Bir direniş öyküsü: Leyla Cuma İbrahim 2025-07-26 09:02:23   Öznur Değer    ERZÎNGAN - Aylarca hiç kimseden haber almaksızın tek başına tutulan ve işkencenin birçok boyutunu yaşayan Leyla Cuma İbrahim, babası Bave Teyyar’a dair şunları söyledi: “Bana söylediği son sözleri, ‘Biz burada direneceğiz, sen de orada diren’ oldu. O nasıl ki tüm acılara rağmen halkın gözünde bir tebessüm uyandırmak için çabaladıysa, ben de bundan sonra onun bıraktığı bu mirası sürdüreceğim.”   Ölüm ile yaşam arasındaki o ince perdeyi aralayan “barış” kavramı, bugün yaşamı yeniden kurmanın tarihsel sorumluluğunu omuzlarında taşıyor. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta yaptığı tarihî çağrıyla birlikte, “Barış ve Demokratik Toplum” inşasının ne denli yaşamsal olduğu bir kez daha görünür hale geldi. Yarım asırlık direnişin ve mücadelenin ardından şekillenen bu yeni süreç, taşıdığı tarihî misyonla topluma yeni bir soluk getiriyor. Ancak bu yeni döneme damgasını vuran umut ve değişim söylemleri, bir gerçeği görmezden gelemiyor: Hapishaneler hâlâ hak ihlallerinin merkezi. Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde tutulan binlerce siyasi tutsağın her biri ayrı bir direniş hikâyesi barındırırken, hemen her gün içeriden yeni bir ihlal haberi geliyor. Tam da bu noktada, sürecin temelini oluşturan “Barış ve Demokratik Toplum” tahayyülünde en çetin sorulardan biri karşımıza çıkıyor: Peki ya cezaevleri?    Cezaevinin görünmeyen yüzleri    Acısını, yasını tutamayan, sevincini sevdikleri ile paylaşamayan tutsaklar, İmralı’dan başlayan tecridi iliklerine kadar yaşayan tutsaklar ve elbette ki “berxwedan jiyan e” şiarı ile direnmekten ve mücadele etmekten bir an olsun vazgeçmeyerek, direnişi kuşanan tutsaklar… Perdenin görünmeyen yüzleri olan tutsaklar arasında bir de Rojavalı, Rojhilatlı ve Başurlu tutsaklar işkence ve tecrit sistemini en derinden yaşayan tutsakların başında geliyor. Tutuklandıktan aylar ve hatta yıllar sonra haber alınabilen, ailelerine şans eseri ulaşabilen tutsaklar cezaevlerinin görünmeyen “işkence” yüzünü de gözler önüne seriyor.    Perdenin görünmeyen sayısız yüzlerinden biri de 19 Ocak’ta Türkiye’nin SİHA saldırısı sonrasında Kuzey ve Doğu Suriye’de yer alan Tişrin Barajı direnişinde katledilen Kürt tiyatrocu Bavê Teyar’ın kızı Rojava’nın Qamişlo kentinden olan 29 yaşındaki Amara Ezda (Leyla Cuma İbrahim).   Ekim 2021 yılından bu yana tutuklu bulunan ve Erzincan Kadın Kapalı Cezaevinde aynı koğuşa denk geldiğim Leyla Cuma İbrahim ile tutuklanışından bu yana Rojavalı bir tutsak olarak yaşadıklarını konuşmak istiyorum. 2 yıl boyunca Batman M Tipi Kapalı Cezaevinde tek başına tutulan ve iki yılın ardından arkadaşlarına kavuşabilen Leyla Cuma İbrahim’in yaşadığı her şeyi merak edip başlıyorum sormaya. Elbette Bavê Teyar’ın katledilmesinin ardından süreci içerde nasıl karşıladığını da konuşmak istiyorum. Ve böylece Bavê Teyar’ın, çocukluğumuzun kızı olan Leyla Cuma İbrahim ile koyuluyoruz sohbete. Bir yandan oturduğumuz masada çaylarımızı yudumlarken, öte yandan başlıyorum sorularıma.     “Gözümü açtığımda kolumda serum ve etrafımda askerler vardı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla aradan 4 gün geçmişti ve iki gün baygındım. Esir alındıktan sonra konuşmam için işkence yapıldı. Kimyasalın etkisiyle unutkanlık başladı ve hala da dönem dönem hafıza kaybı yaşıyorum. ‘Sen yalnızsın, kimsen yok’ gibi söylemlerle psikolojik baskı kurmaya çalışıyorlardı. Ben de yalnız olmadığımı bir sesimle binlere insanın olduğunu ve bir devrimci olduğumu söylüyordum.”   *Birçoğumuz seni Bavê Teyar’ın kızı olarak tanıdık. Hatta birçok insan hapishanede olduğunu Bavê Teyar’ın katledilmesinin ardından öğrendi. İlk sürecini ve neler yaşadığını merak ediyorum. Tutuklanma sürecinden başlayalım.    2021 yılında Avaşin Bölgesinde kimyasal silah kullanımının ardından tutuklandım. İlk kimyasalı gaz içinde kullandılar ve beyaz bir duman açığa çıkıyordu. Şekil olarak el bombasına benziyordu. Bıraktığı etki insanı uyuşturuyordu. Özellikle beyinde ve sinir sisteminde hasar bırakıyordu. Ve kimyasal kullanımından sonra beyinde oluşan hasar ile birlikte unutkanlık, ne yaptığını, ne söylediğini bilememe durumu gelişiyordu. Bu durumu ilk arkadaşlarımda fark ettim. Onlarda gözlemlediğim ilk durum buydu. Direkt öldüren maddeler değil ama bayıltan ve uyuşturan maddeler kullanılıyordu ki esir alabilsinler. Çünkü gaza ilk maruz kaldığında refleks olarak kendini dışarı atmak istiyorsun temiz hava alabilmek için ve dışarı çıkar çıkmaz da baygınlık geçirdiğin için esir alınabiliyorsun. İkinci gün atılan kimyasalda ise sarı bir duman açığa çıkıyordu ve vücutta yanma hissi oluşuyordu. Saçlarımız ateşte közlenmiş gibi oluyordu. Sonrasında kimyasalın etkisiyle hafıza kaybı yaşadım ve baygınlık geçirdim. Tüm bunlar Avaşin-Basyan Tepe Kartal Bölgesinde 2021 yılında gerçekleşti. Ben de bu şekilde esir düştüm.    Gözümü açtığımda kolumda serum ve etrafımda askerler vardı. Sonradan öğrendiğim kadarıyla aradan 4 gün geçmişti ve iki gün baygındım. Esir alındıktan sonra konuşmam için işkence yapıldı. Kimyasalın etkisiyle unutkanlık başladı ve hala da dönem dönem hafıza kaybı yaşıyorum. Gözaltında maruz kaldığım işkencenin ardından uzun süre kanamam oldu. Gözaltında kaç gün kaldığımı bilmiyorum. Gözaltında fiziki işkencenin yanı sıra sürekli tehdit ediliyordum. Hafızam, kimyasalın etkisiyle sürekli gidip geliyordu. O nedenle konuşmamam için bilinçli olarak öyle yaptığımı söylüyorlardı. Şehit düşen arkadaşlarımın cenazelerinin yanında poz vererek çektikleri fotoğrafları bana gösterip beni duygusal olarak etkilemeye çalıştılar. ‘İstersek seni kaybederiz ve kimse ne olduğunu bilmez’ diyorlardı. Hiç Türkçe bilmememe rağmen tercüman getirmediler ve Kürtçe bilen bir asker üzerinden iletişim kurmaya çalıştılar. Tüm bu sürecimi kayda geçmesi açısından mahkemede de dile getirdim.    *Tutuklandıktan sonra neler yaşandın?    