Ayşe Gökkan’dan yeni adaylara öneri: Demokratik ilkelerden taviz vermeyin
- 09:03 3 Şubat 2024
- Siyaset
Dilan Babat
ANKARA - Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nde tutulan Ayşe Gökkan, Kürtlere, yaklaşan yerel seçimlere dair sorularımızı yanıtladı. Ayşe, DEM Parti’nin yeni seçilen belediye eşbaşkan adaylarına ise, “Önerim, paradigmaya uymaları ve ortak neye karar verilmişse ondan milim uzaklaşmamaları, insani, vicdani, ahlaki meşruluğa sahip çıkmaları. Çağrım; bir daha kayyım atanmasın diye demokratik mücadelen asla taviz vermemektir” önerilerinde bulundu.
Ömrünün büyük kısmını kadın özgürlük mücadelesi ile geçiren ve 2009’da gerçekleşen yerel seçimlerde Demokratik Toplum Partisi’nden (DTP) Mêrdîn Nisêbîn (Nusaybin) Belediye başkanlığına seçilen Ayşe Gökkan, 2021 yılından bu yana tutsak. Ayşe, 2013 yılında Rojava ve Türkiye arasına örülen duvara karşı direniş başlatırken, mücadelesini belediye başkanlığının ardından da sürdürdü. Daha sonra Tevgera Jinên Azad (TJA) dönem sözcülüğünü yapan Ayşe, 2021 yılında Amed’de tutuklandıktan sonra Diyarbakır Kadın Kapalı Cezaevi’nden Ankara Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildi. Ayşe, 31 Mart yerel yönetim seçimlerine dair yeni belediye eşbaşkan adaylarına ve “Nasıl bir belediyecilik” üzerine sorularımızı yanıtladı.
‘Ön seçimler savaşın ortasında gerçekleşti’
İlk olarak başta kadınlar olmak üzere tüm direnenleri ve “Abdullah Öcalan’a özgürlük, Kürt sorununa siyasi çözüm” talebiyle bir araya gelenleri selamlayan Ayşe, erkek-devlet tarafından katledilen kadınları da andı. Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi’nin (DEM Parti) Kurdistan ve Türkiye’de devraldığı mücadele geleneğiyle ön seçimlerde aday belirleme yöntemi uygulamasının örnek olduğunu belirten Ayşe, “Ön seçimler dağa, taşa, zozana, köye, yerleşim alanlarına dönük yıkımın altında, savaşın ortasında gerçekleşti. Bu olgunlaşmanın ağırlığı ve sorumluluğu da kolay değil. Bugün saldırılara ve hakaretlere rağmen demokratik olgunluktan taviz vermemek, ırkçı, cinsiyetçi, militarist söylem ve uygulamalara karşı da taviz vermemek tarihi bir duruş olur. Yine demokratik teamül zayıflığı birçok tartışmayı beraberinde getirir. Eğer kişinin talebine uygun olmadığından ‘anti demokratik’ itirazı çıkarsa bu geliştirici olmadığı gibi demokratik kapsayıcılığı zayıflatır” dedi.
‘Kent uzlaşısı 3’üncü yoldur’
DEM Parti’nin sıklıkla “kent uzlaşısını” dile getirmesi gerektiğine dikkat çeken Ayşe, kent uzlaşısının 3’üncü yol olarak yorumlanması gerektiğini kaydetti. Ayşe, “Uzlaşı, Kürtçede ‘Lihevkirin’ anlamındadır. Uzlaşma ise, ‘Lihevhatin’ yani yerelde topyekun, toplumsal barışla ortak, kendini ve kentini yönetmektir. Kötülüğün sistemine dönüşen ataerkil ulus devlet tekelciliğinden kurtulmak isteniliyorsa yerelde umut var ve ‘lihevkirin’ ile devleti değiştirip dönüştüren, yurttaş toplulukları olarak dinamikleştirebilirler. Tabi ki ortak mutabıklardan ayrılmadan, ihanet edilmeden, yozlaşmadan, iktidarlaşmadan, sistem içileşmeden. Kısaca demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmadan ayrılmadan başarabilmektir. Siyasi parti parlamentoda siyasal temsiliyeti görünür kılabilir. Ancak her ev, köy, sokak, mahalle, belde, ilçe, il yereldir, yerindedir. Bu nedenle kent uzlaşısı ‘mevcut 3’üncü yoldur diyorum’. Yine 3’üncü yol kadın literatüründe ‘xwebun’ yani kendi olmaktır. Kendi olmak, kendine ait öz kimliği hiçbir kişi ve kimlikten üstün kılmadan, iradesinin kırılmasına yer vermeden söz ve karar sahibi olarak, kimliğinin yozlaşmasını asla kabul etmeden, bunun için ortak mücadele etmek, özgün, özerk yaşama sahip çıkmaktır. Kendini ve yerelini yönetmeye talip olmaktır. Yerelin yurttaşları olarak (orta) topluluğa katılarak, ortak çözümler yaratmayı amaçlamaktır. Buna tam inanmak, katılmak amacı başarmaktır. Tekrarla kötülüğün sistemine dönüşen, ırkçı, cinsiyetçi, dini istismar eden, militarist ayrımcı farklılıkları ret ve inkar eden devlete muhtaç olmadan toplumsal sorunların demokratik çözüme katılmaktır. Tek kişi dahi dışta bırakmamaktır” ifadelerini kullandı.
