AKP’nin 23 yıllık karnesi: Kadın yok, aile var! 2025-03-12 09:02:41     Melike Aydın    İZMİR - Türkiye’de kadın hakları, AB uyum süreci ve uluslararası sözleşmeler sayesinde ilerleme kaydetse de, AKP iktidarında kadın kazanımları konjonktürel bir mesele olarak ele alındı ve giderek sınırlandırıldı. Kadın Bakanlığı’nın kapatılması, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme ve 2025’in "Aile Yılı" ilan edilmesi, kadın haklarının aile içinde eritildiğini gösteriyor. Kadınlar ise haklarına sahip çıkmak için mücadelesini sürdürüyor.    Kadın mücadelesinin baskısı, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği için yürüttüğü uyum süreci ve kadını koruyan uluslararası sözleşmelere uyma gerekliliği sayesinde, Türkiye’de kadınlar birçok yasal ve toplumsal hak kazandı. Ancak AKP iktidarı, kadınların bu kazanımlarını konjonktürel bir mesele olarak ele aldı ve dış politikada demokratikleşme görüntüsü yaratmak için kullandı. Özellikle AB uyum sürecinin sona ermesiyle birlikte, kadın kazanımlarına yönelik saldırılar daha açık bir şekilde gerçekleşmeye başladı. Son olarak, kadına yönelik ayrımcılığı araştıran Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Komisyonu’na bir erkek milletvekili seçildi ve 2025 yılı “Aile Yılı” olarak ilan edildi. Hükümet politikalarında “aile” vurgusu daha da artırılarak, kadın yalnızca aile içinde tanımlandı ve bireysel hakları göz ardı edildi.   İsminde "kadın" ifadesi bulunan bakanlığın adının değiştirilmesinden, kadınların aile içine sıkıştırılmasına kadar uzanan bu süreç, AKP’nin 25 yıllık iktidarında kadın hakları alanında yaşanan dönüşümün en somut örneklerinden biri oldu. Bu kapsamda, kadına dair oluşturulan komisyonlar ve bazı hukuki gelişmeler doğrultusunda atılan adımları derledik.   1985’te CEDAW imzalandı, çekincelerin kaldırılması 28 yıl sürdü   Türkiye, 1985'te Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW)’ı onayladı ve böylece devletler, kadın haklarını tanımanın yanı sıra onları aktif olarak geliştirmek ve korumak konusunda da sorumluluk üstlendi. 189 ülkenin onayladığı bu sözleşmenin bazı maddelerine Türkiye başlangıçta çekince koydu, ancak bu çekinceler 2008’de tamamen kaldırıldı. Kadın-erkek eşitliği konusunda ilk olarak 1999’da Anayasa’da yapılan değişiklikle eşitlik ilkesi belirlendi. Ardından, 2001’de Medeni Kanun’da yapılan değişiklikle aile içi eşitlik sağlanarak kadınların evlenme, boşanma, çocuk sahibi olma ve soyadı kullanımı gibi konularda erkeklerle eşit haklara sahip olmasının önündeki hukuki engeller kaldırıldı.   2004 yılında ise Türk Vatandaşlık Kanunu’nda yapılan değişiklikle, çocukların yalnızca babaları üzerinden vatandaşlık almasını öngören düzenleme kaldırıldı. Böylece, kadının çocuğuna tek başına vatandaşlık aktaramayacağına dair Türkiye’nin CEDAW’a koyduğu çekince de ortadan kalkmış oldu. Bu süreç 2008 yılına kadar devam etti ve bu tarihte Türkiye’nin CEDAW’a koyduğu tüm çekinceler tamamen kaldırıldı.   ‘1995 Pekin Deklarasyonu; Anlaşmaya aykırı uygulamalar’   Türkiye’nin imza attığı bir diğer uluslararası anlaşma ise Pekin Deklarasyonu’dur. Türkiye, 1995 yılında Pekin’de BM öncülüğünde düzenlenen 4. Dünya Kadın Konferansı sonucunda, kadın ve kız çocuklarının haklarının güvence altına alınmasını ve eğitim, sağlık, güvenlik gibi hizmetlere erişimlerinin kolaylaştırılmasını içeren Pekin Deklarasyonu’na, 200’den fazla ülkeyle birlikte imza attı.   