Gülser Yıldırım: Kobanê için direnilmeseydi DAİŞ yenilmeyecekti
- 09:02 6 Haziran 2024
- Siyaset
Öznur Değer
MÊRDÎN - Kobanê Davası’ndan beraat eden Kürt siyasetçi Gülser Yıldırım, Orta Doğu’da devletlerin DAİŞ’e karşı yapamadığını Kürtlerin yaptığına dikkat çekerek, “DAİŞ’i durduran onlar oldu. Halk direnişi gerçekleşmeseydi DAİŞ yenilmeyecekti” dedi.
Aralarında Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ile Selahattin Demirtaş’ın da bulunduğu çok sayıda siyasetçinin yargılandığı Kobanê Davası’nda tahliye edilen Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel, Ayla Akat, Ayşe Yağcı ve Meryem Adıbelli ile birlikte 21 siyasetçi hakkında toplam 400 yıldan fazla hapis cezası verildi. Siyasetçilerden sanatçılara, gazetecilerden hukukçulara kadar toplumun her kesiminden dava kararına yönelik tepkiler devam ederken, kararın hukuki olmadığı ifade ediliyor.
Davayı ve davada açığa çıkan kararı, aynı dosya kapsamında yargılanan ve beraat eden Kürt siyasetçi HDP eski Milletvekili Gülser Yıldırım ile konuştuk.
“DAİŞ Kürt halkına saldırmaya başladı ve karşısında Kürt özgürlük hareketini gördü. Tüm dünya Kürt özgürlük hareketinin bu katliamların önünü kestiğine tanık oldu. Yine tüm dünya DAİŞ’in insanlık açısından nasıl bir tehdit ve tehlike barındırdığına ve kim olduğuna da şahitlik etmiş oldu.”
* Öncelikle 6-8 Ekim 2014’te yaşananları hatırlatır mısınız, neler oldu?
Öncelikle size, kendimi ifade etme imkânı sunduğunuz için teşekkür ederim. Açıkçası o süreci anlatabilmek için sürecin en başına kadar inmek gerekiyor. DAİŞ neydi ve ne yaptı? DAİŞ saldırıları Musul ile başladı. Orada büyük katliamlar yaptı. Uluslararası basına da DAİŞ’in katliamcı zihniyeti yansıyordu. Kadın köleliğini ve toplumsal köleliği din adı altında sahtekârca yaymaya çalışıyorlardı. Bununla birlikte toplumda büyük bir korku yaymaya başladılar. Ardından Şengal katliamı ile bu durum en üst aşamaya geldi. Şengal halkı DAİŞ tarafından kırımdan geçirildi. Ardından DAİŞ Kürt halkına saldırmaya başladı ve karşısında Kürt özgürlük hareketini gördü. Katliamlar Şengal ile başladı ve binlerce Êzidî kadını, çocuğu kaçırdılar. Êzidî toplumunu tarumar etmek istediler. Ancak tüm dünya Kürt özgürlük hareketinin bu katliamların önünü kestiğine tanık oldu. Kürt özgürlük hareketi sayesinde Êzidîler için bir yaşam koridoru açıldı ve katliamdan bu şekilde kurtuldular. Yine tüm dünya DAİŞ’in insanlık açısından nasıl bir tehdit ve tehlike barındırdığına ve kim olduğuna da şahitlik etmiş oldu. Musul’da Afganistan gibi bir sistem yaratılmak istendi. İnsan ve kadın düşmanı bir sistem inşa edilmek istendi. Her ne kadar tüm dünyayı karşısına alsa da DAİŞ’in asıl hedefi Kürtlerdi. Rojava bunun en belirgin örneği. DAİŞ Şengal’in ardından yönünü Rojava’ya çevirdi.
“Rojava’da demokratik, kadın özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaşamın inşa çalışmaları başlamıştı. DAİŞ o nedenle yönünü Orta Doğu için yaşam alternatifi oluşturan ekolojik, demokratik ve kadın özgürlükçü yaşama çevirdi ve bu ilkelere saldırmaya başladı”
* Neden Rojava?