Gözaltında itirafçı olmadığım için aileme haber vermeme izin verilmedi. Sonrasında Colemerg’te çıkarıldığım mahkemece tutuklanarak Hakkari Cezaevi’ne götürüldüm. Orada 15 gün tutulduktan sonra Van T Tipi Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildim. Yalnız olduğum için çıplak arama ve askeri nizamda sayım dayatmalarına maruz kalıyordum. Ancak kabul etmiyordum. Arkadaşlarımın yanına geçmek istediğimi söylememe rağmen ‘Burada arkadaşların yok zaten geçicisin’ diyerek beni tek başıma tutuyorlardı. Ardından 15 gün sonra Batman M Tipi Kapalı Cezaevine sürgün edildim. Orada da arkadaşlarımın yanına geçmek istediğimi söylediğimde bana ‘Burada arkadaşların yok onların yanına gitmek için seni götüremeyiz’ diyerek beni tek başıma odada tutuyorlardı. O süreçte ne benim kimseden ne de kimsenin benden haberi vardı. Aileme haber vermeme de izin vermediler. Batman’da bir kez daha aileme haber vermeyi talep ettim ancak ‘Öyle bir uygulamamız yok, ailene haber veremeyiz’ diyorlardı. Kişisel ihtiyaçlarım karşılanmıyordu ve bana sürekli ‘Devlet sana bakmak zorunda değil’ diyorlardı. ‘Sen yalnızsın, kimsen yok’ gibi söylemlerle psikolojik baskı kurmaya çalışıyorlardı. Ben de buna tepki gösterdiğimde daha çok baskı uyguluyorlardı. “Devlet beni tutukladıysa aileme de haber vermek zorunda ve aileme haber vermeme izin vermediğiniz için ihtiyaçlarımı karşılamak zorundasınız’ diyordum. Bazı gardiyanlar inisiyatif alıp kimi temel ihtiyaçlarımı karşılıyordu. Dilekçeleri Kürtçe yazdığım için kabul etmiyorlardı ve geri dönüş yapmıyorlardı. Türkçe bilmediğim halde bilinçli Kürtçe yazdığımı söylüyorlardı. Bana sürekli yalnız olduğumu söyleyerek her şeyi yapabileceklerini söylüyorlardı. Ben de yalnız olmadığımı bir sesimle binlere insanın olduğunu ve bir devrimci olduğumu söylüyordum.    “Batman psikolojik işkencenin adeta merkeziydi. 9 ay boyunca temel ihtiyaçlarım karşılanmadan cezaevinde kaldım. Dışarı ile hiç iletişimim yoktu. Avukatım bana ulaştıktan sonra ihtiyaçlarım karşılanmaya başladı. Ve aylar sonra ailem benden haber alabildi. Temel amaçları beni yalnız bırakarak iradesiz kılmaktı ama bunu başaramadılar.”    *Daha sonra ne oldu Batman Hapishanesi’nde?   Batman psikolojik işkencenin adeta merkeziydi. Yaklaşık 9 ay boyunca bu şekilde yaşadım. 9 ay sonra avukatım bana ulaştı. Avukatım, aylarca tüm cezaevlerinde beni aradığını söyledi. Gittikleri her yerde olmadığımı söylemişler. Yaklaşık 9 ay boyunca temel ihtiyaçlarım karşılanmadan cezaevinde kaldım. Dışarı ile hiç iletişimim yoktu. Avukatım bana ulaştıktan sonra ihtiyaçlarım karşılanmaya başladı. Ve aylar sonra ailem benden haber alabildi. Aylar sonra Batman’a 4 kadın arkadaş geldi. Batman’da tutuklanmışlardı. Ama beni iki ay boyunca onların yanına vermediler. Ardından avukatların uğraşıyla beni onların yanına götürdüler. Yani bir yılı aşan bir sürenin ardından ilk defa tek tutulduğum odadan çıkarılıp, arkadaşlarımın yanına götürüldüm. Yaklaşık bir buçuk ay sonra 3 arkadaşı başka yere sürgün ettiler yanımda ise bir arkadaş kaldı. Sonra o da 3 ay sonra tahliye olunca ben yine tek başıma kaldım. Arkadaşlarımın yanına gitmek için sürekli dilekçe yazıyordum ama ‘iyi halli olmadığım’ gerekçesiyle reddediliyordu. Özel sevk de istedim ama kabul etmiyorlardı. Sanki ne kadar çok kalırsam beni o kadar iradesiz bırakacaklarmış gibi düşünüyorlardı. Temel amaçları beni yalnız bırakarak iradesiz kılmaktı ama bunu başaramadılar. Yaklaşık 9 ay sonra 10 Ağustos 2023 tarihinde Erzincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildim. Toplam iki yıl boyunca Batman cezaevinde kaldım.     “Birilerinin bana ulaşabileceği yönündeki inancımı hep diri tutuyordum. Bu umut beni diri tuttu ve iradeli kıldı. En çok düşündüğüm şey, yaşadıklarımı dışarı nasıl duyuracağımdı. Bir devrimci olarak öğrendiğim temel şeylerden biri şuydu ki; asla yalnız değildim, Önderliğimi ve yoldaşlarımı düşünerek ayakta kaldım. Avukatımı görünce içimdeki her şeyi dökmek istedim. İçimde biriktirdiğim tüm yaşları oracıkta akıtmak istedim. Ve ilk defa o zaman gözlerimden yaş aktı. O an kendimi yeniden dünyaya gelmiş gibi hissettim.”   *Peki birilerine ulaşmak, sesini birilerine duyurmak nasıl hissettirdi?   Önceki sürece karşı bir umut içerisindeydim. Ve birilerinin bana ulaşabileceği yönündeki inancımı hep diri tutuyordum. Bu umut beni diri tuttu ve iradeli kıldı. En çok düşündüğüm şey, yaşadıklarımı dışarı nasıl duyuracağımdı. Bir devrimci olarak öğrendiğim temel şeylerden biri şuydu ki; asla yalnız değildim, Önderliğimi ve yoldaşlarımı düşünerek ayakta kaldım. Ve bu süre zarfında da inancımı ve umudumu hep korudum. Aylar sonra avukat görüşü için ilk kapıyı açtıklarında, önce inanamadım, ‘kesin bir yanlışlık vardır’ dedim kendi kendime. Maruz kaldığım psikolojik baskı sonucunda gelen kişinin devlet tarafından gönderilmiş olabileceğini düşündüm. Avukatım ailem tarafından gönderildiğini söyleyince, içimdeki her şeyi dökmek istedim. Bir yandan çok heyecanlı ama bir yandan da farklı bir duygu içerisindeydim. İçimde biriktirdiğim tüm yaşları oracıkta akıtmak istedim. Ve ilk defa o zaman gözlerimden yaş aktı. Ailem tarafından gönderildiğine beni ikna etmek için ailemin, babamın, tanıdıklarımın adını söyledi. Böylece avukatım olduğuna ikna oldum ve yaşadığım süreçleri anlattım. Birkaç gün sonra geldiğinde ona dair de tüm şüphelerimi anlatmıştım. O an kendimi yeniden dünyaya gelmiş gibi hissettim. Hem çok yoğun duygular yaşadım hem de çok mutlu oldum. Bir PKK’li devrimci olarak 7 kuyunun dibinde de olsam, bir gün birilerinin bana ulaşacağını biliyordum ve bu mücadelede asla yalnız olmadığımı, yalnız kalmayacağımı biliyordum. O an bir kez daha yüreğimde milyonların kalp atışını ve asla yalnız olmadığımı hissettim. PKK bana bir kez daha ne kadar büyük ve kudretli olduğunu hissettirmişti.    “Benim için çok farklı eşsiz, tarifsiz bir duyguydu. Arkadaşlarıma kavuştuktan sonra benim için duvarlar yıkılmış, sınırlar aşılmıştı. Erzincan’ı ilk defa duyduğum için burada arkadaşlarımın olup olmadığını bilmiyordum. Yanımda adli bir kadın vardı. Ona sorunca o da bana, “PKK büyüktür, onlar her yerde vardır” demişti. O zaman arkadaşlarımın yanına geçmek için Türkçe öğrendiğim üç kelime vardı. Taraflı var yok…”   *Êlih’ten sonra Erzincan’a getirildin ve uzun bir zaman sonra arkadaşlarına kavuştun. Arkadaşlarına kavuşmak nasıl bir duygu yarattı?   