Yönetmen Gül Büyükbeşe: Oradaki bütün mesele Kürtlerin varlığı
- 09:05 18 Ekim 2019
- Kültür Sanat
İZMİR - TSK’nin Kuzey ve Doğu Suriye’ye yönelik saldırıları ve “güvenli bölge” planı ile DAİŞ çetelerinin yeniden harekete geçeceği kaygısı yaşanırken, bu çetelerin Türkiye’de gerçekleştirdiği 4 katliama ışık tutan ‘Ölüm Ne Yana Düşer Usta’ belgeselinin yönetmeni Gül Büyükbeşe, “Türkiye’nin Suriye politikasının ‘gerektirdiği’ IŞİD’le bir alışverişten söz etmek yanlış olmaz. Uydurmuyoruz” dedi.
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve ona bağlı ÖSO grupları ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye karşı başlattığı operasyon, 9 Ekim’den bu yana sürerken, bu süre içinde yüzlerce sivil yaşamını yitirdi. Bombardıman sırasında Kuzey ve Doğu Suriye cezaevlerinde bulunan DAİŞ çeteleri kaçarken, hem Türkiye halkları hem de dünya çetelerin varlığından kaygılı.
Oysa DAİŞ çetelerinin Türkiye’de gerçekleştirdiği 4 büyük katliamda çocuklar dahil yüzlerce insan yaşamını yitirdi, yüzlercesi yaralandı. Tam da bu süreçte, yönetmenliğini Gül Büyükbeşe’nin yapımcılığını da Sibel Tekin’in yaptığı “Ölüm Ne Yana Düşer Usta” adlı belgesel filmi dikkat çekiyor. Çünkü belgeselde, 5 Haziran 2015 Diyarbakır Mitingi, 20 Temmuz Suruç katliamı, 10 Ekim Ankara Gar Katliamı, 20 Ağustos 2016 Antep Düğün katliamlarına ışık tutuluyor.
‘Bir daha eskisi gibi olmadı’
Aynı zamanda Ankara katliamı tanıklarından Gül, kimsenin hayatlarını bir daha eskisi gibi yaşayamadığını belirterek, 30 yıllık belgeselci olarak öncelikle belgeselin altından kalkamayacaklarını hissine kapılırken, geleceğe belge bırakmanın bir belgeselcinin en temel görevi olduğu düşüncesiyle çalışmalara başladıklarını ifade etti. Belgeselin neden sadece Ankara katliamını içermediğini anlatan Gül, “Çünkü içine girip okudukça, iddianame ile karşılaşınca bunun tek bir katliam ile anılamayacağını kavradık ve hemen öncesindeki Suruç’a baktık, onun hemen öncesinde Amed’e baktık. IŞİD denen karanlık örgütün Türkiye yapılanmasının, Türkiye’ye yönelik eylem niyeti olan yegâne hücre olan Antep hücresinin ‘eseri.’ Antep düğün katliamını da dördüncü olarak ekledik” dedi.
‘Katliamı gerçekleştiren IŞİD militanlarını devlet takip ediyordu’
Katliamları işleyen hücrenin önde gelen ve 2016’lara kadar hayatta olan çetelerin 2012’den itibaren 85 kez teknik takibe alınarak sürekli izlendiklerini ama hiç operasyona dönüştürülmediğini söyleyen Gül, “Bu insanların nerede yaşadıkları, hangi evi hücre olarak kullandıkları, hangi depolarda amonyum ve onlarca malzemeyi tutukları bilgi dahilinde olmuş bir şey ve bütün avukat arkadaşlarımın söylediği bir şey vardı; eğer Diyarbakır’da düzgün bir soruşturma yapılsaydı Suruç olmayacaktı, Suruç’ta düzgün bir soruşturma yapılsaydı ya da gizlilik kararı çıkmasaydı ve avukatlara inceleme imkânı verilseydi Ankara olmayacaktı. Çünkü biliyorsunuz Suruç ve Ankara katliamını gerçekleştiren iki canlı bomba kardeş. Bunlar aranan iki kardeş” dedi.
‘Öfke diri tutuyor’
Bunca şeyi bilmenin, öfkenin hep canlı kalmasını, öfkenin ise ayakta tuttuğunu ifade eden Gül, evlatlarını kaybetmiş annelerin, sevgililerin, eşlerini kaybetmiş insanların, annelerini, babalarını kaybetmiş evlatların duygularını oldukça yoğun yaşadığını aktardı. Muhalif herhangi bir belgeselcinin kolay kolay sırtını dönemeyeceği bir durumla karşı karşıya kaldıklarını vurgulayan Gül, “O nedenle bir tür sorumlulukla yaptık. Bir de elimizde ciddi biz birikim oldu. İddianameler polis kayıtları vs. derken özel arşivlerden topladığımız görüntüler… Elimizde ciddi bir veri oluştu. Filmde çok azını kullanabildik. Dolayısıyla şimdi Türkiye’de de denenmemiş interaktif belgesel haline getirdik. İnteraktif belgesel sürekli kendini yenileyebilir. Türkiye gibi ülkelerde gündem sürekli kendini ürettiği için sürekli akar gider” diye belirtti.