Çünkü Rojava’da demokratik, kadın özgürlükçü ve eşitlikçi bir yaşamın inşa çalışmaları başlamıştı. DAİŞ o nedenle yönünü Orta Doğu için yaşam alternatifi oluşturan ekolojik, demokratik ve kadın özgürlükçü yaşama çevirdi ve bu ilkelere saldırmaya başladı. Rojava’da kurulmak istenen bu sistem Kürt halkı başta olmak üzere tüm Orta Doğu halklarının sorunlarına yanıt olacaktı. DAİŞ bu nedenle yönünü oraya çevirdi. DAİŞ, din adı altında kadın köleliğiyle, kadını pazarlarda satmayla, halkı katliamdan geçirmeyle tüm dünyaya korku saldı. Irak devleti ve Federe Kurdistan yönetimi o dönem DAİŞ’in önünü alamadı. Ancak Şengal’de DAİŞ’in önünü Kürt özgürlük hareketi aldı. DAİŞ binlerce insanı katlederek Kobanê’ye kadar geldi.
“Büyük bir barbarlık yaşandı ama o barbarlık karşısında da Kürt halkı, YPJ ve YPG büyük bir kahramanlık sergiledi. Orta Doğu’da devletlerin DAİŞ’e karşı yapamadığını YPJ ve YPG yaptı. DAİŞ’i durduran onlar oldu. Bunun için de tüm dünya halklarının kendini Kobanê direnişinin borçlusu olarak görmesi gerekir”
*Kobanê’de neler oldu ve Kurdistan’ı nasıl etkiledi?
Barbar DAİŞ Kobanê’de binlerce insanı katletti. Ancak orada insanlar DAİŞ’e karşı büyük direndi. İnsanlar neden Kobanê’de direndi? Çünkü bu barbarlığın hedefi Kürt halkının kazanımları ve Rojava’daki mücadelesiyse de kendisiyle birlikte tüm dünya için büyük bir tehlike oluşturuyordu. Sahte bir din adı altında iktidar olmak istediler. İçleri de dışları da kapkaraydı. Dünya bunu gördüğünde kendisi için de bir tehlike olarak görmeye başladı. Yoksa biz Kürtleri çok sevdiklerinden destek olmadı dünya. Herkes Kobanê’yi sahiplenerek adeta seferber oldu. Biz günlerce Kobanê sınırında nöbet tuttuk. DAİŞ’in Kürt halkı üzerinden yürüttüğü barbarlığı buradan takip ediyorduk. Büyük bir barbarlık yaşandı ama o barbarlık karşısında da Kürt halkı, YPJ ve YPG büyük bir kahramanlık sergiledi. Orta Doğu’da devletlerin DAİŞ’e karşı yapamadığını YPJ ve YPG yaptı. DAİŞ’i durduran onlar oldu. Bu sadece Kürt halkı adına yapılmadı. Tüm insanlık adına yapılan bir kahramanlıktır. Bu direniş ve kahramanlık tüm dünya ve insanlık için bir miras. Bunun için de tüm dünya halklarının kendini Kobanê direnişinin borçlusu olarak görmesi gerekir. Kobanê bu ruhla sahiplenildi.
“Erdoğan ‘Kobanê düştü düşecek’ söylemlerinde bulunuyordu. Bu söylem de halkın isyanını körükledi. Kobanê’nin düşmesi, Kürt halkının katledilmesi anlamına geliyor. Halkın öngörüsü ve vicdanı bu isyanı başlattı. Halk direnişi gerçekleşmeseydi DAİŞ yenilmeyecekti. Kobanê eylemlerinde yer almış herkese teşekkür borçluyuz”
* 6-8 Ekim’e gelelim…
6-7-8 Ekim 2014’te yaşananları herkes biliyor. Kürt düşmanlarının DAİŞ’e desteği vardı. Sınırlarda DAİŞ ve Türk askerlerinin ilişkileri birçok kez basına yansıdı. Çoğu zaman verilen destekler basına yansıdı. DAİŞ’in bölgede başarı ve hâkimiyet kazanması için Kürt düşmanları adeta Kobanê’nin düşmesi için seferber olmuştu. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor. Neden DAİŞ’e destek vermek yerine halkların demokratik ve eşit zeminde yaşamı desteklenmedi? Her Kürt’ün bu konuda düşünmesi lazım. O dönem Erdoğan “Kobanê düştü düşecek” söylemlerinde bulunuyordu. Bu söylem de halkın isyanını körükledi. İsyanın temelini bu söylem oluşturuyor. Kobanê’nin düşmesi, Kürt halkının katledilmesi anlamına geliyor. O nedenle vicdan sahibi her insanın bu katliama karşı sesini yükseltmesi gerekirdi. Nitekim oluşan şey de buydu. Halkın öngörüsü ve vicdanı bu isyanı başlattı. İsyan etmek istemeyen bir halkı kimse sokaklara dökemez. Toplumsal vicdan Erdoğan’ın “Kobanê düştü düşecek” söyleminden sonra açığa çıktı ve isyana dönüştü.