Deklarasyon, kadınların eğitim, istihdam, siyaset, sağlık ve şiddetten korunma haklarını genişletmeyi amaçlıyordu. Ancak Türkiye’de kadına yönelik şiddet, çocuk yaşta evlilikler ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda uygulama sorunları yaşandı. 2010’lu yıllarda bazı muhafazakâr çevreler, toplumsal cinsiyet eşitliğinin aile yapısını bozduğunu öne sürerek bu kavrama karşı çıkmaya başladı. Bu görüşü savunanların başında, bu dönemde kurulan Kadın ve Aileyi Koruma Platformu (KAPKAP) yer aldı. Platform, kadın-erkek eşitliğini ve cinsiyet rollerinin erkek egemen formdan çıkarılmasını aile için bir tehdit olarak yansıttı.   Türkiye’nin 2011’de imzaladığı İstanbul Sözleşmesi’nden 2021 yılında çekilmesi, Pekin Deklarasyonu’nda verdiği taahhütlerden geri adım attığı şeklinde değerlendirildi.   1991: Kadın Bakanlığı kuruldu, sonra da işlevsizleştirildi   Türkiye'de kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği konularında doğrudan sorumlu ilk bakanlık, “Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı” adıyla 1991’de kuruldu. Bakanlık, kadın politikaları, kadın-erkek eşitliği ve aile ile ilgili konularda 2003 yılına kadar çalışmalarını sürdürdü. Ancak 2003’ten itibaren bakanlık fiilen işlevsiz hale geldi. Kadın hakları ve aile ile ilgili yürütme ve politika belirleme görevleri, başbakanlığa bağlı kadın ve aile işlerinden sorumlu birimlere ve çeşitli devlet kurumlarına devredildi.   2003’ten itibaren bir müdürlük gibi çalışan bakanlık, 2011 yılında kapatılarak "kadın" odaklı yapısından uzaklaştırıldı. Kadın sorunları, "Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü" ile "Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü" bünyesine alındı. Ardından, yine 2011’de Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB) kuruldu. Bu yeni bakanlık, kadının statüsü, aile yapısı, çocuk, engelli bireyler ve sosyal yardımlardan sorumlu hale getirildi.   Kadın Bakanlığı’ndan Aile Bakanlığı’na geçiş     Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçişle birlikte birçok şey değişti. 2018’de bakanlık yeniden yapılandırılarak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı birleştirildi ve "Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı" adıyla daraltıldı. Böylece, kadın politikaları, aile ve çalışma politikaları içinde eritildi. Kadın odaklı bir bakanlık tamamen ortadan kaldırıldı ve buna bağlı olarak kadına ayrılan bütçe de daraltıldı. Kadınların yoğun itirazları sonucunda, bakanlık tekrar bölünerek "Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı" ve "Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı" olarak iki ayrı bakanlık kuruldu. Ancak, kadın yine aile içine hapsedildi. Kadın politikaları hâlâ Aile Bakanlığı bünyesinde ele alınmaya devam ediyor.   1991’de kadın odaklı bir bakanlık olarak kurulan yapı, yıllar içinde aile ve sosyal politikalar çerçevesine sıkıştırıldı. Kadın konularının özgün bir bakanlık bünyesinde ele alınması yerine, daha geniş bir çerçevede değerlendirilmeye başlandı. Kadın hakları savunucuları ise, yeniden bağımsız bir Kadın Bakanlığı kurulması gerektiğini savunuyor.   