Nursel Aydoğan, 2013 sürecini anlattı!
- 09:01 3 Ocak 2024
- Siyaset
Melek Avcı
ANKARA - HDP eski milletvekili Nursel Aydoğan, çözüm sürecini bitirilerek savaş siyasetine çekilen toplumun krizlerle boğuştuğunu belirterek, “Savaş siyaseti çözümsüzlük siyasetidir. AKP- MHP iktidarının bu politikadaki ısrarı er ya da geç kendisine de kaybettirecektir. Gelinen nokta; çoklu krizler, artan Kürt düşmanlığı, birlikte yaşam koşullarının giderek zayıflamasıdır” dedi.
AKP iktidarının savaşı derinleştirdiği 2011 ile 2012 yılında, PKK ve PAJK’lı tutuklular 12 Eylül 2012’de PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın özgürlük, sağlık ve güvenlik koşullarının bir an önce ve koşulsuz bir biçimde sağlanması, anadil üzerindeki ırkçı ve inkarcı uygulamalara son verilmesi ve eğitim önündeki engellerin kaldırılması için açlık grevine başladıklarını duyurmuştu. Mehmet Öcalan’ın 17 Kasım 2012’de İmralı Adası’nda yaptığı görüşmenin ardından PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla açlık grevi eylemleri 18 Kasım 2012’de sonlandırılmıştı. Eylemlerin sona erdirilmesinin ardından dönemin Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Ahmet Türk ile dönemin Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Êlih Milletvekili Ayla Akat Ata’nın 3 Ocak 2013’te İmralı Adası’na yaptığı ziyaret, 5 Nisan 2015’e kadar devam edecek olan sürecin başlangıcı oldu. Bu süreç içerisinde toplumda huzur ortamının gelişeceğine dair umut büyüdü. Ancak AKP iktidarı 5 Nisan 2015 tarihinde Abdullah Öcalan ile görüşmeleri sonlandırarak adım adım savaş ve çatışma ortamının yeniden yaşanmasına zemin hazırladı.
“Hükümet anadilde savunma hakkı kanununu Meclisten geçirdi. Böylelikle açlık grevleri, anadilde savunma hakkının kazanılmasını sağladı ve aynı zamanda yeni bir sürecin de önünü açtı.”
* Milletvekili olduğunuz dönemde Kürt sorununun demokratik çözümü için PKK Lideri Abdullah Öcalan ile İmralı’da ilk görüşme süreci yaşandı. 3 Ocak 2013 tarihinde yapılan bu görüşmeyi ve süreci biraz anlatırmısınız?
2012 yılı çatışmaların yoğunlaştığı ve Kürt halkının demokratik mücadelesini yükselttiği bir yıldı. İmralı’da cezaevinde Sayın Öcalan, 27 Temmuz 2011 yılından beri avukatları ve ailesi ile görüştürülmüyordu. Bu nedenle cezaevindeki KCK’li tutsaklar anadilde savunma hakkı ve Sayın Öcalan’a uygulanan tecride son verilmesi için açlık grevlerine başlamışlardı. Siyasi hava süresiz dönüşümsüz açlık grevleri nedeniyle çok hareketli ve gergindi. Hemen hemen her gün siyasi parti o dönem de BDP, gençlik, kadın meclisleri, insan hakları örgütleri, aydınlar, sivil toplum örgütleri eylemdeydi. Milletvekilleri ve belediye başkanları da tutsakların taleplerinin karşılanması için Demokratik Toplum Kongresi’nde açlık grevine başlamışlardı. Bu grevler 60’lı günleri geçmişti ve hükümetin talepleri karşılama noktasında bir yaklaşımı yoktu ve artık cezaevlerinden ölümlerin beklendiği bir sürece girilmişti. Açlık grevlerinin 67’inci gününde İmralı’da Sayın Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’la yaptığı görüşmede “hiç bir tereddütte kalmadan, bir an önce açlık grevine son versinler” çağrısı üzerine açlık grevleri 68’inci gününde sona erdi. Hükümet anadilde savunma hakkı kanununu Meclis’ten geçirdi. Böylelikle açlık grevleri, anadilde savunma hakkının kazanılmasını sağladı ve aynı zamanda yeni bir sürecin de önünü açtı. Basın ve kamuoyu çözüm tartışmaları yapmaya başlamıştı ve sonuç olarak dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan, 28 Aralık 2012 ‘de Milli İstihbarat Teşkilatı'nın Abdullah Öcalan'a ziyaretlerde bulunduğunu duyurmasının ardından 3 Ocak 2013’de Ahmet Türk ve BDP milletvekili Ayla Akat Ata’nın İmralı'ya giderek Sayın Öcalan ile görüşmesiyle “çözüm ve barış” süreci başlamış oldu.