Partimiz de sokağa çıkan insanları bu anlamda destekledi. Açığa çıkan tepkiler DAİŞ’e karşıydı. Sokağa çıkan halkın tüm dünyaya çağrısı Kobanê halkının katliamla yüz yüze kalmamasıydı. Kobanê’nin düşmesi demek; insanlığın, demokrasinin, kadın özgürlüğünün, özgür bir yaşamın düşmesi, kaybetmesi demekti. Yalnızca Kobanê adının kaybetmesi demek değildi. Tüm insanlık değerlerini kaybetmek demekti. 6-7-8 Ekim Kobanê olayları da bununla alakalı. Açığa çıkan isyan bu oluşumlara karşıydı. Bu olaylardan sonra halk direnişi ve Kobanê’nin sahiplenilmesi gerçekleşmeseydi DAİŞ yenilmeyecekti. Bu nedenle Kürt halkının, Türkiye halklarının ve dünya halklarının Kobanê’yi sahiplenmesi yerindeydi. Olması gereken de buydu. O zamanlarda Kobanê eylemlerinde yer almış herkese teşekkür borçluyuz .
“Eğer gerçekten çözümde ve barışta netsek bir söylem veya eylem masayı devirmeye gerekçe gösterilemez. O süreç bize samimi olmadıklarını gösterdi. Amaç samimi olmayan bir süreci bitirip katliama yönelmekti. Araya 6 yıl girdi ve 6 yıl sonra dava açıldı”
* Kobanê Davası iddianamesi Kobanê olaylarından neden 6 yıl sonra hazırlandı? Bu 6 yıl içerisinde neler oldu?
Buna yanıt olabilmek için önceki süreci de ele almak gerek. Çünkü Kobanê olaylarından önce çözüm süreci başlatılmıştı ve Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan’ın Türkiye devletine yönelik sıklıkla yaptığı çağrı şuydu: “Bize imkân verin ve Kürt sorununu demokratik bir yolla, diyalogla çözelim. Bu ülkeye barış ve demokrasi getirelim.” Bu süreç için AKP hükümeti tarafından da adım atıldı. Biz hala o süreci destekliyoruz. Ancak Rojava direnişinin ardından, Arap Baharının ardından (ki Araplara hiçbir zaman bahar gelmedi o da beraberinde katliamı getirdi), Kürtler alternatif bir yaşam inşa etmeye başladı. Yeni ve demokratik, eşitlikçi, kadın özgürlükçü ilkelerle inşa edilmiş özerk bir yönetim sistemi inşa edilmeye başlandı. Özgür bir yaşamın temeli atılmaya başlandı ve hala çalışmaları sürüyor. Diyalog süreci yaşanırken partimiz de AKP de sürecin bir tarafıydı. İmralı’ya ve Kandil’e gidildi ve tüm bu süreçler AKP’nin bilgisi dâhilinde gerçekleşti. Ancak sonrasında 7 Haziran 2015 genel seçim süreci başladı.
