Direnişin temeli öz savunmadır! 2024-11-22 09:03:01     “Kendi öz değerlerini savunamayan ve bu değerlerin örgütlülük alanını yaşamın bütününe yayamayan her birey, toplum ya da mücadele kaybetmeye mahkumdur. Öz savunmasını yapamayan toplumların yok olmaktan kurtulamayacağı belirlemesi temel bir kural olarak işlemeye devam etmektedir. Her türlü kırım ve tasfiye girişimine karşı direnişin temelini öz savunma oluşturur.”   Arjin Yüksekbağ   Kavramsal olarak belli bir alana sıkıştırılmaya çalışılan öz savunma aslında bir hak olmaktan öte canlı ve cansız doğanın yapısında içkin olan özelliktir. Canlının kendini dış saldırılara karşı korumak amacıyla uzun bir tarihsellikte geliştirdiği tepkiler toplamıdır. Bugün dünyanın her yerine yayılan ve gündelik hayatın bir parçası haline getirilen şiddet başta olmak üzere insanın etik, toplumsal, politik, cinsel kimlik, kültürel gerçeklik gibi kendi öz değerlerine yapılan her türlü saldırıya karşı geliştirdiği mücadele yöntemlerinin tümüne öz savunma diyebiliriz.   Türkiye gibi tehlike ve saldırının nerede geleceği belli olmayan coğrafyalarda şiddetin aniliğin ve öngörülümezliğine karşı toplumu güvenceye alan hukuksal mekanizmalar son derece yetersizdir. Bu noktada yasal boşluklar ve hukukun büyük oranda askıya alınmış olması kişi ve toplumun kendi öz savunmasının geliştirmesinin bütün etik-politik ve meşruluk zeminini yaratmaktadır. Özellikle kadınlara yönelik taciz, tecavüz ve cinayetlerin son derece yaygınlaştığı günümüzde yaşanan tüm bu toplumsal çürümeye karşı yasalar yetersiz kalırken söz konusu şiddet, bizzat egemen söylem tarafından normalize edilmektedir.   Öz savunma ilk olarak kadın özgülünde başladığına dair kanıtlar mevcut    İlk sömürgecilik egemen tarihin iddia ettiği gibi kolonileştirme hareketleri ile değil bizzat kadının ve doğanın sömürgeleştirilmesiyle başlamıştır. Kadına karşı şiddetin başladığı tarih ile kadının kamusal alandan dışlanarak eve kapatıldığı tarihsel dönem aynıdır. Tarihsel süreç içerisinde yaşamın her alanına yayılan öz savunma gerçekliğinin, bir takım arkeolojik kanıt ve belgeler sayesinde ilk kadın özgülünde başladığına dair ciddi tarihsel kanıtlar ortaya çıkarılmıştır. Bugünkü dünya kadın hareketi, söz konusu miras üzerinden mücadelesini devam ettirmektedir.   İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönemin koşulları ve ihtiyaçlarını göz önüne aldığımızda öz savunma gerçekliğini bambaşka tanım ve anlamlarla yeniden yorumlamak zorundayız. Örneğin kadınlar ve Kürtler için öz savunmanın gerekliliği nereden kaynaklanır? Meşruluk kaynağını nereden alır? Öz savunmanın demokratik bir toplumun inşasındaki rolü nedir? Bu yazıda tüm bunları tartışmaya açmanın koşulları olmadığı için belli boyutlarla sınırlandırmak zorundayız.   Öz değerlerini koruyamayan kaybetmeye mahkumdur   Kendi öz değerlerini savunamayan ve bu değerlerin örgütlülük alanını yaşamın bütününe yayamayan her birey, toplum ya da mücadele kaybetmeye mahkumdur. Öz savunmasını yapamayan toplumların yok olmaktan kurtulamayacağı belirlemesi temel bir kural olarak işlemeye devam etmektedir. Her türlü kırım ve tasfiye girişimine karşı direnişin temelini öz savunma oluşturur. Yaklaşık yüz yıldır devletin bütün ideolojik aygıtlarını seferber ederek yok etmeye çalıştığı kadın ve Kürt gerçekliği belli alanlarda kaybettiklerini büyük ve ağır bedeller ödeyerek geri almanın mücadelesini yürütmektedir. Gelinen aşamada yaklaşık elli yıllık mücadele bu saldırı ve tasfiye mekanizmasını geriletmiş ve yer yer durdurmuş olsa da bugün kendi öz örgütlülüğü üzerinden inşa sürecini yaratmakta ideal noktanın yakalandığını söyleyemeyiz.   Saldırıya karşı öz savunma bilinciyle öz örgütlülük gelişti   Kürt halkının öz iradesiyle seçmiş olduğu belediyelere kayyım atanması sonrası yaşanan toplumsal direniş önemli bir öz savunma hakikatine işaret eder. Temsil düzeyinde bile olsa halkın bir irade beyanı olarak gördüğü seçimler üzerinden gelen belediye eşbaşkanlarının atanmışlar tarafından devre dışı bırakılmasını, halk kendi öz iradesine bir saldırı olarak görmekte ve buna karşı direniş biçimleri geliştirmektedir. Kürt kadınların uzun bir tarihsel dönemde kapısından bile giremedikleri belediyelerde bugün kurucu birer özne olmaları bahşedilmiş bir paye değil, ağır bedellerle yarattıkları bir mücadelenin sonucudur. Bu gasp ve talan düzenine karşı en sert itirazın kadınlardan geliyor olması tesadüf değildir. Kayyım atandığı andan itibaren Kurdistan’ın birçok kentinde alanları terk etmeyen halk, iradelerine yapılan bu saldırıya karşı öz savunma bilinciyle öz örgütlülüğünü geliştirmektedir. Sokaklardan ayrılmayan halk, özelde kadınlar öz savunmanın ancak mücadele ile mümkün olduğu gerçekliğini bir kez daha deneyimlemekte ve bütün dünyaya ‘Em li vir in û şaredarî jî bajar jî ya me ye’ diye haykırarak dünyanın her yerinde mücadele eden halklara mesaj vermektedirler.