2001-2004 TCK ve Medeni Kanun’da değişiklik   AB uyum süreci kapsamında, 2001’de Medeni Kanun’da yapılan değişiklikle "kocanın aile reisi olduğu" ifadesi kaldırıldı. Evlilik sırasında edinilen malların eşler arasında eşit paylaşılması ilkesi getirildi, kadınlar evlendikten sonra kendi soyadlarını da kullanma hakkına sahip oldu. Velayet hakkı, eşitlik temelinde değerlendirilerek çocuğun üstün yararı gözetildi ve annelere velayet hakkı verilmesi daha yaygın hale geldi.   2004’te Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) yapılan değişiklikle aile içi şiddet, özel bir suç kategorisi olarak düzenlendi ve cezaları artırıldı. Namus bahanesiyle işlenen katliamlar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası kapsamına alındı. Cinsel saldırılar, "genel ahlaka karşı işlenen suçlar" kategorisinden çıkarılarak "bireyin vücut dokunulmazlığına karşı suçlar" olarak tanımlandı. Tecavüze maruz kalan kadınların faille evlendirilmesi durumunda faile uygulanan cezai indirim kaldırıldı. Kadınlara uygulanan bekâret kontrolü yasaklandı, kadınları bekâret testine zorlayan kişiler için ceza öngörüldü. Evlilik içi tecavüz ise suç kapsamına alındı.   2003: Aile Mahkemeleri kuruldu     AB Uyum Sürecinin yanı sıra, Türkiye’nin taraf olduğu CEDAW Sözleşmesi, kadınların aile içindeki haklarını korumak amacıyla özel mahkemelerin oluşturulmasını teşvik ediyordu. Aile içi şiddet, boşanma ve nafaka davalarının artmasıyla birlikte, bu davaların birikmesini önlemek ve bu alanda uzmanlaşmış mahkemeler kurmak gereklilik haline geldi. Kadınlar, özel mahkemelerin kurulmasını olumlu karşılasa da, bu mahkemelerin kadın-erkek eşitsizliğinden kaynaklanan sorunları görmezden gelerek, kadını aile içine sıkıştıran bir anlayışla çözüm üretmesine karşı çıktı.   2009: KEFEK kadınların değil iktidarın güdümünde   Gerek AB uyum süreci, gerekse ağır yaptırımları olmasa da Pekin Deklarasyonu ve CEDAW gibi Türkiye’nin imzacısı olduğu sözleşmeler, ülkeyi insan hakları ve özellikle kadın-erkek eşitliği konusunda bazı adımlar atmaya zorlamıştı. Bu doğrultuda, 2009 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bünyesinde Kadın-Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) kuruldu. KEFEK, kadın ve erkekler arasında fırsat eşitliğini sağlamak, kadın haklarını korumak ve geliştirmek amacıyla oluşturuldu. Komisyon, kadın istihdamı, eğitimde fırsat eşitliği ve kadına yönelik şiddetin önlenmesi gibi alanlarda çalışmalar yürütmektedir. Ancak pek çok kadın hakları savunucusu, komisyonun faaliyetlerini sınırlı ve yüzeysel buluyor ve gerçek anlamda eşitlik için radikal reformlar gerektiğini savunuyor.   KEFEK’in daha çok yasal düzenlemeler önermekle sınırlı kaldığını düşünen kadın hakları savunucuları, komisyonun kadın-erkek eşitsizliğini gidermek için kültürel reformlar üretmediğini de eleştiriyor. Ayrıca, KEFEK’in devlet politikalarıyla uyumlu çalışmasının, bağımsız ve etkili kadın hareketlerinden gelen taleplerle çatışabileceğini düşünüyorlar. Bu nedenle, hükümetin kontrolündeki bir platformun, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları için sistemik değişiklikler talep eden feminist hareketlerin daha radikal hedeflerini yeterince kapsamadığı ileri sürülüyor.   