Bildiğiniz üzere 21 Mart 2013’te milyonların katıldığı Newroz alanında Sayın Abdullah Öcalan’ın mektubu okundu. Mektupta barışın diyalog yoluyla gelmesi gerektiği ifade ediliyordu. Bu süreç 2015’e kadar sürdü. Kobanê olayları, eylemler, DAİŞ’in Rojava’ya saldırısı ve bunlar karşısında Kürt halkının direnişi iç içe sürdü. Ardından bu süreci kendileri için bir gerekçe haline getirdiklerini gördük. Eğer gerçekten çözümde ve barışta netsek bir söylem veya eylem masayı devirmeye gerekçe gösterilemez. O süreç bize samimi olmadıklarını gösterdi. Dönemin Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” söylemini gerekçe gösterdiler. Ancak amaç bu değildi. Amaç samimi olmayan bir süreci bitirip katliama yönelmekti. Bu ikiyüzlülüktü.
“Darbe beraberinde ne getirdi? İktidarı despotluğa sürükledi. Anti-demokratik bir sisteme dönüştürdü ve kendini tamamen MHP’ye teslim eden bir sisteme döndü. AKP ve MHP iktidarı ülkedeki tüm muhalif güçleri FETÖ darbesi adı altında tasfiye etti.
Biliyorsunuz ki 7 Haziran 2015 seçimlerinde yüksek bir oy oranı aldık ve parlamentoya 80 milletvekili ile girdik ve AKP ilk defa tek başına iktidar olamadı. O sürece kadar Kobanê Davası niye yok? Araya 6 yıl girdi ve 6 yıl sonra dava açıldı. Tek başına iktidar olamadıktan sonra çözüm ve diyalog masasını bir kenara attı. 7 Haziran seçimlerini kabul etmeyip iptal ettiler. AKP, MHP ile ittifaka gitti. Şimdiye kadar AKP’nin yürüttüğü tüm politikalar MHP’nin etkisiyle yürütülüyor. 7 Haziran seçimlerinin iptal edilmesinin ardından MHP ile ittifak kuruldu ve 1 Kasım’da yeniden seçime gidildi. Bu şekilde yeniden iktidar oldu.
Sonrasında 15 Temmuz 2016’da FETÖ’nün askeri darbe girişimi gerçekleşti. Şimdiye kadar ittifak halinde olan ve dost olan AKP ve FETÖ nasıl bir iktidar ve çıkar çatışmasına girdi ve darbe oldu? Darbe beraberinde ne getirdi? İktidarı despotluğa sürükledi. Anti-demokratik bir sisteme dönüştürdü ve kendini tamamen MHP’ye teslim eden bir sisteme döndü. AKP ve MHP iktidarı ülkedeki tüm muhalif güçleri FETÖ darbesi adı altında tasfiye etti. En kirli savaşı muhalefete, özelde de Kürtlere ve Kürt hareketine, kurumlarına karşı sürdürdü. Hukuk eliyle Kürt belediyelere, Kürt kurumlarına yönelik düşmanlık politikası devreye girdi. Esas karar siyasiydi ama hukuki kılıfına uydurmak istediler. Bu şekilde belediyelerimize kayyımlar atandı, kurumlarımız kapatıldı veya tasfiye edildi, arkadaşlarımız işten atıldı, yüzbinlerce kişi mağdur edildi. Bunlar devlet için mi tehlikeydi, hayır. Bu durum onlar için iktidarlarını kalıcılaştırmak için, muhaliflere ve Kürlere operasyon çekmenin fırsatıydı. FETÖ darbesini ise bahane ettiler.
“Biz demokratik siyaset yürütüyorduk ancak hukuk adı altında bize yapılan müdahale AKP-MHP ittifakının müdahalesiydi.”
* Davada yargılanmak istenen şey neydi? Davayla topluma nasıl bir mesaj verilmek istendi?
