Yaşamın bilgisini jineolojî ile yoğurmak
- 09:05 19 Kasım 2021
- Jıneolojî Tartışmaları
“Bilim, bilgiye dayanır. Bilginin varlık evreni yaşamdır, toplumdur. Toplumdan, yaşamdan kopuk, hissedilmeyen bilginin, duygudan düşünceye düşünceden duyguya akmayan bilginin iktidarla bütünleşmesi kaçınılmazdır.”
Jineolojî Akademisi
Genel olarak jineolojînin oluşumunda bize yön veren, cevaplardan çok sorular oluyor. Nasıl bir bilim, bilimin yaşama katkısının ne olduğu, özgürlük mücadelelerine katkısının ne olduğu gibi sorulara cevap arama yöntemlerimiz, çoğu zaman aradığımız cevapları kendilerinde barındırıyor. Her bir cevabın yeni sorulara kapı açtığını, yeni ihtiyaçlar açığa çıkardığını görüyoruz. Bu sorgulamalarımızda ulaştığımız kimi sonuçları paylaşmak yerinde olacaktır.
Birincisi; jineolojî dile geldiği çağın toplumsal, ekolojik sorunlarına kadın eksenli çözümler bulmayı amaçlıyor. Bilimin yaşam, toplum ve doğa ile olan bağını kurarak dilini ve yöntemini oluşturuyor. Bunu yaparken kadın gerçeğini açığa çıkararak toplum hakikatine ulaşmayı esas alıyor. Yerelden evrensele uzanan ve yerel ile evrenseli birleştiren bir yöntem izliyor. Bilgisini, yöntemini ve dilini zamanın ruhuna denk bir bilim nasıl olmalı sorgulamasıyla geliştiriyor.
Jineolojî akışkan bir dinamiğe sahip
İkincisi; bu sorgulamanın bir sonucu olarak, kolektif iradeyle bilgi üretmeye, anlam yorumuyla sonuçlara gitmeye çalışıyor. Jineolojî, kavramsal, kuramsal, kurumsal diyalektiğini çıkış yaptığı coğrafyadaki ve dünyadaki kadınların mücadele deneyimlerine dayanarak geliştiriyor. Ortak akla, kolektif iradeye dayanan bir yöntem izliyor. Özgür yaşam felsefesini bilimle taşırmaya çalışan jineolojî, tam da bu nedenle akışkan, dinamik bir yapıya sahip.
Üçüncüsü; bilimin iktidar ile ilişkisi kendi amacıyla bağını koruyup, korumama temelinde bir sınavdır. İktidarla dolaylı ve/veya doğrudan ilişkilenen her bilimin, zamanla amacından uzaklaştığı, etikten yoksunlaştığı biliniyor. Bu belirlemeyi yaparken esas alınan bilim tanımı, etik-estetik ölçüler doğrultusunda yaşamı anlama, açıklık getirme, toplumsallığa dayanarak yeni bağlar, sorunlara çözüm gücü oluşturma faaliyetidir. Bilimin iktidar eksenine çekilmesi kurduğu dil, anlam, hakikat ve yöntem yaklaşımıyla yakından bağlantılıdır.
Yaşamdan kopuk bilginin dili de yaşamdan kopuk olur
Dördüncüsü; bilim, bilgiye dayanır. Bilginin varlık evreni yaşamdır, toplumdur. Toplumdan, yaşamdan kopuk, hissedilmeyen bilginin, duygudan düşünceye düşünceden duyguya akmayan bilginin iktidarla bütünleşmesi kaçınılmazdır. Yaşamdan kopuk bilginin dili de yaşamdan kopuk olur. Mekanikleşir, canlılığını, renkliliğini yitirir. Bilim dilinin ana formu haline gelen akademik dilin neden mekanik, teknik, soyut, duygu barındırmayan bir forma dönüştüğünü sorguluyoruz. Adeta anlaşılmamak için kurulan bir dille yazılan bilimsel, felsefi, edebi metinleri sorguluyoruz. Görüyoruz ki yaşamdan beslenmeyen, yaşamla bağını koruyamayan her düşünme biçiminin kendiyle ürettiği, kendisine benzeyen bir dili oluşuyor. Bu dilin iktidarla ilişkisini güçlü ele almamız gerekiyor ki bilimin yaşamla bağını, hakikatle bağını görünür kılacak bir dil ve yöntem geliştirebilelim. Bu tespitten yola çıkarak vardığımız sonuç, tahakkümle ilişki kurmayan, anlaşılma kaygısıyla yazılan, dil-anlam-hakikat birliğini korumanın/oluşturmanın kaygısını taşıyan bir yönteme ihtiyacımız olduğudur. Evrendeki farklılığı, canlılığı içinde taşıyacak, ruhunu yitirmemiş bir dil ve yöntem geliştirme arayışındayız. Zira iktidarın yörüngesine girmemekte ısrar eden sistem karşıtı bütün duruşların varlığını anlama, farklılığını açığa çıkarma ve bunu anlatma iddiasını taşıyoruz. Jineolojînin bu ihtiyaca ne kadar cevap olabileceği, bu iddiayı ne düzeyde yerine getirebileceği iktidarla mesafesini koruyabilmesine bağlı.
