Özgür eş yaşamla demokratik ulusa (1)

  • 09:01 16 Haziran 2025
  • Dosya

  

 
Kadınla başlayan toplumsal devrim
 
HABER MERKEZİ - “Özgür Eş Yaşam” modeli, Kürt Kadın Özgürlük Hareketi'nin öncülüğünde kadın özgürlüğünü merkeze alarak geliştirildi. Abdullah Öcalan’ın 12. PKK Kongresi için hazırladığı belge, toplumsal cinsiyetin kökeninden kapitalist patriyarkaya uzanan kapsamlı bir toplumsal dönüşüm çağrısı sunuyor.
 
2013 yılında Kürt Kadın Özgürlük Hareketi’nin gündemine giren “Özgür Eş Yaşam” modeli, yeni bir toplum yaratmanın ve sosyalizmi inşa etmenin temeli olarak değerlendirildi. Kürt kadınlarının öncülük ettiği bu model, özgür yaşamak isteyen herkesi kapsayan bir toplumsal dönüşüm arayışı olarak tanımlandı. Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısının ardından, PKK 5-7 Mayıs tarihlerinde 12. Kongresi'ni topladı ve silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı aldı. Kongreye iki belge sunan Abdullah Öcalan’ın 25 Nisan’da kaleme aldığı 21 sayfalık metin, Serxwebûn gazetesinin 521. ve son sayısında yayımlandı.
 
Dosyamızın ilk bölümünde Abdullah Öcalan’ın "Demokratik Uygarlık Manifestosu" ile 7 başlık altında hazırladığı perspektif belgesinde kadınlara dair değerlendirmelerine ve "Özgür Eş Yaşam" fikrinin felsefi temellerine odaklanıyoruz. Cinsiyet farklılaşmasından özgür eş yaşama uzanan toplumsal değişim sürecini ele alıyoruz.
 
Dişil-eril ayrımının doğadaki kökeni
 
Abdullah Öcalan,  25 Nisan’da kaleme aldığı perspektifinde dişil ve eril ayrımının doğanın diyalektiği gereği şekillendiğini şu şekilde ifade ediyor: “En son tespit edebildiğimiz kadarıyla canlının ikiye bölünmesi, dişil ve eril olarak, 300 milyon yıl öncesine dayanıyor. Bunları felsefi olarak konuşuyoruz. Böyle bir dişil-eril bölünme neden oldu? Doğanın diyalektiği dedik ya, diyalektik bundan sorumlu. Her şey ikilemlidir. Enerjiden madde nasıl doğdu, parçacıklar nasıl farklılaştı? Evet, atomda da parçacıklar var; parçacıklar olmasa atom zaten olmaz. Madde enerjiye nasıl dönüşür? Madde, yani o görünen şeyler, yıldızlar, maddeleşmiş enerjidir. Einstein’in formülü E=MC^2, enerjinin maddeye dönüşüm formülüdür. Formülün önemi, burada konunun anlaşılmasını mümkün kılmasından geliyor. Dişil-eril olayı da bunun bir uzantısıdır. Evrendeki gelişmeye aykırı bir şey değil. Onun bir uzantısı olarak bir dönem artık yavaş yavaş tek varlıkta ikilem yerine ayrı varlıklarda bir birleşme... Eril varlık türüyor, dişil varlık türüyor ve biri ikiye bölüyor ve ikiden tekrar bir birlik… Giderek derinleşmiş bir eril, derinleşmiş bir dişil varlık gelişiyor.”
  
Dönüşebilir doğallık
 
Abdullah Öcalan, cinsiyetin katı değil, dönüşebilir bir gerçeklik olduğunu savunuyor. Abdullah Öcalan, “Bu aşağı yukarı üç yüz milyon yıl öncedir. Hem bitkilerde böyle gelişmeler oluyor, hem de hayvanlar aleminde. Bazı hayvanlar, ısıyla bağlantılı olarak hem dişi oluyor hem de erkek. Dolayısıyla bu katı bir şey değil; dönüşebilir, diyalektik bir gerçekliktir” diye belirtiyor.
 
