Serhildanlaşan kadınlar, kadınlaşan serhildanlar (3) 2024-11-22 09:05:30     “Direnmenin ve erkek egemen zihniyeti geriletmenin -dahası alt etmenin- yöntemi olan ‘çokluğumuz ve birlikteliğimizin adı olan serhildan kültürü’ bir döneme ait bitmiş, gitmiş bir şey değil, süreklileşen bir yöntem. Her zamanki kadar ve belki de her zamankinden daha çok gündemde. Yakın zamanda Rojava ve Rojhilat’taki deneyimler, bu serhildan kültürünün en yakın örnekleri oldular bütün dünya için.”   Xane Anuş   1992 yılına gelindiğinde ise korku duvarlarının aşıldığını ve Bakur’da sadece gömme hakkı ve yas için duyulan öfke için değil, aynı zamanda bir halkın elinden alınmış bayramı için yükselen bir serhildan dalgasına tanıklık etti tarih. 1992 Cizre Newrozu’nda bayram kutlamak için sokakları dolduran halkın üzerine ateş açıldığında Berivan’ın öğrencisi ve takipçisi başka bir Berivan’ın çocukları ve çukurlara düşen kadınları korumak için kolu yaralı, yüzü kapalı sokak ortasında oradan oraya koşturan görüntüleri, hafızalarımızda hala tazedir.    Yine 1992’de Şırnak’ta Newroz Bayramı’nı kutlamak için sokaklara çıkan binlerce kadından biridir lise öğrencisi Bişeng Anık. 1992'de, 47 kişi Nevroz alanında olmak üzere toplam 103 kişinin yaşamını yitirdiği günleri anlatan "Şırnak Yanıyor" isimli kitapta Bişeng için kaleme alınan satırlar şöyledir: "Çöp traktörünün römorkunda parçalanmış cesedinin içinde ezilmiş parmaklarının arasında kırmızı-sarı ve yeşil renklerinin bilezik gibi sımsıkı dolanmış nakış nakış işlenmiş renkleri, ilk defa böyle görmüştük.” (Sertaç Doğan, Şırnak Yanıyor)   Baskı ve şiddetin tırmandırıldığı OHAL ilanı ile köylerin yakılıp kentlerin kuşatıldığı zorunlu göçlerle Kürtlerin Türkiye kentlerine sürüldüğü dönemlerdir aynı zamanda bu dönemler. İnsanların gözaltına alınıp kaybedildiği dönemdir de aynı zamanda. İHD raporlarına göre 1979-2001 yılları arasında 17 bin insan, “faili meçhul” adıyla “faili devlet” kayıpları olarak kayıtlara geçmiştir. Ve bu kayıpların yüzde 80’den fazlası Kürt illerinde yaşanmıştır. 1995 yılında faili meçhullere karşı başlatılan Cumartesi Anneleri’nin (Berat Günçıkan, Cumartesi Anneleri) eylemleri, dünyanın en uzun soluklu eylemlerindendir ve bugünlerde hâlâ tüm yıldırma girişimlerine rağmen devam eder.    1990 ile 95 arası süreçte, toplumsallaşan kadın hareketinin farklı eylem biçimlerinin, serhildanların sembol öncülerini yarattığı görülür. Zekiye Alkan, Rahşan Demirel, Ronahi ve Berivan Almanya’da gerçekleştirdikleri eylemlerde hayatlarını kaybettiklerinde Newroz, artık kadınlarının sokak-eylem-söylem gücü ve mücadele öncülüğüyle başka bir anlam kazanır.    Bu dönemler aynı zamanda Bakur’da başlayan serhildanların giderek Türkiye metropollerine yayılma dönemidir de. Şiddet arttıkça, köyler boşaltıldıkça direniş boyut kazanır, serhildanlar başlar. Kürt kadınlar, tarihinde yaşamadığı bir ideolojik-politik sürece girer.    İstanbul, Mersin, Adana, İzmir başta olmak üzere zorunlu göç ile dil ve kimliğini bilmediği diyarlara gidiş, kadınlar için serhildanları batıya taşıma süreci olarak gelişti. Şehirler, kitlesel eylemlere ve yasaklar hiçe sayılarak gerçekleşen serhildanlara sahne oldu.   ‘Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşemez’   8 Mart 1998’de belki de Türkiye’nin en büyük kadın eylemine tanıklık eden şehir İstanbul oldu. Türkiyeli feminist hareketlerin Şişli’de “izinli” gerçekleştirdiği 8 Mart eyleminin aksine Kürt kadınlar, Taksim Meydanı’na çıktı. Yüzlerce kadın gözaltına alındı, işkenceye uğradı; ama kadınlar, dediğini yapmış ve o meydana çıkmış, verilmesi gereken mesajı vermiştir. Aynı günün akşamında ise Med TV’de Kadın Kurtuluş İdeolojisi’nin ilkeleri, bu serhildanı gerçekleştiren kadınlar selamlanarak ilan edildi: “Analarımızın, kadınların direnişini selamlıyorum. Bu, binlerce yıllık köleliğe karşı başkaldırıdır...Bizim devrimimizin başarması gereken en büyük konusu, kadın etrafından örülecek bir yaşamı çözme işidir. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez...”(Abdullah Öcalan)   Kökünden kopmadan tıpkı bir orkestra gibi dağlarda süren direnişin köylere, kasabalara, şehirlere, oradan metropollere akışını bu tarihsel sıralama içinde görmek mümkün. Aynı zamanda bu dönemde adım adım Kadın Özgürlük Hareketi’nin ideolojik ve teorik bir programa kavuşturulmasının seyri, yani teori ve pratiğin birbirini besleyen seyri oluşturulmaktadır.    Kendini adım adım var etme süreci olarak da adlandırabileceğimiz bu dönemin ardından 2000’lere gelindiğinde ataerkil sistemin dayattığı toplumsal rol ve belirlenimlerin sadece mücadele içinde ve odağında değil, yaşamın her alanında sürdürülebilir kılınmaya çalışıldığı ve bunun dünyadaki diğer devrim ve özgürlük hareketiyle kıyaslandığında yaşama içkin bir hâle dönüştürüldüğü görülebilir.    Başkaldırı da bir yöntem    Kronolojik bir sıralama içinde yukarıda andığımız isimler, Kadın Özgürlük Hareketi’nin hakikat seyrini, birkaç tarihsel anekdotla hatırlatma maksatlıdır. İdeolojik, politik ve eylemsel gücü ile günümüzün en aktif kadın örgütünün oluşum sürecinin diyalektiği; coğrafya, kültür ve zamanın biriktirdikleriyle kadınlar için bir miras niteliği taşır. Bu miras, başkaları için olduğu kadar hareketi geniş yelpazede benimsemiş özneleri için de anlaşılmayı gerektiriyor. Kök kültürü, değerler bütünü içinde tarihsel ve sosyolojik olarak iyi anlamak; bugün için bir mücadele yöntemi oluyor. Bu mücadelede tarih tekerrür etmiyor. Tekrara düşme kaygısına kapılmadan kendine özgü döngüsünü oluşturarak bu değerler, her defasında korunuyor. Bu değerlerin her defasında yeniden korunmasının, erkek egemen zihniyete karşı başkaldırının bir yöntemi olduğunu unutmamak gerekiyor.    Varlığın inkar edildiği bir gerçek…   Bin yıllardır ataerkil egemen zihniyetin saldırı yöntemleri, çağlara göre boyutlansa da hiç değişmiyor. Kapatma, öldürme, değerlerine saldırma, hafızasızlaştırma, bıktırma ve sindirme şeklinde uzun ve değişmez bir liste sayabiliriz. Hâlâ zindan önlerinde çocuklarının çığlıklarını dışarıya duyurmaya çalışan kadınlar var. Hâlâ dağlarda ve şehirlerde direnenlerin cenazelerinin savaş aygıtına dönüştürüldüğü zihniyet aktif. Hâlâ renklerden tutalım, dile, kültüre kadar varlığın inkâr edildiği bir gerçekle iç içe yaşıyoruz. Hâlâ nasıl konuşacağımıza, nasıl hareket edeceğimize karar vermeye meraklı muktedirlerin sopası kafamızda. Her birimiz kendi cephesinden bu hâlâ’ların devamını getirebilir.     ‘Serhildan kültürü’   Ama bunun yanında direniş damarı her geçen gün köklenerek büyüyor. Direnmenin ve erkek egemen zihniyeti geriletmenin -dahası alt etmenin- yöntemi olan “çokluğumuz ve birlikteliğimizin adı olan serhildan kültürü” bir döneme ait bitmiş-gitmiş bir şey değil, süreklileşen bir yöntem. Her zamanki kadar ve belki de her zamankinden daha çok gündemde. Yakın zamanda Rojava ve Rojhilat’taki deneyimler, bu serhildan kültürünün en yakın örnekleri oldular bütün dünya için.   Özgürlüğün kapılarını açmak    Sakine Cansız’ın dediği gibi ilk yaşamın örgütleyicisi olan kadının direniş kültürünü kuşanması, beraberinde tikelden evrensele bir etki yaratıyor. Ki akıl, vicdan, emek ve hafızanın bize öğrettikleriyle sadece gövdenin dört kolu değil, dünyanın gözlerinin bizim adımlarımızda olduğunun bilinci ve ağırlığı, bizi adımlarımızı daha hızlı atmaya teşvik ediyor. Serhildanın kadın direniş kültürünün bir parçası haline gelmesinin kök damarlarından Bakur’da yaşamın döngüsel mevsimlerini yeniden okumak ve yeniden hatırlamak, özgürlüğün aralanmış kapılarını ardına kadar açabilir.    * Bu yazı, Jineolojî Dergisi’nin “BAKUR” dosya konulu 29’uncu sayısından kısaltılarak alınmıştır.