Kürt sorununu demokratik yollarla çözmek istemediler. Bu nedenle savaş ve imha politikalarına yöneldiler. AKP ve MHP ittifakı özünde bir savaş ittifakıydı. Kürt halkını inkâr ve muhalifleri tasfiye ittifakıydı. Bu politika Meclis’e kadar sirayet etti ve dokunulmazlıklarımızı kaldırdılar. Burada CHP desteği de var. Ardından ise biz HDP milletvekillerine yönelik operasyon başlattılar. Aynı gece hepimizin evine baskın düzenlediler. Ben de gözaltına alınan vekillerden biriydim ve 12 vekil tutuklandık. Aylar öncesinden tutuklanmamız ve hatta kalacağımız cezaevleri, kalacağımız koğuşlar bile ayarlanmıştı. O nedenle bu hukuki değil siyasi bir karardı. Biz demokratik siyaset yürütüyorduk ancak hukuk adı altında bize yapılan müdahale AKP-MHP ittifakının müdahalesiydi. O kadar plan bu şekilde yürüdü. AKP-MHP ittifakı, muhalifleri, Kürt siyasetini ve sosyalistleri ortadan kaldırmak, dağıtmak amacıyla çökertme planını devreye koydu. 7 Haziran tarihte bir milattı ve bunu hazmedemediler. O nedenle de bu hazımsızlığa bir kılıf uydurmak istediler. Saldırıya, biz vekilleri tutuklamaya yönelik nasıl haklı bir algı oluşturabiliriz, diye düşündüler. O nedenle 6-7-8 Ekim Kobanê eylemlerine yöneldiler ve o olaylara dair dosya hazırlamaya karar verdiler. Bu şekilde Kobanê dosyasını oluşturdular.
“Bizi olaylardan, ölümlerden sorumlu tutmaya çalışarak bizi halkın gözünden düşürmeyi amaçladılar. Bu dava ile hem Kürt ve demokrasi mücadelesini püskürtmek istediler hem de Kürt özgürlük mücadelesine karşı savaş politikalarını devreye koymak istediler”
Bizi olaylardan, ölümlerden sorumlu tutmaya çalışarak bizi halkın gözünden düşürmeyi amaçladılar. Bu dava böyle oluştu. Bu dava ile hem Kürt ve demokrasi mücadelesini püskürtmek istediler hem de Kürt özgürlük mücadelesine karşı savaş politikalarını devreye koymak istediler. Bizi halkın gözünde karartarak kendilerini meşru kılmak istediler. Bu dava Kürtlerin inkârı ve demokrasi düşmanlığı üzerine inşa edildi. Tüm bunları Kobanê davasını ve Kürt Halk Önderi Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridi Kürt sorunundan bağımsız ele alamayız. Bunların tamamı ve yürütülen tüm toplumsal politikalar da Kürt sorununun çözümsüz bırakılmak istenmesinin sonucudur. Bu barış ve demokrasi düşmanlığı ve Kürt düşmanlığıdır. Tamamı savaş politikalarına bağlı durumlar. Ancak son seçimlerde halk iktidarın bu savaş politikalarına karşı bir kart çıkardı ve iktidara “dur” dedi. Halk adaletin, hukukun olmadığı, ekonominin giderek kötülediği, demokrasinin ayaklar altına alındığı ve düşmanlığın yaygınlaştırıldığı bu savaş politikalarına karşı çıktı. Anayasa tartışmaları başlattılar şimdi de var olan hukuku, yasaları uygulamadan yeni tartışmalar başlatıyorlar. Hukuku kendi talimatları doğrultusunda kullanıyorlar. Kobanê Davası da bu çerçevede oluştu.
“Hedef Kürt siyasal mücadelesinde yer alan tüm siyasetçilerdi. Bizim çalışmalarımızı, siyasetimizi illegalize etmek istediler. Diğer sol-sosyalist kesimlerin bizimle yol yürümesini, ittifak kurmasını engellemeyi amaçladılar.”
*Dava sonucunu ve kararı nasıl ele almak gerekir? Karar ülke açısından ne anlam ifade ediyor?