Batman’dan sürgün edileceğimi ilk duyduğum andan itibaren heyecanlanmaya başladım. Ve 13 saatlik yol boyunca ‘acaba hangi arkadaşı göreceğim, kiminle konuşacağım’ diye düşünüp heyecanlanıyordum. Ama bir yandan da ‘acaba yine yalnız mı kalacağım’ diye de kuşku duymuyor değildim. Erzincan’ı ilk defa duyduğum için burada arkadaşlarımın olup olmadığını bilmiyordum. Yanımda adli bir kadın vardı. Ona ‘orada bizim arkadaşlarımız var mı, biliyor musun?’ diye sordum. O da bana ‘PKK büyüktür, onlar her yerde vardır;’ demişti. Buraya getirildiğimde bir gece geçici odada kaldım. O zaman arkadaşlarımın yanına geçmek için Türkçe öğrendiğim üç kelime vardı. Taraflı var yok… Onlara bunu söyleyip arkadaşların yanına gidecektim. Ben de gardiyanlara bunu söyleyince bana güldüler ve ‘PKK mi’ diye sordular. Ben de ‘evet’ deyince ‘tamam var’ dediler. Böylece aylar sonra arkadaşlarıma kavuşmuş oldum. Hayatımda iki defa öğrenme açlığı ve heyecanı hissettim. İlkini harekete ilk katıldığımda hissetmiştim. O zaman öğrenmeye ve bilmeye açtım. Her şeyi merak ediyordum. Ama şimdi de yaşamımda yeni bir sayfa açılmıştı ve bu yaşamı öğrenmeye çalışıyordum. En çok da sohbete açtım. Ve arkadaşlarla sürekli büyük bir heyecanla sohbet etmek istiyordum. Temel amacım arkadaşlarıma ulaşmaktı ve bu amacıma ulaşmıştım. Bu süre zarfında büyük bir heyecan yaşadım. Önderliğimiz bize cezaevinde yaşamayı da öğretmişti ve burası bizim için bir eğitim ve öğrenme mekanıydı. Arkadaşlarla buluşmam duvarları yıkmamdı. Benim için çok farklı eşsiz, tarifsiz bir duyguydu. Onlara kavuştuktan sonra benim için duvarlar yıkılmış, sınırlar aşılmıştı.    “Bize yönelik yaklaşımları hep tehditvariydi. Şikayet edeceğimizi söylediğimizde ise ‘İstediğiniz yere başvurun’ diyorlardı. Tedavi ve sağlık hakkımız engelleniyordu. Yaklaşık bir yıl boyunca dayatmalarını kabul etmediğimiz için tedavi edilmiyor ve hastaneye götürülmüyorduk. Dayatmalarını (ince arama başta olmak üzere) kabul etmeyince de bize hücre cezası veriyorlardı. Yani adımımızı attığımızda disiplin cezası veriyorlardı. Hala devam eden birçok sorun var ve arkadaşlarımız hala aldıkları hücre ve disiplin cezalarını infaz etmeye devam ediyor.”   *Buradaki koşullarınızı düzeltmek için eylem yaptınız ve çok sayıda disiplin cezası (hücre dahil) aldınız. Şu an durum nedir, çözülmeyen sorunlar neler?   Batman’da siyasi mücadele yürütürken, Erzincan’da fiziki mücadele yürütmeye başladım. İlk önce sorunları diyalog yoluyla çözmeyi esas aldık. Burası Yüksek Güvenlikli Cezaevi uygulamasıyla yönetiliyordu. Bizim mücadelemiz de bu durumu normal koğuşa çevirmekti. Burası 2023 yılının Mart ayında açıldı. Benden önce buraya 4 arkadaş gelmişti. Mevcut durumu değiştirmek ve düzeltmek için ilgili tüm resmi kurumlara yazdık, başvurularda bulunduk. Ancak kaldığımız katın (zemin kat) Yüksek Güvenlikli Cezaevi uygulaması olması nedeniyle sorunların çözümünde hep oyalandık. Tek gerekçeleri bu oluyordu. Sorunları bu şekilde çözemeyince de eyleme geçme kararı aldık. İlk eylemimiz