2007-2025 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı   Türkiye, AB’ye uyum süreci kapsamında insan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve ekoloji gibi alanlarda çeşitli yükümlülükleri yerine getirmek ve önemli reformları gerçekleştirmek amacıyla dört kez Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı hazırladı. Birinci Ulusal Eylem Planı (2007-2010), kadına yönelik şiddetin önlenmesine yönelik ilk kapsamlı plan olarak, yasal düzenlemeler, farkındalık artırma ve kurumlar arası iş birliği gibi konuları ele aldı. İkinci Ulusal Eylem Planı (2012-2015), toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle şiddetin önlenmesi, şiddete maruz kalan kadınların korunması ve desteklenmesi, faillerin rehabilitasyonu ve ilgili kurumların kapasitesinin artırılmasını hedefledi.   Üçüncü Ulusal Eylem Planı (2016-2020) sürecinde, İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması, veri toplama sistemlerinin geliştirilmesi ve toplumsal farkındalığın artırılması gündeme getirildi. Dördüncü Ulusal Eylem Planı (2021-2025), "Şiddete Sıfır Tolerans" mottosuyla hazırlandı ve adalete erişim ve mevzuat, politika ve koordinasyon, koruyucu ve önleyici hizmetler, toplumsal farkındalık, veri ve istatistik başlıklarına odaklanıldı.   Ancak 21 Mart 2021’de İstanbul Sözleşmesi’nin bir gecede feshedilmesi, bu planların ifade ettiği hedeflerden ne kadar uzak olduğunu ortaya koydu.   ‘Eylem planı kâğıt üzerinde kaldı’     Eylem planı, kadına yönelik şiddetin temelinde bulunan kadın-erkek eşitsizliğini göz ardı ederek, sorunu toplumsal dönüşüm perspektifinden eksik bir şekilde ele aldığı için kadınlar tarafından yoğun şekilde eleştirildi. Feminist ve kadın özgürlükçü aktivistlerin sürece dahil edilmediği eylem planında, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması gündemdeyken, sözleşmenin önemi ve uygulanmasına dair hiçbir faaliyette bulunulmadı. Bunun temel nedeni, cinsiyet eşitliğine dair perspektifin hâlâ erkek egemen devlet ideolojisinden kaynaklanmasıydı. Kadına yönelik şiddet yalnızca fiziksel şiddetle sınırlandırıldı; cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddet türleri için herhangi bir tanımlama getirilmedi. Eylem planı, şiddet faillerinin cezalandırılmasıyla sınırlı kalırken, cezai indirimlerin önüne geçilmesini sağlamadı.   Sonuç olarak, eylem planı büyük ölçüde kâğıt üzerinde kaldı. Bunun en temel nedenlerinden biri, plana yeterli bütçenin ayrılmamasıydı.    ‘2011-2021 İstanbul Sözleşmesi: Uygulanmadı ancak güvence verdi   "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetle Mücadele için Avrupa Konseyi Sözleşmesi", yaygın adıyla İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından 2011 yılında İstanbul'da imzaya sunulan ilk uluslararası anlaşmadır. Türkiye, sözleşmenin ilk imzacı ülkesi olmuştur. Kürdistan’da devlet kurumlarının erkek egemen yaklaşımı ve ihmali nedeniyle, Nahide Opuz davasının sonucu olarak kadınlara yönelik şiddetin her türünü önlemek ve kadınlara etkili destek sağlamak amacıyla uluslararası bir standart oluşturma ihtiyacı doğmuştur. Ancak, sözleşme de birçok proje gibi etkin bir şekilde uygulanmadı. 20 Mart 2021’de Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı alındı. Çekilme kararının gerekçesi olarak "aile yapısını koruma" ve sözleşmenin bazı maddelerinin toplumsal cinsiyet eşitliği gibi konularda yanlış anlamalara yol açtığı savunuldu.   Kadınlar, bu kararı güçlü bir şekilde protesto etti. Sözleşmeden çekilme, kadın haklarının ve şiddete maruz kalanların korunması konusunda ulusal yasaların yeterliliği ile yürütme noktasındaki etkili stratejilerin eksikliği gibi konularda ciddi endişeler yarattı. Kadınlar, hâlâ bu kararın geri alınması ve kadına yönelik şiddetle mücadelede güçlü bir yasal çerçeve oluşturulması için kampanyalar düzenlemeye devam ediyor.     