Sonuçlarına bakacak olursak hedef Kürt siyasal mücadelesinde yer alan tüm siyasetçilerdi. Sadece MYK’da yer alan arkadaşlarımız değil, belediye eşbaşkanı olan arkadaşlarımız Ahmet Türk, Gültan Kışanak, Sebahat Tuncel gibi arkadaşlarımız da yargılandı. Bizim çalışmalarımızı, siyasetimizi illegalize etmek istediler. Diğer sol-sosyalist kesimlerin bizimle yol yürümesini, ittifak kurmasını engellemeyi amaçladılar. Davanın sonucuna baktığımızda ceza alan arkadaşlarımız ve eşbaşkanlarımız 6-8 Ekim olaylarından ceza almadılar. Yapılan çağrı DAİŞ’e karşı Kobanê’ye sahip çıkma çağrısıydı. Bunun yanı sıra biz parti olarak defalarca yaşanan olayların araştırılması için Meclis’e önergeler verdik. O insanların kim olduğunu, olayların sorumlusunun kimler olduğunu sorduk ve bunların araştırılması için bir komisyon oluşturulmasını talep ettik. Ancak tüm önergelerimiz AKP-MHP oylarıyla reddedildi. Şimdiye kadar hep araştırılmasını talep eden biz olduk ancak reddeden onlar oldu. Hangi karanlık güçler sokaklarda insanları katletti? Bunların tamamının aydınlatılması gerekiyor.
“Figen Yüksekdağ Türk bir sosyalisttir ama vicdan ve ilke sahibi bir kadın. Halkların ittifakını temsil etti. Figen’in cezalandırılması halklar ittifakına, birliğine verilen bir cezaydı. Ceza alan arkadaşlarımızın yarısı Kürt ise yarısı da sosyalist ve demokrattır. Halkların kardeşliğine ve demokrasiye inanan arkadaşlarımızdır”
Verilen cezalarla arkadaşlarımız üzerinde algı yaratılmak isteniyor. O dönem ben de MYK üyesiydim. Ancak toplantı günü Almanya’daydım. O gün orada olmadığım tespitliydi. Ancak orada olan arkadaşlarımıza toplam 420 yıl hapis cezası verildi. Bu kabul edilir bir şey değil. Bu cezaların hiçbiri o olayların sonucunda verilmedi. Çünkü eşbaşkanlarımız dâhil olmak üzere tüm arkadaşlarımız o olaylardan beraat etti. Bu keyfi bir karardır. Kürt düşmanlığının ve demokrasi ittifakına olan düşmanlığın sonucudur. Figen Yüksekdağ Türk bir sosyalisttir ama vicdan ve ilke sahibi bir kadın. Kürt halkı ile ittifak kurarak HDP çatısı altında siyaset yürüttü. Halkların ittifakını temsil etti. Figen’in cezalandırılması halklar ittifakına, birliğine verilen bir cezaydı. Kendilerine muhalif gördükleri tüm halklara ve kesimlere yönelik bir darbedir. Ceza alan arkadaşlarımızın yarısı Kürt ise yarısı da sosyalist ve demokrattır. Halkların kardeşliğine ve demokrasiye inanan arkadaşlarımızdır. O nedenle verilen kararın hukuki bir karar olduğunu söyleyemeyiz. Mücadeleye yönelik kin ve nefret sonucunda bu karar verildi. O nedenle Kobanê davasının AKP-MHP talimatıyla inşa edildiğini ve kararın da yine onların talimatıyla verildiğini biliyoruz. Her ne kadar bir kılıfa uyarlamak istediyseler de bunu yapamadılar.
“Verilen cezalar Türk halkının, Kürt halkının, demokratik, sosyalist, emekçi insanların ve barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve onurlu bir yaşam isteyen herkesin gücü ve birlikteliğiyle boşa düşecek.”
*Karar ile amaçlarına ulaşabildiler mi?
Sen bir siyasetçiysen beğenmediğin siyasete, iktidara karşı politika yaparsın. Ancak bugün yargılanan muhalif siyasetin kendisidir. Yargılanan hakikat çerçevesindeki söylemlerimiz, konuşmalarımızdır. Kobanê bir kumpas davasıdır ve hukukla bir alakası yoktur. Bu karar AKP-MHP savaş ittifakının kalıcılaşmasına yönelik alınan bir karardır. Ancak istediklerini başaramayacaklar. Verilen cezalar Türk halkının, Kürt halkının, demokratik, sosyalist, emekçi insanların ve barış, kardeşlik, eşitlik, özgürlük ve onurlu bir yaşam isteyen herkesin gücü ve birlikteliğiyle boşa düşecek.