Farklı tahayyüller, farklı çözümler
- 09:03 11 Şubat 2022
- Jıneolojî Tartışmaları
“Biz, sınıflı toplumlarda, egemen ideolojinin biçimlendirdiği masallarla ve toplumsal cinsiyet rolleriyle örülmemiş bir dünyada büyüyecek çocukların yaşayacağı bir dünyayı ve bu kuşakların oluşturacağı komünal toplumsal formları tahayyül ediyoruz. Sınıfların ortadan kalktığı, kimsenin ne renginden ne dilinden, ne cinsiyetinden, cinsel kimliğinden ve yöneliminden, ne de ulusundan dolayı baskı ve ayrımcılığa uğradığı bir dünyada tüm yeti ve yeteneklerimiz, yaratıcı etkinliklerimizle kendimizi gerçekleştireceğimiz bir geleceğin düşünü kuruyoruz.”
Hêvî Devrim
“Aileniz batsın” feministlerin ortaklaştığı bir sözdür. Sosyalistinden, radikaline feminist hareketlerin hepsi aile kurumunu yok etmekten bahsetmektedir. Bu önemli bir ayrım çizgisidir. Ancak feminist hareketin temel zaafı, aile kurumunun köklendiği sınıflı toplum gerçekliğine ve bunun gündeki siyasal karşılığı olan burjuva-faşist devleti yıkma perspektifine uzak olmalarıdır. Kuşkusuz devleti yıkma perspektifini savunanların da olduğu söylenecektir. Ancak yeni bir yaşam tahayyülü, eğer reformcu bir hatta gelişmeyecekse, yıkıcılığı esas alan kurucu bir şiddeti ve bunu gerçekleştirecek bir örgütsel formu gerektirir. İşte feminist harekette olmayan da budur. Sosyalist feministlerin aile sorununa yaklaşımdaki duruşu, oldukça radikal bir çıkış gibi görülür.
‘Aileye bağımlı değiliz’
Ancak yıkıcı-yaratıcı bir süreç olan devrime bağlanmaksızın söylenen her söz gök kubbede hoş bir sedadır. Sosyalist feministlerin bu konuda değerlendirmesi şöyle: “Bugün egemen olan ve bize dayatılan ailenin tek meşru ve istenen yaşama biçimi olduğu düşüncesini reddediyoruz. Evlilik kurumunun, dayatılan heteroseksüel çekirdek aileye sağladığı saygınlık, meşruluk ve ayrıcalıklar diğer bütün ilişki biçimlerini dışlıyor, meşruiyet sınırlarının dışına itiyor. Bu hakların ve meşruluğun, evliliğin önemini yitirmesini sağlayacak şekilde, başka birlikte yaşam biçimlerine de yayılmasını, genişlemesi istiyoruz. (...) Aileye bağımlı değiliz, muhtaç değiliz; sevgi için de dayanışma için de aile şart değil. Kan bağı temelli, üreme odaklı heteroseksist aile bizi ne özgürleştirir ne de güçlendirir; bize ancak mutsuz bir hayat vaat edebilir. İhtiyaçlarımızın daha eşit, daha özgür, daha kolektif biçimlerde karşılanması mümkün. Aile yıkılmayacak kale değil. Aile dışında hayat var!”
Aileye tanınmış haklar farklı yaşam formları için de tanınmalı
Patriyarkal kapitalist sistemin, emek gücünün yeniden üretim yükünü sırtlamış olan aile kurumundan vazgeçmesi düşünülemez. Bu nedenle “aileniz batsın” diyen feminist hareketin bu sloganı, kapitalist üretim ilişkilerini hedeflemeksizin, burjuva faşist devlete karşı yıkıcı bir şiddeti içermeksizin oldukça naif bir slogan olarak kalmaktadır. Diğer yandan, metnin tamamında bir yandan en radikal slogan atılıyor, diğer yandan sosyal reform kategorisinde (kapitalizmle, özel mülkiyet dünyasıyla barışık bir halde), aileye tanınmış olan hakların farklı yaşam formları için de tanınması talep ediliyor.
Kapitalist sistem aileyi sömürünün içsel yasalarına bağladı
Aile, patriyarka, kapitalist sistemle ortaya çıkmadı. Ancak o, mevut olanı, aileyi dönüştürerek sömürünün içsel yasalarına bağladı. Cinsel baskı ve sömürüyü kapitalist sömürünün temel dinamiklerinden birisi haline getirdi. Nasıl mı? Evde yapılan ve aynı zamanda kadının da öznesi olduğu üretimi dağıttı, bu üretimi sanayileştirdi. Köylülüğün çözülmesi de bu sürecin bir parçasıdır. Aile, böylece üretimin değil tüketimin ve emek gücünün üretim ve yeniden üretiminin asli sahası olarak dönüştü. Kadını üretimden koparıp salt özelleşmiş yeniden üretimin sürdürücüsü haline getiren kapitalizm, üretim ilişkilerinin gelişimi ile birlikte kadın emeğini toplumsallaştırarak yeniden onu üretime bağladı. Bu süreci, kapitalizmle uyumlu patriyarka ile nizalı bir biçimde okuyan, açık ya da örtük kadın sorununun çözümünü kapitalizmin gelişmişlik düzeyine bağlamaktadırlar. Her evde, çamaşır makinası, bulaşık makinası, elektrik süpürgesi ve mutfak robotları var. Ev aletleri teknolojisinin gelişimi, kadın için adeta bir devrimdir. Ama sonuçta özgürlüğe açılan yolda sadece minicik bir adımdır. Toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal iş bölümünün yasaları hükmünü yitirmemiştir. Çamaşır makinasına çamaşırları atan, düğmeye basan kadındır. Keza çamaşır yıkandıktan sonra onları makinadan çıkarıp asan veya katlayıp kaldıran da kadındır. Çamaşır makinası kaç saat çalışıyorsa ona göre zamanını planlayan kadındır. Yani bu iş sadece hafiflemiştir, ama kadının sırtından kalkmamıştır. Erkek, kadına yardım eden olarak arada devreye girer. Ama kadın yeniden üretim sürecinin, bu sefer organizasyonel yönü artmış olarak hala yüklenicisidir. Kadın emeğinin, yeniden üretimdeki bu asli rolü kalkmaksızın kadın sorunu ilelebet devam edecektir. Bugün gelişmiş kapitalist ülkelerde kadın sorununun, toplumsal cinsiyet rollerinin varlığını sürdürmesine kaynaklık eden de budur.