Üstünlük değil, farklılaşma
 
Dişil ya da eril olmanın üstünlük değil, farklılaşmanın ifadesi olduğunu şu sözlerle vurguluyor: “Eril-dişil ayrımı, mucizevi bir şey değil; doğanın diyalektiği gereği bir şey. Bir üstünlük arz etmiyor. Dişil olmak bir üstünlük değil veya eril olmak kutsallık değil. Bunlar özel bir sonuç çıkarılacak bir olay değil. Doğanın diyalektiği gereği bunlar olacak, oluyor. Nitekim biz buna farklılaşma dedik; farklılaşma olmazsa yaşam olmaz. Yaşamın anlamı farklılaşmayla bağlantılı. İşte tek bir kişi hem nasıl dişil hem eril olacak? Yaşayamadıkları günümüzde belli. Hermafrodit adam hem eril hem dişil nasıl oluyor? Geleneksel ahlak bu kişileri mahkûm ediyor. Ama bana göre bu bir sorundur. Operasyonlarla erkeklik yönü öne çıkabilir, kadınlık tercihi öne çıkabilir; ikisi de değerlidir diyelim. Doğa seni ikiye ayırsa, bu ikiye ayrılmayı bir özgürlük imkânı, bir farklılık olarak göreceksin. O farklılığın anlamı var. Dişilin de anlamı var, erilin de. Toplumda da bu vücut bulmuştur; mühim olan bunları karşıt hâle getirmemektir. Karşıt hâle getirme, işte sorunun başlangıcı oluyor.”
 
Toplumsal sorunsallığın başlangıcı
 
Cinsiyet temelli üstünlük iddialarının tarihsel ve toplumsal bir sorunsallığın kaynağı olduğunu belirten Abdullah Öcalan, şunlara dikkat çekiyor: “Şimdi toplumsal sorunsallık böyle başlıyor. Biri der, eril üstündür; diğeri der, dişil… Böyle şeyler toplumsal doğada sorunsallık konularıdır. Dişil üstünlük, evet arada gelişecek, onu biraz anlatalım. Diğeri de karşı tez olarak yükseldi; ‘üstün olan erildir’ dedi. Sonuçta korkunç felsefeler oluştu, büyük bir sorun oldu. Toplumsal sorunsallık, uygarlık sonrasında devletle başlıyor demiştim. Ama şimdi öyle görünüyor ki devletle değil, çok daha öncesinde, 30 bin yıl önce gelişmiş. Sonuçta eril, kadınla benzeşmeyecek, olağanüstü bir yapılanma; kadında ve erkekle sanki dağlar kadar farkı olan bir tip kişilik gelişti. Dikkat edilirse erkeklik kromozomları ile kadınlık kromozomları arasında küçücük bir fark var. Çok küçük bir farktır. Sonuçta düşünce dediğimiz şey insana özgüdür ve düşüncenin erkeği kadını yoktur.”
 
Doğum, çocuk bakımı ve toplumsallaşma
 
Doğumun zorluğu ve çocuk bakımının kadını merkeze alan ilk toplumsal yapıları doğurduğunu kaydeden Abdullah Öcalan şu tespitlerde bulunuyor: “Doğum kadında gerçekleşir. İnsan türü olarak kadındaki doğum değişiktir, iyi anlamak gerekir. Bütün incelemeler şunu gösterir: bitkilerin çoğalması kolay, ilk hücrenin bölünmesi kolay gerçekleşir. Hayvanlardaki doğumu biliyorsunuz; yavru doğar, 24 saat içinde ayağa kalkar. Bütün hayvanlarda bu böyledir. Bazıları uzun, bazıları kısa sürelidir ama kolay bir doğum, kolay bir büyüme… Bırakırlar, altı ay baktı mı bırakırlar; hayvan varlığını sürdürür. Fakat insan türüne geldiğimizde enteresan bir durum doğuyor: zor doğum yapıyor ve o da yetmiyor; 5-6 yıl ana desteği olmadan yalnız yaşayamıyor. Yani hayvanda 24 saat, insanda 7 yıla kadar çıkıyor. Bu neyi gerektiriyor? Ananın etrafında bir toplumsallık gerektiriyor. Çünkü erkeğin ne olduğu belli değil. Yavrunun erkekle ilişkisi diye bir olgu yok ortada. Kadın ile erkek ilk defa nasıl karşılaştılar? İnsanda da, hayvanda da bir cinsel güdü var. Cinsellik güdüsü, tıpkı açlık güdüsü gibi temel güdülerdendir. Güdüler bilinçtir, canlılık işaretleridir. Açlık hissi olmazsa doyum olmaz, dolayısıyla yaşam olmaz. Cinsel güdü olmazsa üreme olmaz; üreme olmayınca yaşam olmaz. Bunu anlıyoruz. Baba kim? Aslında önce baba yok. Hatta cinsellik kiminle kurulmuş, nasıl kurulmuş konusunda bir bilinç yok; sadece bir güdü var.”
 