Sonuç
Bu çalışmaları yürütenler başlangıçta acemilikler, yöntemsizlikler, hatta sömürge bir halk ve cins olmanın yol açtığı çeşitli psikolojiler yaşadı. Batının düşünme biçimlerine, kalıplarına göre pozisyon alan eleştirilerini ve izahını bu şekilde geliştiren bir yaklaşım da öne çıktı. Bilgi edinme biçimlerimiz ve ifade edişimiz egemen sisteminkiyle aynı olmadığı halde onların tek doğru olarak öne sürdüğü kalıplarla ifade etme biçimleri de gelişti. Pozitivist bilime, dinciliğe, cinsiyetçiliğe, bilimciliğe duygu ve düşüncede karşı çıkmakla beraber yaşam ve toplum ile bağımızı kurmada, dilimizi oluşturmada çok çeşitli zorlanmalarda yaşadık. Bu canlı bir süreç olduğu için bu zorlanmaları hala yaşamaya devam ediyoruz. Kimi zaman ürkek, kimi zaman savunmacı pozisyonda kaldığımız da oldu.
Jineolojî kolektif iradeden beslenen bir bilim
Jineolojînin yaşamın bilimi ve dili olması sistemi sorguladığımız kadar kendimizi, bilme biçimlerimizi, yöntemlerimizi, dilimizi sorgulamamızı da gerekli kılıyordu. Tüm bunlar bir arayış ve yolunu bulma sürecini ifade ediyor elbette. Belki Jineolojî Dergisi’nin bir başka sayısında bugün belirttiğimiz zorlanmaları, mutlulukları, coşkuları aşan, şimdi yapmaya çalıştığımız sorgulamayı da sorgulayan bir durumu da yaşayabiliriz. Dediğimiz gibi jineolojî canlı yaşamsal dinamiklerden, direniş kültüründen, kolektif iradeden beslenen bir bilim. Yöntemini de kadın özgürlüğü ekseninde toplumun sorunlarına çözümler üretme, yaşamı anlama ihtiyacı ile beraber geliştiriyor. Gücünü kendi kökleri üzerinde yeşermesinden, beslendiği özgürlük mücadelelerinin kolektif iradesinden, kadının bilgisinin ne kadar değerli olduğunu açığa çıkarmaya başladığı sosyolojik analizlerinden alıyor. Yereldeki ihtiyaca göre kamplar ya da atölyeler, kurslar ya da eğitim devreleri, seminerler ya da konferanslar ile farklı yöntemlerle cevap olması da yaşam ve toplum ile bağını ifade ediyor. Yerel ile evrensel arasındaki bağını koruduğu gibi sadece akademi bünyesinde değil jineolojî ile ilgili kitaplar yazan, dersler veren, siteler kuran çok sayıdaki kadının enerjisini kuşanıyor. Çünkü ana eksenli toplumun değerlerini ayın, toprağın, ağacın, suyun bilgisi ile buluşturup şifa kaynağı yapan kadınların bilgisine, cadı avları adı altında yakılan milyonlarca kadının iradesine, köleliğe karşı nakışlarıyla, destanlarıyla, şarkılarıyla direnen kadınların umuduna, Roza Lüksemburg’un özgürlük arayışına, Sakine Cansız’ın kavgasına, Zeynep Kınacı’nın anlamlı bir yaşam arayışına, Andrea Wolf’un “anlama” mücadelesine, Furuğ Feruhzad’ın varoluş sancısına, dağlarda, ovalarda, şehirlerde, zindanlarda, dünyanın dört bir yanında direnen kadın özgürlük sevdalılarının, özgürlük mücadelesine dayanıyor. Bütün bu deneyimlerle özgürlüğün teorisini oluşturuyor, 21. yüzyılın bilimi olma iddiasını güçlendiriyor.
Bitti…