2016: ‘Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Önlenmesi’ projesi   Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı, 2007 yılında AB uyum süreci kapsamında "Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Projesi"ni pilot proje olarak kısa süreli uyguladı. Kadını erkek şiddetinden korumaya yönelik önlemler almayı amaçlayan bu proje, istenen sonuçlara ulaşamadı. Proje, 2016 yılında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından resmî olarak başlatıldı. Şiddete maruz kalan kadınlara destek sağlamayı hedefleyen proje, şiddetin temel nedenlerine odaklanmak yerine, yalnızca etkilerini azaltmaya yönelikti. Ancak, bu konuda da yeterince etkili olamadı.   ‘Komisyon başkanı erkek, konuk Zahide Yetiş’    Meclis, "Kadınların Her Türlü Şiddet ve Ayrımcılığa Maruz Kalmalarının Önlenerek Bu Alandaki Mevcut Düzenlemelerin Gözden Geçirilmesi ve Alınması Gereken Ek Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla" bir Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu. 2010 yılında, kadına yönelik şiddet ve ayrımcılığın önlenmesi hedefiyle oluşturulan komisyon, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı gibi belgelerin hazırlanmasında etkili oldu. Ancak, 21 Kasım 2024 tarihinde komisyon başkanlığına AKP İstanbul Milletvekili Mustafa Hulki Cevizoğlu seçildi. Bir erkeğin bu komisyonun başkanı olması, kadınlar ve hak savunucuları tarafından eleştirildi. Özellikle, kadınlarla ilgili sorunların kadınlar tarafından çözülmesi gerektiği vurgulandı.   Hulki Cevizoğlu ise eleştirilere, komisyon başkanlığına atanmadığını, kadın milletvekillerinin de oylarıyla seçildiğini ve toplumsal bir sorunun çözümü için bir toplum bilimcinin başkan olmasının doğal olduğunu belirterek yanıt verdi. Ayrıca, komisyon toplantılarından birine sabah kuşağı programcısı Zahide Yetiş davet edildi. Erkek egemen bir perspektifle toplumsal ilişkileri ele alan Yetiş, burada "Kadına yönelik şiddet diyoruz ama bazen bunu kadınlar da yapıyor" şeklindeki ifadeleriyle tepki çekti. Bu açıklama, komisyonun cinsiyetçi yaklaşımını ve aile içi şiddeti çözmeye yönelik çabasının ne kadar başarılı olabileceğini sorgulattı.   ‘Aile Yılı’ ilanı, ‘kadını eve hapsetme niyetinin’ yansıması    Kadının bireysel varlığını aile içinde tanımlayan ve onu buranın dışına çıkarmayan iktidar, 2025 yılını "Aile Yılı" ilan etti. Aile yapısını geleneksel normlarla tanımlayan AKP, "Aile Yılı" ilan ederek doğum oranındaki düşüşün önüne geçmeyi planlıyor. Ancak, kadını yalnızca bir doğurma aracı olarak gören bu yaklaşım, kadınların toplumsal rollerini daraltarak onları geleneksel ev içi sorumluluklara, çocuk bakımına ve ev işlerine indirgemektedir. Üstelik bu durum, aile içindeki şiddetin ve kadına yönelik şiddetle mücadelenin daha da zorlaşmasına yol açacaktır.   İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesi ve kadına yönelik şiddetle mücadele politikalarının zayıflatılmasının ardından, "Aile Yılı" vurgusu da kadınları şiddet gördükleri evlere mahkûm etme niyetinin bir yansıması olarak değerlendiriliyor. Ancak buna karşı kadınlar, giderek daha fazla kamusal alanda varlık göstermeye devam ediyor.