Kadının üretici rolü ve klan yapısı
 
Abdullah Öcalan bu konuda, kadının üretici emeği sayesinde toplumsal örgütlenmenin ilk formlarının doğduğunu vurguluyor. Abdullah Öcalan, “Doğuran kadın çocuğu büyütmek zorunda. Beslemek zorunda; beslemek için de toplayıcılık yapmak zorunda. O da muazzam emek ve çaba gerektiriyor. Yaklaşık iki milyonluk tarihten bahsediyoruz. Bu, Afrika Rif Vadisi’nde başlamış; daha sonra Ortadoğu’da bu yoğunlaşmış. Gerçek kültürleşme ise Toros-Zagros vadilerinde gerçekleşir. İnsan burada insan oluyor, kadın burada kadın oluyor. Bunu biraz açacağız. Kadın demek ki çocuğu büyütecek, çünkü çocuğun kendinden doğduğunu biliyor. Kadın, muhtemelen birlikte büyüdüğü kız veya erkek çocuk olarak nasıl birbirlerini tanıyorlarsa, ana kadın da kardeş olarak, kız kardeş olarak bir iki tane dayı, teyze gibi akrabalarını tanıyordur. Bir de kültür başlıyor bununla: 7 kişilik, 10 kişilik, 15 kişilik… Sayı 20’yi geçmiyor. Bunlar bir arada bir klan oluştururlar. Klan, toplumsallaşma tarihinin ilk örgütlenme formudur. Klan, ana etrafından oluşan bir kültürdür” diye ifade ediyor.
 
Toplumsal yapıların ayrışması: Kadın ve erkek sosyolojisi
 
Kadının barışçıl üretim temelli toplumuyla, erkeğin şiddet temelli yapılanmasının tarihsel ayrımına dikkat çeken Abdullah Öcalan,  şunları kaydediyor: “Kadın bitki topluyor, erkek avlanıyor, canlıyı öldürüyor. Savaş, bir canlıyı öldürmektir. Hayvan öldürmek, cinayettir. Kadının bitki tohumları etrafında toplumsallığı oluşturması bambaşka bir olay; erkeğin öldürerek kendini güçlendirmesi bambaşka bir olay. Bunu daha da açacağım. Birisi şu andaki katliamcı topluma dönüştü, birisi hâlâ toplumu ayakta tutmaya çalışıyor. Dolayısıyla toplumu ayakta tutma kültürü, kadın etrafında gelişen bir sosyolojiye dayanır. Savaşı esas alan, yani ganimeti esas alan toplum, erkek ağırlıklı toplumdur. Onun işi gücü artık değerdir. Marx bunu sınıfsallaşmaya bağlar; oysa hiç gerek yok. Bir artık değer imkânı oluşmaya başlarsa, kadının etrafında bir bitki toplumu, bir besin artırımı olursa, erkek buna göz dikiyor. Hayvan da avlıyor ama bir de kadının topladığı besinlere el koyuyor. Hem besine el koyuyor hem kadına el koyuyor. Hikâye böyle başlar. Bir taşla iki kuş vuruyor.”
  
Kadın toplumu ve erkek saldırısı
 
Tarih boyunca kadın merkezli toplumun erkek şiddetiyle yıkıma uğratıldığına işaret eden Abdullah Öcalan, “Evet, kadın toplum geliştirmiş, ev kurmuş. Kadın yavrularını besliyor, bir kadın klanı var, bir kadın toplumu var. Tanrıça durumuna gelmiş, 30 bin yıl insanlığı idare etmiş. İşte avcı erkek ki, özel bazı birlikleri, erkek kardeşliği diye bir kulüp oluşturmuş. Erkek kardeşliği kulübü; o kulüp de birkaç ahbap çavuştur. Avcılar grubu oluşturmuş, önce hayvanları vurur; başarılı olursa şölen yapılır. Ama bir bakıyor ki kadın buğday, arpa, mercimek ekiyor ve Neolitik dediğimiz toplumu böylece köy kurarak geliştiriyor. Ev kuruyor. Kurar; çünkü yavruları besleyen ve koruyan o, kardeşleri var teyze olarak ve dayı olarak. Çocukları var ve bu bir klan. Ama üretiyor, icat ediyor” sözlerine yer veriyor.
 
Kadın toplumsallığına karşı erkek saldırısı ve evlilik
 
Abdullah Öcalan, erkeğin toplumsal gücü kadın topluluğuna saldırarak ele geçirdiğini şu şekilde özetliyor: “Sorunsallığa gelince, erkek bu avcı kulübüne dayanarak bu kadın toplumsallığına saldırıyor. İşte sorun öyle başlıyor. Doğru mu? Doğru. Alın alıntıları; Urfa başta olmak üzere görüyoruz. Çok yaygındır. Güçlü erkek, evlilik olayı ile her gün öldürüyor.”
 