‘Paradigmayı yarım ağızla söyleyenler geri çekilsin’
“Kendimizi, kentimizi yaşam alanlarımızı demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü şekilde yönetmeye talipsek ve ciddi, dürüst, samimi, açık olmalıyız. Bunu yarım ağızla söyleyenler şimdiden çekilsin, yoksa ihanetin ötesi bir çirkinliğe imza atmış olurlar, lanetlenirler” diyen Ayşe, aynı zamanda sahte ittifaklara da dikkat edilmesi gerektiğini ekledi. Aralıksız devam eden katliamlara karşı ittifakların gündem olmasının kaygı verici olduğuna değinen Ayşe, “25 yıldır tecrit sistemi sürerken, seçim süreçlerinde kişiye kişisel kazandırmaya kitlenen bir tür seçim hilebazlığı gibi ittifak görüşmeleri taktikselleştirilirse (ki son tüm genel ve yerel seçimler böyle olmuştur), ahlak, vicdan insanlıktan ve hukuktan çıkma halinin somut ifadesidir. Çok açık olarak devletleşen hükümet, barışın öncüsü Sayın Öcalan’a yaklaşımla Kürt sorununa ve demokratik dinamiklere yaklaşımıyla her şeyi belirliyor. Örneğin Sayın Öcalan ile görüşmeler yapılırken, daha demokratik uygulamalar, görüşmeler kesildiğinde daha saldırgan uygulamalar gerçekleştiriyor. Hala bunu görmeyenler ve görmek istemeyenler de ciddi olmalılar, sorunu ciddiyetle ele almalılar. 7 Ağustos 2019’dan beri Sayın Öcalan ile hiçbir görüşme yapılmıyor. Kürt özgürlük hareketine, demokratik dinamiklere, kadınlara yaklaşımı belirliyor, sonra da bunu inkar ediyor” vurgusu yaptı.
‘İmralı tecrit sistemine derhal son verilmeli’
PKK Lideri Abdullah Öcalan’a mutlak tecrit uygulanmasının itibarsız, gayri ciddi, güvensiz, çirkin olduğuna ve bunun seçimin ayak oyunlarından biri olduğuna işaret eden Ayşe, “Sorun, İstanbul’u kimin aldığıyla kapanmıyor. ‘Oluk oluk’ gençlerin kanı akıyor. İstanbul’u almayı hedeflemeye kilitleyen tüm oluşumlar sorunludur. 14-28 Mayıs seçimlerinde buna o kadar kilitlendi ki PKK’nin seçim sürecinde ateşkes ilan etmesi fırsata dönüştürülmedi. Klasik söylemle, Avrupa’da da milliyetçilik yükseliyor söylemiyle riskin artması aynı sonuçları doğurmaz. Avrupa’da iç savaşa yol açacak iki halk yok. Türkiye’de 50 yıldır savaşın toplumda yükselmesi, Türk, Kürt iç savaşı sonuçları öyle telefon görüşmelerine, zirve diplomasisine benzemez. Kürt Halk Önderi, barışın öncüsü Sayın Öcalan’la 93’ten beri direk ya da dolaylı olarak görüşmeler, devlet ya da hükümet nezdinde yapılıyordu. Hemen Sayın Öcalan ile görüşülmesi, İmralı tecrit sistemine derhal son verilmesi, ağır hasta tutsakların tahliye edilmesi, infazı yakılan tutsakların bırakılması, siyasi kayyımların geri çekilmesi, seçilenlerin görevine dönmesi, kadına yönelik saldırılara ve anti demokratik uygulamalara son verilmesi gerekiyor. Seçimlerde uygulanan seçmen gasp yöntemlerine son verilmesi gerekiyor. Bunlar zaten mevcut ulusal ve uluslararası yasalarda garantilidir mevcuttur. Uygulamaları illegaldir, suçtur. Savaşa son verildiği zaman lihevkirin olur” sözlerine yer verdi.