‘İçinden geçilen sürecin analize ve teorik altyapıya ihtiyacı var’
Belgesele ilişkin tanıklıklardan ve avukatların verdiği bilgilere dayanarak, DAİŞ’i anlatan bir kitapla teorik altyapıyı oluşturmak istediklerini dile getiren Gül, “Türkiye’nin içinden geçtiği sürecin, emperyalizmin taşeronluğunun, Suriye’deki çılgınlığın da bir teorik altyapıya ihtiyacı var. Türkiye politikasının neden değiştiği ortaya çıksın. Bir sürü katliamda hedef kitlesinin neden onlar olduğu anlaşılsın. Birkaç röportaj daha yaparak bunu kitaba dönüştürme fikrimiz de var ama basacak yayınevi bulabilirsek. Enflasyon nedeniyle basılamayabilir ama en azından internete koyabiliriz” sözlerini kullandı.
‘Türkiye’nin Suriye’deki tek meselesi Kürt varlığı’
Türkiye’nin Suriye politikasının Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi ve “Rojava Devrimi” ile değiştiğini ifade eden Gül, “Avrupa’daki bütün cihatçılar, Türkiye üzerinden geçtiği için, muhalif kesimler dışında Türkiye’yi zorlayacak hamleler yapmadı. Ne zaman ki Türkiye gönülsüz de olsa uluslararası koalisyona girip uluslararası uçuşlara hava sahasını açıyor ondan sonra IŞİD’in hedef kitlesi bütün Türkiye oluyor. Türkiye’nin ‘güvenli bölgesi’yle aslında bu devam ediyor. Elde etmeye çalıştığı yerin demografik yapısını değiştirmeye çalıştığını hepimiz biliyoruz. Oradaki bütün mesele Kürt varlığı. Bu Suriye politikasını belirlediği için IŞİD’le olan ‘ilişkisini’ de yan yana gelişlerini de belirler hale geliyor” diye konuştu.
‘Türkiye’nin IŞİD’le alışverişini uydurmuyoruz’
Ankara katliamının firari sanıklarından ve üç katliamın faili konumundaki DAİŞ’in sınır emiri İlhami Balı’nın yaşayıp yaşamadığının bilinemediğinin söylendiğini belirten Gül, “2016’da İlhami Balı saçı sakalı kesilerek Ankara’da bir otelde konuk edilmiş. Saygın diye YPG’nin elinde olduğu söylenen üst düzey bir IŞİD’linin açıklamaları var, ‘10 Ekim günü biz toplantı halindeydik. Siz mi yaptınız diye sordular’ diyor. Dolayısıyla Suriye politikasının ‘gerektirdiği’ IŞİD’le bir alışverişten söz etmek yanlış olmaz. Uydurmuyoruz” ifadelerini kullandı.
Gül ayrıca, “Barış isteyen insanların hikayelerini anlatmaya ve barış demeye devam edeceğiz” diye sözlerine ekledi.
‘Polislerin saldırıları kayıtlarda görülebiliyor’
Video aktivisti, belgeselci ve bireysel kamera kullanan birçok kişinin görüntülerinden faydalandıklarını söyleyen filmin yapımcısı Sibel Tekin de şunları dile getirdi: “Katliamın ertesi günü Ankara’ya gittim. Hala anmaları, mahkemeleri takip ediyorum. Öyle olunca aileleri, yaralıları daha çok biliyorum, yapımcılığım da çok insan tanımamdan kaynaklı. 10 Ekim çok yakından bildiğimiz bir şeydi, Suruç da öyle oldu. Anmalarda onların yanında olma ihtiyacı hissediyoruz. Birçok yerden görüntüler verildi. Daha önce Rojava belgeselini yapan arkadaş dedi. Fotoğraf ve video aktivisti arkadaşlar. İmece kameramanı İdris Dedeoğlu, Turgut abi kayıttan hiç çıkmadı zaten, polislerin saldırıları görülebiliyordu” dedi.
‘Bakamadığımız görüntüleri kullanmadık’
Sibel, binlerce görüntüden seçim yapılırken, bakamadıkları görüntüyü kullanmama kararı aldıklarını dile getirerek, “Aramızda da bu işin sınırının ne olacağını da tartıştık. Bir yandan orada yaşayan kitleye ne yaşandığını anlatmak zorundaydık. Bir yandan da orada olan insanların yaraları o kadar açık ki sayılabileceklerin sınırı var. En zorlandığımız da o olacak” diye konuştu.