Modern aile içi şiddet ve evlilik eleştirisi
 
Evliliğin kadını baskılayan bir kurum olarak işlediğini ve günümüzde ciddi sorunlara yol açtığının altını çizen Abdullah Öcalan, şunları dile getiriyor: “Durum şu: yani şu an zaten yaygın yaşanıyor; canı sıkıldı mı kadını öldürüyor. Bugün kent-köy ayrımı da yok. Urfa, İstanbul ayrımı da yok. Belki İstanbul’da daha fazla. Şu anda müthiş bir sorundur aile sorunu. Bence bu, evlenmekten ve evlilik biçiminden kaynaklanıyor. Kutsal aile, hikâye. Öyle kutsal aile falan yok. Eve kapatmak ile kadın muazzam bir kölelik atmosferine alınıyor; dayanamıyor. Patlıyor, çatlıyor ve erkek de vuruyor. Gazeteler bunun haberiyle dolu. Binde bir kadın vurmaz ama binde dokuz yüz doksan dokuz erkek kadını vurur. Kim inkâr edebilir? Ortada. İkiyüzlülük yapmaya gerek yok. Sonuç olarak bu sorunsallık buradan doğuyor. Sınıfsallıktan doğmuyor, kadın-erkek ilişkilerinden doğuyor.”
 
Uygarlık ve erkek egemenliğinin tarihsel izleri
 
Erkek egemenliğinin kökenlerini uygarlık öncesi toplumsal yapılarda aramak gerektiğini ifade eden Abdullah Öcalan, “Sorun mu? Evet, hem de temel bir sorun. İşte Gılgamış Destanı’nda ipuçlarını aradık. Sümer toplumunda temellerini aradık. İşte daha sonraki o devlet, kent ve sınıf ayrımında zirve yaptı. Tevrat’ta var. Kur’an’da da dolu dolu örnekler var. Göbeklitepe’nin üstünün kapatılması da bir erkek eylemi olabilir. Bir düşünce olarak, bu erkek egemenliğinin bir oyunu da olabilir. Ama kesin bir şey diyemem. Ben bunun üzerine bir spekülasyon bile yapmam. Göbeklitepe yaygın bir kültürdür. Dicle ve Fırat arasında 200’ü aşkın kalıntı var. Karahantepe’de bir erkek üstünlüğü, bir cinsel organ üstünlüğü kadar bariz yansıtılmış. Böyle heykelleri var. Bu erkek heykelleri Hindistan’a ve Mısır’a taşırılıyor. Bir erkek üstünlüğüne geçiş var” diye belirtiyor. 
 
Yukarı Mezopotamya’da tarım ve üretim patlaması
 
Kadın etrafında gelişen üretimin Yukarı Mezopotamya'da toplumsal gelişmeyi tetiklediğini dile getiren Abdullah Öcalan, şöyle devam ediyor: “Ama bu geçişten önce, en az 30 bin yıl, kadın etrafında bir toplumsallık gelişiyor; üretim patlaması oluyor. Yukarı Mezopotamya’nın flora ve faunası çok zengin. Elini sallasan bitki zenginliği var. Karacadağ etrafı böyle. Arpa, buğday Karacadağ etrafında kültüre alındı. Koyun ve keçi burada evcilleştirilmeye alınıyor. Yağmur ile beslenen bir bölge. Dünyanın diğer yerlerinde bu çok sınırlı. Burada yağmur ve toprak müthiş uyum gösteriyor. Böyle bir bitki ve hayvan patlaması gelişiyor. İnsanlar Afrika’dan geliyor ve burada yoğunlaşıyor. Bitki, hayvan bol. İstediğin kadar avcı da, istediğin kadar toplayıcı da olabilirsin. İkisi de oluyor. Birisi kadın etrafında, birisi erkek etrafında. Sonuçta ne olur? Çatışıyor. Erkek avcı ve elinde silah. Çatışma, obsidyen, çakmak taşıyla oluyor. Silahlar Göbeklitepe etrafında hâlâ var. Obsidyen ticareti yapılıyor. En kıymetli ticarettir. Obsidyen, silahtır aslında. Çünkü keskin bir silahtır. Bu keskin bıçak, erkeğin elinde bir avcı aletidir ve onunla herkesi kesiyor. 
 
