler bir başka ilçede okula gitmek zorunda bırakılmaktadır. En önemlisi, bunun altını çizmemiz gerekiyor, henüz oradaki yaralar sarılmadan, enkazlardan cenazeler çıkmaya devam ederken çocukların destek almaması travmalarının onarılmadan eğitim öğretime devam etmelerini beklemeleri büyük bir haksızlıktır.
Öğretmenliğin değersiz bir meslek gibi kamuoyuna yansıtıldığını görüyoruz
Yine eğitim öğretim emekçileri açısından sayın bakan ifade etmiş bütün eğitim emekçilerini aradım deprem bölgesinde hiç birinin barınma sorunu yok demiş. Bu gerçek dışı bir bilgi. Bir çok öğretmenin barınma sorunuyla birlikte az hasarlı olan binalarda fahiş kira fiyatları nedeniyle öğretmenler ciddi bir barınma sorunu yaşıyorlar. Alt yapının bozuk olması nedeniyle eğitimciler öğrenciler ciddi bir ulaşım sorunu yaşıyorlar ve bunu giderecek bir adım atılmıyor. Özellikle deprem bölgesinde temiz su, güvenli barınma ve gıda erişimi sorunları birde kriz halinde. Bu krizi çözmeden normal bir hayat varmış gibi eğitim öğretime devam etmek haksızlıktır. Bu anlamıyla buradan hızlı bir şekilde geri adım atılması eğitimcilerin ve öğrencilerin ihtiyaçlarını giderecek bir planlamanın hayata geçirilmesi gerekiyor. Artan ekonomik kriz nedeni ile Türkiye genelinde de bütün eğitim emekçileri barınma sorunu yaşıyorlar. Büyük kentlerden küçük kentlere tayin istiyorlar çünkü kiraları karşılamıyorlar. Artık bu ülkede AKP’nin politikaları nedeniyle eğitim emekçilerine saygı duyulmadığını öğretmenlik mesleğinin itibarının her geçen zedelendiğini öğretmenliğin değersiz bir meslek gibi kamuoyuna yansıtıldığını görüyoruz.
Farklı statülerde öğretmenleri çalıştıran bir MEB gerçeği ile karşı karşıyayız
Ataması yapılmayan öğretmenler meselesi bu ülkenin kanayan yaralarından biri. AKP iktidara geldiğinde ataması yapılmayan 70 bin öğretmen vardı şu anda 600 bin ataması yapılmayan öğretmen var. Bu kadar yedek işgücü yaratarak AKP sermayeye ucuz bir emek iş gücü sunmuş oluyor. Bunlar ucuz işgücü olarak kölelik koşullarında özel eğitim emekçileri olarak çalışmak zorunda kalıyor. Oysa Milli Eğitim Bakanı sadece kamuda çalışan öğretmenlerden değil bir bütün eğitim emekçilerinin sorunlarından sorumludur ama ne yazık ki özel eğitim emekçileri haklarını aradıklarında onların ters kelepçe ile gözaltına alınmasına sessiz kalan bir Milli Eğitim Bakanlığı onların asgari ücret altında çalışmaya sessiz kalan bir Milli Eğitim Bakanlığı, MEB’de bile ücretli kadrolu gibi farklı statülerde öğretmenleri çalıştıran bir MEB gerçeği ile karşı karşıyayız. Bu kabul edilemez. Bütün öğretmenlerin atamasının yapılması kadrolu güvenceli ve insan onuruna yaraşır eşit işe eşit ücret temel yöntemdir ve bu bir mutlaka hayata geçirilmelidir. Bununla birlikte eğitim alanında sayabileceğimiz binlerce sorun var. KHK’li öğretmenler neredeyse ağaç kovuğu yesinler diye işlerinden ekmeklerinden edilip banka hesabını bile açamayan bir pozisyona bırakılan yüzbinlerce öğretmenin sorunları da çözüm bekliyor ve bunlar için adım atılmıyor.
16 Eylül’de eğitimdeki dinsel uygulamalara karşı mitinge çağırıyoruz
Eğitim alanı her bakanın geldiğinde değiştirdiği hiç bir şekilde dikiş tutmayan her bakanın yeni bir bakışla yorumlamaya çalıştığı ama özünde tekçi mezhepçi cinsiyetçi ve aslında özgürlükçü ve demokratik olmayan bir bakış açısıyla eğitim sistemi devam ettiriliyor. Bunun doğru olmadığını bu yaklaşımın özel olarak çocukları yıpratıyor. Eğitim emekçilerine çağrı yapıyoruz, bu sorunların hiçbiri kader değildir, gelin hep birlikte eleştirel pedagoji ile okulları demokratik eğitimin mekanı haline getirelim. Anadilinde, bilimsel, laik, özgürlükçü eğitim için hep birlikte öğrencilerimizle, velilerimizle birlikte mücadele edelim, beraber eğitim hakkımızı kamusal, ücretsiz, anadilinde eğitim hakkımızı kazanmak için el ele verelim. Bu vesileyle birçok kurumun çağrıcısı olduğu laik eğitim, laik yaşam ve eşit yurttaşlık mitingine buradan katılım çağrısı yapmak istiyorum. 16 Eylül’de İzmir’de gerçekleşecek olan bu mitingin ÇEDES uygulamasına karşı yapılan eğitimdeki dinsel uygulamalara karşı bir miting olduğunun altını çizmek istiyorum. Eğitimdeki dinci, tarikatçı, teki, mezhepçi yaklaşıma geçit vermeyeceğiz. Anadilinde, bilimsel, laik, özgürlükçü eğitim mücadelemizi yürüyüşümüzü bütün eğitim emekçileri, velilerimiz ve cesur öğrencilerimizle beraber devam ettireceğiz.