Özgür ve eşit bir yaşam gerekli
Bize aile içinde daha demokratik ilişkiler değil, tam hak eşitliğinin söz konusu olduğu, kadınla erkek arasında aşk ve sevgiden başka hiçbir bağlayıcı ilişkinin olmadığı özgür ve eşit bir yaşam gereklidir. Ancak bu da patriyarkal kapitalist sistemin söz konusu olduğu bir dünyada filizlenemez. Zira bu dünyada tüm ilişkiler özel mülkiyetle lekelidir. Meta üretim ve egemenlik ilişkilerinin kör yasalarına bağlıdır. Nasıl ki düzeltilmiş kapitalizm sadece kapitalizmin aşırılıklarını hedeflemekten ve ortadan kaldırmaktan öteye gidemiyorsa, demokratik aile yapısı da düzeltilmiş patriyarkanın sınırlarını aşamaz. Bunun yaşanmış örnekleri mevcuttur. Sosyal demokrasinin söz konusu olduğu İskandinav ülkeleri bize yeterli veriyi sunar. Burada sosyal devlet yönü son dönemde kısmen törpülenmiş olsa da yeniden üretim, büyük oranda toplumsallaştırılmıştır. Ancak toplumsal cinsiyet rollerinin etkisi kırılamamıştır. Zira iş bölümü yine büyük oranda cinsiyetlidir.
Kadının kurtuluşu erkeğin de kurtuluşudur
Kadını, erkeği, çocuğu birbirine bağımlı hale getirip yabancılaştıran, kadını ve çocuğu erkeğe köle kılan patriyarkal kapitalist sistemin vazgeçilmez kurumlarından aile, sosyalizmle birlikte varlık koşullarını kaybeder ve komünizmin özgürlük dünyasında artık ona yer yoktur. Neoliberal sermaye birikim rejiminin içeriden çözüp çürütüyor olmasına karşı ailenin yokluğunu dert edinmiyor ve demokratik aile formu adı altında aileye güzellemeler dizmiyoruz. Sınıflı toplumun bir kurumunu isteyecek en son kişiler, sınıfsız toplum ideali uğruna mücadele eden komünistlerdir. Kadının kurtuluşu, kendi insanlığına yabancılaşıp evdeki burjuva olarak konumlanan erkeğin de kurtuluşudur.
Toplumsal iş bölümünün sönümlenmesi ile aile tedavülden kalkacaktır
Komünizm, devletin yanı sıra sınıflı toplumların serpilip gelişebileceği toplumsal iş bölümü ve çelişkilerin sönümlenmesi ile özgür bireyler ve bu özgür bireylerin oluşturduğu gönüllü birlikteliklerle var olur. İnsan insana ilişkinin en doğal ve yalın hali olan aşk, ancak komünist toplumda tüm prangalarından kurtulmuş olarak özgür ve özgürleştirici olur.
Tüm gereksinimleri toplum tarafından karşılanmış bir çocuk, zorunluluğun kör yasalarınca belirlenen hiçbir bağla ne anne ne de babasına bağlanacaktır. Kadını erkeğe, erkeği kadına bağlayan şey, yaşamsal ve özel mülkiyet dünyasının içerisinde şekillenen ihtiyaçlar değil sadece sevgi/aşk olacaktır. Kadının, erkeğin, çocuğun birbirine mahkûm olmasını gerektiren hiçbir ilişki ve koşul kalmayacaktır. İşte bu, özgür bireylerin özgür ilişkileri temelinde geliştireceği, bugünden adını, şeklini şemalini belirleyemeyeceğimiz bir toplumsallıktır.
Kendimizi gerçekleştireceğimiz bir geleceğin düşünü kuruyoruz
Turgut Uyar, “Kadınlık Zor Zanaat” adlı şiirinde, “Biri kurbağa öper, /Biri yüzyıllarca uyur. /Biri yedi cüceyle yaşar, /Biri kuleye kapatılır. /Bir masal prensesi olsan bile kadınlık zor” der. Biz, sınıflı toplumlarda, egemen ideolojinin biçimlendirdiği masallarla ve toplumsal cinsiyet rolleriyle örülmemiş bir dünyada büyüyecek çocukların yaşayacağı bir dünyayı ve bu kuşakların oluşturacağı komünal toplumsal formları tahayyül ediyoruz. Sınıfların ortadan kalktığı, kimsenin ne renginden ne dilinden, ne cinsiyetinden, cinsel kimliğinden ve yöneliminden, ne de ulusundan dolayı baskı ve ayrımcılığa uğradığı bir dünyada tüm yeti ve yeteneklerimiz, yaratıcı etkinliklerimizle kendimizi gerçekleştireceğimiz bir geleceğin düşünü kuruyoruz.