karavana (yemek) almama eylemiydi. Tek talebimiz insanca yaşam koşullarının sağlanması ve diğer tutsaklar gibi aynı haklardan faydalanmaktı. İnsanlara ve insanlığa en çok zarar veren kesimlere (uyuşturucu satıcıları, katil, tecavüzcü vs.) yönelik tutum ile bize yönelik tutum arasında fark vardı. Onlara yönelik alınması gereken tedbirler bize yönelik alınıyordu. Bu eylemimiz 5 gün sürdü ve istediğimiz düzeyde bir sonuç alamadık. Cezaevi idaresi çözüm odaklı yaklaşmadı.    Sonrasında Önderliğe Özgürlük (Abdulllah Öcalan’a Özgürlük Kürt Sorununa Demokratik Çözüm) hamlesi kapsamında 27 Kasım 2023’te süresiz-dönüşümlü açlık grevi eylemleri başladı. Biz de her siyasi tutsak gibi eyleme dahil olduk. Açlık grevine giren arkadaşlarımızı, grev süresi boyunca yanımızdan alıp hücreye götürmeye çalışıyorlardı. Bize yönelik saldırı hazırlıkları vardı. Açlık grevindeki arkadaşlarımızı hücreye götürmeye çalıştıkları sırada buna izin vermediğimiz için darp edildik ve arkadaşlarımızı saçlarından sürükleyerek zorla hücreye götürdüler. Bize yönelik yaklaşımları hep tehditvariydi. Şikayet edeceğimizi söylediğimizde ise ‘İstediğiniz yere başvurun’ diyorlardı. Tedavi ve sağlık hakkımız engelleniyordu. Yaklaşık bir yıl boyunca dayatmalarını kabul etmediğimiz için tedavi edilmiyor ve hastaneye götürülmüyorduk. Dayatmalarını (ince arama başta olmak üzere) kabul etmeyince de bize hücre cezası veriyorlardı. Yani adımımızı attığımızda disiplin cezası veriyorlardı. Hala devam eden birçok sorun var ve arkadaşlarımız hala aldıkları hücre ve disiplin cezalarını infaz etmeye devam ediyor.    “Yurtseverlik ölçütünün ne olduğunu babamdan öğrendik. Onun çabası ve sorumluluğuyla toprak sevgimiz ve bağlılığımız gelişti. İlk duyduğumda şok oldum ve inanmak istemedim. Söylemek istediğim hiçbir şeyi dile getiremedim. “Bu mücadelede kalman için çok dürüst olman ve inanman, yaşamı sevmen lazım” diyordu babam bana mücadeleye ilk katıldığımda. Bu sözleri hep aklımdaydı. Dört duvar arasında yitirdiğim her bir arkadaşımda hissettiklerimi hissettim. Dedim ya onu hep bir yoldaş olarak gördüm.”   *Başta da dedim ya çoğumuz seni Bavê Teyar’ın kızı olarak tanıdık. Onun mizahı ile büyüdüğün çok aşikar. Kamuoyuna gönderdiğin ve cenaze töreninde okunan mesaj büyük yankı uyandırdı ancak arka planını sormak istiyorum. O günkü hislerin nelerdi, yasını tutabildin mi?    Aile olarak kendimizi bildik bileli ailede yurtseverlik, partiye ve Önderliğe bağlılık vardı. Bir Kürt ailesi olarak mücadele etmemiz gerekliliğini görüyorduk ve kendimizi de bunun bir parçası, bir sorumlusu olarak görüyorduk. Ailede de bu bilinç vardı ve çocukluktan bize aşılanan bağlılık, yurt ve Önderlik sevgisi vardı. Biz de bununla büyüdük, bize öğretildiği şekliyle. Bu ruhu sürekli yaşadık ve yaşattık. Aile içinde bu ruhu taşımak ve taşıtmak bir sorumluluktu. Ailede de bu görevi en çok üstlenen babamdı. ‘Bizden istenen bunun çok ötesinde, bizim yaptığımız bir şey yok aslında’ diyordu babam. Bu durum beni çok etkiliyordu ve merakımı artırıyordu. Ailede kültür ve sanat alanında