“Türkiye genelinde barış rüzgarları esmeye başlamıştı. Kamuoyu araştırmalarında çözüm sürecine destek yüzde 60-90 arasındaydı. Barış ortamının hem siyasi alana hem de ekonomik alana yansımaları olumlu oldu. Çözüm sürecine destek vermek amacıyla yapılan tüm eylem ve etkinliklerin kitlesel olarak sahiplenildiği bu süreç barışa duyulan özlemin ne kadar büyük olduğunu göstermiştir.”
* Bu ilk görüşmelerin ardından Türkiye ve Kürdistan'da neler yaşandı? Siyasi ve toplumsal atmosfer nasıldı?
Şüphesiz ki Ahmet Türk ve Ayla Akat Ata’nın İmralı’da yaptığı bu ilk görüşme sadece Kürt halkı için değil, tüm toplumsal kesimler açısından önemli bir görüşmeydi. Yıllar sonra ilk kez İmralı’ya gidilmesi Kürt halkını ve dostlarını çok heyecanlandırdı, sevindirdi, çözüme dair umutlarını arttırırken çözüm karşıtlarını da kızdırdı. Ama barış isteyenlerin sesinin yüksekliğinden dolayı çok görünür olamadılar. Çözüm umudunu güçlendiren bu ilk görüşmenin tartışmaları devam ederken, 9 Ocak 2013 günü Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez katledildi. Sayın Öcalan, bu katliamı başlayacak olan çözüm sürecine darbe olarak değerlendirdi. Moraller elbette bozulmuştu ama Sayın Öcalan’ın sürecin devam edeceğini söylemesinin ardından bozulan moraller tekrar yerine geldi. Üstelik bu kez Türkiye’de Kürt sorunu ve çözümü en geniş şekilde tartışılmaya başlandı. Basının ana konusu İmralı’da yapılan görüşmeler olmuştu. Sayın Öcalan’ın “Demokratik Çözüm ve Barış Süreci” olarak tanımladığı bu süreçte ilk aylarda BDP Milletvekili Pervin Buldan, Sırrı Süreyya Önder, Selahattin Demirtaş ve Altan Tan İmralı Adası'na gidip görüşmeler yaptılar. Hükümet ile 2 buçuk ay süren görüşmelerin ardından Sayın Öcalan’ın hem Türkçe hem de Kürtçe olarak yazdığı, tarihi olarak değerlendirilen mektup, 21 Mart 2013 Diyarbakır Newroz kutlamalarında okundu. Mektup PKK’nin silahlı güçlerini Türkiye topraklarından çekmesinin ve ateşkesin başlangıcı olacağı anlamına geliyordu. 1 milyondan fazla kişinin katıldığı bu tarihi Newroz siyasetin yönünü belirlemişti. Artık Diyarbakır’da, bölgede ve Türkiye genelinde barış rüzgarları esmeye başlamıştı. Oluşan bu atmosfer çözüm sürecini halka anlatmak ve destek almak için kurulan “Akil İnsanların” çalışmalarının sonuçlarına yansıdı. Kamuoyu araştırmalarında çözüm sürecine destek yüzde 60-90 arasındaydı. Barış ortamının hem siyasi alana hem