‘Kadını yok sayan zihniyete karşı mücadele geleneğinden beslendim’
“Nisêbîn beni yönetti. 5 yıl boyunca Nisêbîn’in dünyadaki ilk üniversite olan “Nisêbis” okulunda çırak oldum. Deneyimlerine katılmak dışında katkım oldu mu emin değilim. Nisêbîn derdimi çekti, bunun özeleştirisini veriyorum. Eğer kabul ederlerse büyük onur duyarım” diyen Ayşe, sözlerini şöyle sürdürdü: “Nisêbîn kadın öncülüğünde kadın serhildan kimliğine sahip kenttir. Nisêbîn, köklerini tarihin derinliğinden almış Mezopotamya’nın kuzeyine açılan penceresi olarak tanımlanır. Farklı inanç ve kimliklerden oluşmuş, farklılıklara karşı hoşgörülü olma gibi en erdemli kimlik değerini kazanmıştır. Zulme karşı serhildana öncülük etmesi bu erdemli kimliğidir. Bu nedenle cinsiyetçi, ırkçı, dinci, mezhepçi, siyasallaştıran iktidarın militarist, paramiliter güçlerinin saldırısına uğramaktadır. Ama bilinmelidir ki 90’lı yıllarda hizbulkontranın (bugün ittifakları) camilere yerleşip faili belli cinayetleri JİTEM’le gerçekleştirdiklerinde Nisêbîn demokratik İslam temsilcileri, seyitleriyle hizbukontrayı Nisêbîn’den çıkardı. Bu hakikat Nisêbîn’in karakteridir. Yine kadını yok sayan zihniyete karşı mücadele eden kadın geleneğinden ve deneyimlerden beslendim.”
‘Nisêbîn Belediyesi dünya dinamiklerini bir araya getirdi’
Nisêbîn’in kadın ve kültür anlamında Kurdistan ve Türkiye’ye örnek bir belediyecilik tecrübesine sahip olduğunu kaydeden Ayşe, belediye başkanlığı döneminde hayata geçirilen ekolojik projelere dikkat çekti. Ayşe, Çaxçax deresine dönük gerçekleştirdikleri bir projeyi şöyle anlattı: “Mahallelerin kanalizasyonu dereye akıtılıyordu. Yazın 45 derece sıcaklıkta on binlerce Nisêbînli eve kapanıp, klima kullanmak zorunda kalıyordu. Yine derenin içine kadar evler inşa edilmişti. Yılda 500’e yakın tifo, kolera ve zehirli böceklerden insan hastalanıyordu. Her sel riskinde 400 hane boşalmak zorunda kalıyordu. Belediyenin halkla yaptığı çalışmada 5-10 metreye kadar inen derenin darlığını 50 metre sağlı, solu açarak, çevresini sosyal donatı alanına dönüştürerek yaşam alanlarına açıldı. Sadece insanlar değil derenin içinde yaşayan Nîsêbin’in bir parçası olan kara kaplumbağaları da koruma altına alındı. Çalışmanın sonunda elektrik kullanımı azaldı, dere kenarında sıcaklık 5-8 derece düştü. Kentin kliması görevini gördü. Devlet hastanesi sıvı kaybı serumunu almaya eskisi kadar ihtiyaç duymadı, hasta sayısı düştü, yatak sorunu azaldı (hastane kayıtlarında var). 500 kişilik hastane açmadık ama hastalanmalarını engelleyen koruyucu önlemlerle hizmetini Nisêbîn başardı. Bu çalışma Türkiye’de birinci oldu, ancak Nisêbîn’de kadın ve parti dışlandığı için açıklanmadı (DSİ kayıtlarında var). Belediye bütçesine çok katkı sundu, ilaçlama gideri yarısından fazla düştü, çocuklar, yaşlılar, engelliler için trafiğe kapatıldı. Sosyal aktivite alanına dönüştü. 400 hane riskten korundu.”
‘Nisêbîn kuzeye açılan penceresini dünyaya açtı’
Nisêbîn’in yerel yönetim çalışmalarının bu kadar öne çıkmasının nedenin kendini ve kentini şeffaf, demokratik, katılımda ısrarcı olan Nisêbînliler den dolayı olduğunu ifade eden Ayşe, “Kuzeye açılan penceresini dünyaya açtı, iki noktayı açmak isterim; Süryani biri utanç duvarına karşı direnişte bir değerlendirme yapmıştı. ‘Kürtler belediye alınca artık biz onlara en iyi şarabımızı, onlar da bize en güzel yemeklerini ikram ederler demiştik ama şimdi anlıyoruz ki bu iş güzel yemek ve şarapla olmaz ortak direnişle olur’ demişti. Bir de ‘kadın yapamaz’ diyenler bir grup olarak eylemden sonra belediyeye gelip ‘Bir itirafta bulunacağız’ dediler. ‘Belki siz kadınlar kimler olduğunu bilmiyordunuz, söyleyenler bizdik. İtiraf edelim biz Nisêbînli erkekler bunu yapamazdık’ dediler. Her ikisini de önemsiyorum. Kadınlar olarak da halkın onayı ile yapılan örnek çalışmaların yanında zulme karşı direniş olmadan değiştirip dönüştürmenin olması neredeyse olanaksızdır. Bana defalarca söylenen bir şeyi söylemek isterim; ‘Sen rant yemiyorsun, zenginleri memnun etmezsen on binlercesi kadından memnun olsa ne olur. Gündemi zenginler belirler.’ Oysa ben tersine tanıklık ettim, ataerkil zihniyetin yalan üzerine kurulu fikirlerinin nasıl temelsiz olduğunu gördüm. Yine yıllarca sınır tanımayan, asla parçalanmayı kabul etmeyen Nisêbîn, yarısının yaşadığı Rojava’da tüm engellemelere rağmen, yüzbinlerce ton yardımla yan yana durdu. Van depremi ile dayanışarak, Kürdistan ve Türkiye’nin acı ve sevinçlerini paylaştı” dedi.