Kadın bu üstünlük karşısında yeniliyor. Adam, küçük bir kulüp, beş on tane ahbap… Elinde obsidyen bıçağı var, nereye giderse öldürüyor. (Ben bile dayımı çok severim ve benim için çok değerlidir. Halalarımı tanımam. Ana soy üzerinden teyzelerimi iyi tanırım.) Ana soylu toplumda, ananın kardeşi olarak dayı klanda etkilidir. Demek ki bu ana soylu toplum özelliğinin korunmasıdır. Bu karşı devrimde ana soylu toplum büyük bir darbe yiyor.”
  
Kadın emeğine ve toplumsal rolüne saldırı
 
Kadın emeğinin gasp edilmesi ve kutsal evlilik üzerinden kurulan ataerkil düzenin eleştirisini yapan Abdullah Öcalan, “Hem elinden ilk değerler alınıyor, hem de erkek çocukları ve kadını köle gibi çalıştırıyor. Kadın ise kutsal evlilik töreniyle erkeği öldürüyor” diyor. 
 
Özgürlük düşüncesi ve bireysel eşitlik
 
Abdullah Öcalan, özgürlüğün önce düşüncede başlaması gerektiğini ve bunun kadınlara açık bir kapı olduğuna şu şekilde dikkat çekiyor: “Kadın özgürlüğünün temelini biz attık. Nasıl gelişir? Ben kendi şahsıma, kadınlara saygımın bir gereği olarak, özgürlük önce düşüncede başlamalı dedim. ‘Nasıl istiyorsanız öyle yaşayın’ dedim. Eğer gücünüz varsa tabii. ‘Ya bırak bu kadınlar ve erkekler sevişsin, sevgili olsunlar’ diyorlar. Olabilmeyi becerebiliyorsanız olun, ben bunun önüne sınır koymuş değilim ki. Ama başına gelenlerden de ben sorumlu olamam. Değil mi? Benim tek yapabildiğim, özgürlük penceresi açmak. Ama bakıyorsunuz her taraf bağlanmış. Hangi erkeğe gidersen, evlilik temelinde yola çıkarsan, mülkiyet duygusu müthiştir. Yani bu eşitlik sağlanmış olmaktan çok uzak hâlâ. Bir yerde darbesini yiyeceksin. Ayrılsan bile tek başına nasıl yaşayacaksın? Ekonomiyi yaratan kadın, şimdi nan’a muhtaç değil mi, erkeğin eline muhtaç değil mi? Çok çarpıcı. Erkek çalışmadı mı, kadın aç. Halbuki ekonomiyi yaratan kadın.”
 
Kadın bedeni ve kapitalizm
 
Kadının kapitalist düzende tüm varlığıyla mülkiyet nesnesi haline getirildiğini belirten Abdullah Öcalan,  “Kadının para üzerinde, ekonomi üzerinde hiçbir ağırlığı olmadı gibi, bütünüyle erkeğe bağlanmış. Paranın, bütün tekniğin, merkezi bilimin hepsi erkeğin elinde. Peki, kadın ne hâle geliyor? İşte ben ona ‘kafeste öten bülbül’ veya ‘erkeğin evdeki süsü’ diyorum. Kadın bedeni şu anda sadece bir mülkiyet konusu değildir. Kapitalizmin hizmetinde kullanılmayan saçından tut, bacaklarına, ruhuna, sesine kadar tüm varlığı mülkiyet konusudur. Reklam, kadın bedeni üzerinden yürümüyor mu? Bu dehşet verici. Bedeninize sahip çıkacaksınız. Erkeğin bütünüyle denetlediği beden, sizin bedeniniz. Nasıl yapacaksın? Senin bütün sınırını o belirlemiş, saatini o belirlemiş. Para vermezse aç bırakıyor. Tabloyu daha da karanlık hale getirmek istemiyorum” ifadelerini kullanıyor. 
 
Yeni toplumsal çıkışın temeli
 
Abdullah Öcalan, yeni sosyalist paradigmanın kadın özgürlüğü temelinde şekillenmesi gerektiğini şu sözlerle anlatıyor: “Eğer özgürlük düşüncesi elinizden giderse, kaçınılmaz olarak bitersiniz. Dolayısıyla bu yeni çıkışımız, yeni sosyalizm, yeni Kürt varlığı, yeni Kürt kimliği, Kürt özgürlüğü bu temelde gelişir. Hem uygarlık eleştirisi, hem modernite eleştirisi, hem kadın köleliği eleştirisi bizde büyük bir gelişme gösteriyor. Sorunu en azından bireysel düzeyde aşma durumumuz var; kolektif düzeyde de ilerleme var. Bana göre sosyalizme en önemli katkımız budur. ‘Kadın toplumsallığı ve sorunsallık’ kapsamı temelinde, giriş babında bunları söyledim.”
 
Yarın: İdeolojik dönüşümle yeni bir yaşam felsefesi