de ekonomik alana yansımaları olumlu oldu. Fakat, Haziran 2013’de KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan’ın "devletin süreci sabote ettiğini bu yüzden sürece dair ciddi kaygılarının oluştuğunu" söylemesi bir şeylerin yanlış gittiğini ortaya çıkardı. Kalekolların yapılmaya başlanması süreci zora sokan en önemli gelişmeydi. Bunu engellemek için yapılan eylemde Medeni Yıldırım Lice’de askerler tarafından katledildi. Geri çekilme sürecinde yaşanan tüm kayıplara rağmen süreç devam ettirildi. Bu arada çözüm sürecini izleme komisyonları kuruldu. Kürt halkı süreci iyi sahiplendi. PKK’nin askeri güçlerini sınır dışına çekmesi sonucunda asker ölümlerinin gelmemesi Türkiye toplumunun geneline rahat bir nefes aldırdı. Çözüm sürecine destek vermek amacıyla yapılan tüm eylem ve etkinliklerin kitlesel olarak sahiplenildiği bu süreç, barışa duyulan özlemin ne kadar büyük olduğunu göstermiştir.
* Başlatılan süreç defalarca sabote edilmeye çalışıldı, Türkiye tarafından, fakat Kürt halkı çözümde ısrar eden taraf oldu. Bu süreci PKK Lideri Abdullah Öcalan nasıl ele aldı?
Bizim “Demokratik çözüm ve barış süreci”, AKP iktidarının milli birlik ve kardeşlik projesi dediği bu sürecin en önemli sonuçlarından biri de Dolmabahçe Mutabakatı’dır. Erdoğan tarafından bizzat tanınmadığının açıklanmasından sonra Sayın Öcalan, bu karar çözüm sürecinin bitirildiği ve bundan sonra hiç bir şekilde görüşmelerin yapılmayacağı anlamına geldiğini söyledi. Ve öyle de oldu. Son görüşmenin yapıldığı tarih 5 Nisan 2015 tarihli görüşme oldu. Yine yaptığı değerlendirmede çözüm sürecinin başarıya ulaşması için elinden geleni yaptığını, yine de “bir iğne deliği kadar ışık görsem çözüm sürecinin başarıya ulaşması için çalışacağım” demişti. Ama iktidarın 30 Ekim 2014 de Milli Güvenlik Kurulu’nda aldığı çöktürme planı kararı devreye konulduğundan o günden bu yana çözüm için iktidarın bir yaklaşımı olmadı.
“Çözüm sürecini bitirme kararı Kobanê direnişinin zaferle sonuçlanması ve DAİŞ’in yenilgisinin ardından verilmişti. 30 Ekim 2014 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu sürecin bitirilmesi kararını almıştı. Gizli alınan bu karar sonrasında deşifre oldu.”
* Çözüm süreci ısrarla sürdürülmek istenmesine rağmen AKP Ceylanpınar’daki eylemi gerekçe göstererek süreci sonlandırdığını açıkladı. Çözüm süreci AKP tarafından gerçekten neden bitirilmişti?
Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesinin tarihi 22 Temmuz 2015’di. Bu nedenle çözüm süreci bitirildi. AKP iktidarı tarafından çözüm sürecinin neden bitirdiği ile ilgili toplumu ikna edecek bir gerekçeye ihtiyaç vardı ve aranan gerekçe de bulunmuştu. Aslında çözüm sürecini bitirme kararı Kobanê direnişinin zaferle sonuçlanması ve DAİŞ’in yenilgisinin ardından verilmişti. 30 Ekim 2014 tarihinde toplanan Milli Güvenlik Kurulu sürecin bitirilmesi kararını almıştı. Gizli alınan bu karar sonrasında deşifre oldu. Bu kararın ardından HDP’ye yönelik yapılan tüm saldırılara rağmen HDP’nin barajı aşıp 80 milletvekili çıkarması tek başlarına iktidar olmalarını engelledi. Koalisyon yapmayıp erken seçim kararı almalarının da durumu fazla değiştirmeyeceğini anlayınca geriye süreci bitirdiklerini ve 24 Temmuz 2015 tarihiyle savaş sürecinin başladığını ilan etmek kaldı. Savaş ilanının ardından bombalar patlamaya, HDP binaları yakılıp yıkılmaya ve tutuklamalara başladılar. İktidar tarafından 400 milletvekili verin, işi bitirin yoksa gerisine katlanırsınız denilerek büyük bir tedirginlik yaratıldı. Sonuçta 1 Kasım’da tekrar tek başlarına iktidara geldiler. Yani tek başına iktidarlarını sürdürmek için aldıkları HDP’yi ve PKK’yi tasfiye planı günümüzde halen devam ediyor.
“AKP- MHP iktidarının bu politikadaki ısrarı er ya da geç kendisine de kaybettirecektir. Tüm halkların eşit ve özgürlüğüne dayalı bir çözüm artık kaçınılmazdır. Bu nedenle tecrit artık sürdürülemez, sürdürülmemeli, derhal kaldırılmalı diyalog süreci başlatılmalıdır. Mücadelemizi büyüterek 2024 yılını özgürlük yılı yapabiliriz.”
* Çözüm sürecinin bitirilmesinden bu yana Kurdistan'ın dört parçasında savaş siyaseti yürütülüyor ve Abdullah Öcalan'dan tek bir haber dahi alınamıyor. Günümüze baktığınızda tüm bunları nasıl okumak gerekir?
Savaş siyaseti çözümsüzlük siyasetidir. Türkiye toplumuna her geçen gün kaybettiren bir siyasettir. AKP- MHP iktidarının bu politikadaki ısrarı er ya da geç kendisine de kaybettirecektir. Bunu yaşayarak göreceğiz. Kaybetmek istemiyorlarsa İmralı’ya gitmek, çözüm masasını tekrar kurmak ve 100 yıldır çözülmeyen Kürt sorununu çözmek durumundalar. İmralı’da 3 yıla yakındır sürdürülen mutlak tecrit işkencesinden aldıkları sonuç nedir diye sormak gerekiyor gerçekten. Tecrit politikası ile Sayın Öcalan’ı unutturmak ve halkla bağını koparmak istediler. Ama olmadı. 25 yıllık tutsaklığa ve tecrit durumuna rağmen Sayın Öcalan, Kürt halkının kırmızı çizgisi olmaya devam ediyor. Tecrit ile yapılmak istenilen ruhsal ve psikolojik durumunun bozulması, üretimsiz kılınması başarılamadı. Sayın Öcalan’ın bir görüşmede “kırmızı çizgimdir” dediği Rojava’ya karşı yürütülen tüm tasfiye operasyonlarına rağmen özyönetim inşası devam ediyor. Çöktürme planından alınmak istenilen ve halen devam eden siyasi parti ve PKK’nin tasfiyesi sonuç vermemiştir. Gelinen nokta; çoklu krizler, artan Kürt düşmanlığı, birlikte yaşam koşullarının giderek zayıflamasıdır. Sayın Öcalan’ın 21 Mart 2013 Newrozu’nda okunan mektubunda, ”Çanakkale’de birlikte mücadele verdik. 1920’de Meclis’i birlikte açtık. Ortak geçmişimiz, ortak geleceğimizi birlikte kurmamız gerektiğini bize gösteriyor” diyerek çözümün yolunu herkese göstermiştir. Tüm halkların eşit ve özgürlüğüne dayalı bir çözüm artık kaçınılmazdır. Bu nedenle tecrit artık sürdürülemez, sürdürülmemeli, derhal kaldırılmalı diyalog süreci başlatılmalıdır. Mücadelemizi büyüterek 2024 yılını özgürlük yılı yapabiliriz.