daha çok ilerleme kaydedildi. Aslında ‘Bu mücadeleye nasıl katkı sunulur, neler yapılır, kültür-sanat alanında neler yapılabilir’ diye düşünüyordum. Ben de bunu esas alıyordum. Bu şekilde kültür-sanat alanında ilerleme oldu. Bu anlamda sürekli bir çaba içindeydim. Yurtseverlik ölçütünün ne olduğunu babamdan öğrendik. Onun çabası ve sorumluluğuyla toprak sevgimiz ve bağlılığımız gelişti. Arkadaşlara nasıl yaklaşmamız gerektiğini o söylerdi. ‘Evde bir ekmek varsa onu kaldırın bir arkadaş gelirse ona verirsiniz’ diyordu. Aslında sürekli arkadaşları düşünme, onlar için neler yapılabilir diye bir çaba içerisindeydi. Bu noktada çok hassas ve duyarlıydı. Biz de onun bu duruşundan etkileniyorduk ve bize yurtseverliği o öğretiyordu. Babamla olan bağımı ve ilişkimi geliştiren temel şey, babamın partiye olan bağlılığı ve bende uyandırdığı meraktı. Bu durum babama olan bağlılığımı derinleştirdi. Tüm aile onunla olan bağımı biliyordu. Bu nedenle taziyeye gönderdiğim mesajda da onu bir babadan çok bir yoldaş olarak gördüğümü söyledim. Çünkü bizi doğru yaşama katan arkadaşlarımız, yoldaşlarımızdır. O nedenle babam da benim için bir yoldaştı. İlk duyduğumda şok oldum ve inanmak istemedim. Söylemek istediğim hiçbir şeyi dile getiremedim. Kendimde yarattığım değişim ve gelişimleri onunla paylaşmadığım için çok etkilenmiştim. ‘Bu mücadelede kalman için çok dürüst olman ve inanman, yaşamı sevmen lazım’ diyordu babam bana mücadeleye ilk katıldığımda. Bu sözleri hep aklımdaydı. Ve hep geldiğim aşamayı onun görememesi, bunları onunla paylaşamamak beni çok zorladı. Dört duvar arasında yitirdiğim her bir arkadaşımda hissettiklerimi hissettim. Dedim ya onu hep bir yoldaş olarak gördüm.    “Bana söylediği son sözleri, ‘Biz burada direneceğiz, sen de orada diren’ oldu. O nasıl ki tüm acılara rağmen halkın gözünde bir tebessüm uyandırmak için çabaladıysa, ben de bundan sonra onun bıraktığı bu mirası sürdüreceğim.”   *Son olarak devrimci bir tutsak ve aynı zamanda Bavê Teyar’ın kızı olarak neler söylemek istersin var mı paylaşmak istediğin bir mesaj?   Bana söylediği son sözleri, ‘Biz burada direneceğiz, sen de orada diren’ oldu. Elbette yoğun duygular içindeydim. Kürdistan sevdası, halkın ona olan sevgisi beni daha güçlü kıldı ve hislerimi kolektif kıldı. Çünkü o herkesin yüreğine dokundu. O herkesin evinde yer aldı. O nedenle o sadece benim babam olmaktan çıkmıştı. O halkın tanıdığı, sevdiği biriydi. Halkın sahiplenişi tüm aile ve benim için de güç kaynağı oldu ve düşmana da bir cevap oldu. Tüm bunları duyduğumda şehadetini bireysel bir duygu ile karşılamaya hakkım olmadığını fark ettim. Çünkü onlarca arkadaş şehit düşüyordu. Kendimden ziyade herkesi görüyordum. Bireysel bir taziyeden ziyade yasımı herkesle birlikte tuttum. O nasıl ki tüm acılara rağmen halkın gözünde bir tebessüm uyandırmak için çabaladıysa, ben de bundan sonra onun bıraktığı bu mirası sürdüreceğim.    *Bu haber Mart ayında Erzincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde yazılmış olup teknik aksaklıklar nedeniyle şimdi yayınlanabilmiştir.