‘Hiçbir şeyin yarım kalmayacağını biliyordum’
Kayyım atamalarıyla “yarım kalan projeler” söylemlerinin tam anlamıyla mücadeleyi tanımlayamadığını, demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmanın bin yılların talan, rant ve yıkımıyla mücadele ettiğini dile getiren Ayşe, kendisinden sonra da Sara Kaya ve Cengiz Kök’ün bu mücadeleyi sürdürdüğünü ekledi. Ayşe, “2019-2024 dönemi için Nisêbîn’liler sömürgeci kayyımlardan belediyeyi tekrar aldı. Sevgili Semire Nergiz ve Ferhat Kut ile devam dedi. Onlara da kayyım atandı” ifadelerine yer verdi.
‘Tek adam hatırına kayyım atandı’
Ayşe, DEM Parti belediye eşbaşkanlığa aday olanlara ilişkin ise “Seçilenlere ilk önerim paradigmaya uymaları ve ortak neye karar verilmişse ondan milim uzaklaşmamaları, insani, vicdani, ahlaki meşruluğa sahip çıkmaları. Bedeli ne olursa olsun. Eğer bir değişiklik yapılacaksa kararın ortak aldığını katılımcılarla yapılması, yoksa bol keseden konuşup bürokratik pozisyonlara asla girmesinler. On yıllardır mücadele ile inşa edilen kazanımlara sahip çıkmak ve daha da ilerletmek olmazsa olmazlardandır. Başta toplumun yarısı kadınlar ve tüm demokratik dinamiklerle ortak mücadele ile kendimizi, kentimizi birlikte yönetmez isek hızla kaybederiz. Kürdistan’da neredeyse tüm belediyelere kayyım atandı. Kayyım atamaları için Süleyman Soylu bir programda bir gün; ‘Ben İçişleri Bakanı oldum. Cumhurbaşkanımız beni çağırdı. 'Süleyman, ben bu HDP'nin belediyelerinden rahatsızım. Bunları derhal görevden alacaksın' dedi. İki gün geçti, hepsini görevden aldık’ dedi. Hiçbir hukuksuzluğu gerekçe gösteremedi, tek adamın seçimde alamadığı belediyelerden rahatsız olması hatırına kayyım atandı. On milyonların iradesi işgal edildi, sömürge valili, kaymakamlar atandı. Bundan daha fazla çürümüş mafya, çeteleşmiş bir sistem olamaz. Tükenmişliğin hukuksuzluğun delildir, ben de Süleyman Soylu ve atadığı kayyımların görev yaptığım dönemde kamu malına verdiği zarardan ve onları atayan Soylu hakkında Mardin Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulundum. Çağrım; bir daha kayyım atanmasın diye demokratik mücadeleden asla taviz vermemektir” önerilerinde bulundu.
‘Bize düşen sorumluluk varsa bir avukat kadar yakınız’
Ayşe son olarak şunları söyledi: “Zulme, ret ve inkara, tecride karşı verdiğimiz mücadeleyi asla kriminalize, terörize, illegalize edemesinler diye her türlü direniş meşrudur. Eğer bu garanti haklarımızdan vazgeçersek ortada savunacak hiçbir şey kalmaz. ‘Suçişleri bakanı’ adını almış biridir Süleyman Soylu. Ataerkil ulus devletin yaptıklarının hiçbir hükmü yoktur. Buna karşı aralıksız direnmek en temel haktır. Tüm aday eşbaşkanlarımızı kutluyor, şimdiden aday olan eşbaşkanlarımıza çağrımdır; girmedik ev bırakmayın. Dokunmadık insan kalmasın diye gece gündüz çalışacağınıza inancımız tamdır. Bize düşen sorumluluk olursa bir avukat kadar yakınız. Herkesi sevgi ve özlemle kucaklıyoruz.”