Ana tanrıçaların izinde…
- 09:25 6 Ağustos 2021
- Jıneolojî Tartışmaları
“Ana tanrıça kültürünün tarihi bize, kumsalın altından taşları kopartıp seslerini konuşturmamız gerektiğini öğretir ki kendimizi donup taşa dönüşmeyelim. Sert kaldırım taşları kırarsak, dogmaları ve alışkanlıkları sorgularsak, onların hakikatini gün ışığına çıkarır ve orijinal anlamlarını anlarsak, o zaman bizi ataerkil düşünce ve eylem kalıplarına hapsolmuş halde tutan zincirleri de kırıp atabiliriz. Bu, kendi belirlediğimiz, dayanışmacı ve yaratıcı bir şekilde düşünebilmemiz, inanabilmemiz, hissedebilmemiz ve hareket edebilmemiz için bir temeldir."
Andrea Benario
“Kaldırımın altında kumsal var evet,
Gel sen de kumsalın altından birkaç taş kopart.
En büyük güç senin hayal gücündür.
Zincirleri kır ve
İktidarları ile senin gücünü kırmak isteyenlerin üzerine at.”
Çocukluğumuzdan itibaren sosyal ve ailevi inançlarımıza uygun olarak çeşitli dini bayramlar kutluyoruz. Çoğu zaman kökenleri ve bayram geleneklerinin anlamı hakkında pek düşünmüyoruz. Bayram günleri dört gözle beklerken, odak noktası genellikle akraba ve arkadaşlarla bir araya gelmek, birbirlerine hediyeler vermek ve ziyaret etmektir. Bununla birlikte, tek tanrılı dinlerin şenlikli ritüellerinin daha yakından incelenmesi, özellikle şenlik ve hediye kültürleriyle karakterize edilen evrensel ve yerel ana tanrıça kültürlerinin çok sayıda izini ortaya çıkarır.
Bu nedenle Êzîdilerin, Yahudilerin ve Hıristiyanların en önemli bayramlarının baharın başlangıcı ve kış gündönümü haftalarında birbirine yakın olması tesadüf değildir. Bu bayramlar için farklı dini yorumlar olsa bile bazı ritüel ve adetlerin benzerliği şaşırtıcıdır. Örneğin, belirli bayram günleri ile bağlantılı olarak oruç tutma, mum veya ateş yakma, hediyeler dağıtma ve alma, tatlı hazırlama veya birlikte bayram yemeği yemeyi içerir.
‘Doğurganlığı, yenilenmeyi ve yeniden doğuşu simgeler’
Burada köklerini girmek istediğimiz bir diğer gelenek de tavuk yumurtasının boyanmasıdır. Çocukluğumda, Paskalya Tavşanının veya Paskalya pazarında parlak renkli tavuk yumurtası arayışının (daha modern formda çikolata yumurtası) İsa'nın dirilişiyle ne ilgisinin olabileceğini, neden o gün kutlandığını ben de çok az düşünmüştüm. Bununla birlikte, cuma günü İsa'nın çarmıha gerilmesinin anılmasıyla başlayan ve dirilişinden sonraki gün, yani Paskalya Pazarı'nda sona eren Paskalya günlerinin, mart ayı sonu ve nisan ortası arasında neden her yıl farklı bir haftada kutlandığı konusunda kafam karıştırmıştı. Ben de bir Jineolojî araştırma çalışması sırasında bu bilmecenin çözümüne rastladım. Burada, baharda bayram gününde yumurta boyama geleneğinin Hıristiyanlık öncesi köklere sahip olduğunu ve ana-ilahi kozmovizyonlarla ilgili olduğunu öğrendim.
Karakteristik özellikleri dolunay ve kırmızı renk olan ana tanrıçanın dünya yumurtası, doğurganlığı, yenilenmeyi ve yeniden doğuşu simgelemektedir. Nisan ayı başında dünyanın yaratılış günü ve baharın başlangıcı olarak kutlanan Êzîdi bayramı Çarşema Sor geleneklerinde bu sembollerin izleri açıkça görülmektedir. Çarşema Sor vesilesiyle yumurtalar renkli boyanır, çünkü yumurtalar Êzîdi inancında yaşamın ve evrenin özünü temsil eder. Evrenin dört unsurunu içerirler, bunlar toprak, su, rüzgâr ve ateştir. Nisan ayı kutsal kabul edildiğinden ve rengarenk çiçekleriyle bûka salê ("Yılın Gelini") olarak anıldığından, Nisan ayında Êzîdilerde düğünler yapılamaz.
'Paskalya bayramı ana tanrıçaya olan inancın açık izlerini taşıyor'
Aşuri, Suriyan ve Keldani halklarının da M.Ö. 4749'dan beri ilkbaharda yumurta boyadıkları Akito isimli yılın en önemli bayramını kutluyorlar. Kutlamalar her yıl 21 Mart'tan sonraki ilk yeni ayı takip eden ilk pazar günü başlar ve 12 gün sürer. Buğday ekme, cennetin ve dünyanın yaratılışı festivali olarak da kutlanan Akito bayramının geleneklerinin kökleri büyük olasılıkla Neolitik ana-ilahi kültüründeki doğurgan yarım ay sembolüne dayanmaktadır. Bununla birlikte, cennetin ve yeryüzünün yaradılışı, Babil mitolojisinde ana tanrıça Tiamat'ın "dünyadaki kaosu sona erdirdiği" iddia edilen yeni hükümdar oğlu Marduk tarafından parçalanması olarak temsil edilir. Bu örnek, insanlık tarihindeki ilk kırılmanın nasıl kadınlara yöneltildiğini ve mitolojik yeniden anlatımla yeniden yazıldığını göstermektedir. Ana tanrıça kültürünün, eski festivalleri bile orijinal anlamlarından yoksun bırakılmış, devlet ve ataerkil iktidarın bir tezahürü olarak yeniden tasarlanmıştır.
Daha önce de belirttiğim gibi, Hıristiyan Paskalya bayramı de ana tanrıçaya olan inancın açık izlerini taşıyor. Adı, özellikleri tanrıça Astarte'ninkilere denk gelen Cermen doğurganlık tanrıçası Ostara'ya (Eostre) kadar uzanmaktadır. Her yıl 21 Mart'tan sonraki ilk dolunayı takip eden ilk pazar gününde kutlanır. Bahçede parlak renkli yumurtaları saklayan tavşanlar veya özel örgülü ekmeklerin pişirilmesi gibi Paskalya gelenekleri ve sembolleri, bu bayramın başlangıçta bereket tanrıçası onuruna kutlandığını göstermektedir. Meryem kültüne benzer şekilde, anaerkil kültürün unsurları da halk arasında daha fazla kabul görmesi için bu bayram da Hıristiyan geleneklerine entegre edilmiştir. Bu yaklaşım aynı zamanda ana tanrıça kültürünün gücünün bir ifadesidir. İnsanların yaşamlarıyla yakından bağlantılı olduğundan, yani insan ihtiyaçlarını karşılamalarına, sorun ve sorulara çözüm bulmalarına yardım ettiğinden, insanlar Hıristiyan inançlarına sahip olsalar bile ona bağlı kalmışlardır.
Yeni Bir Mozaiğin Taşları
Ana tanrıça kültürü, tek tanrılı, İbrahimî dinlerin anlatılarında, sembollerinde ve geleneklerinde birçok iz bırakmıştır. Kısmen lanetlendiği ve yok edilmeyi çalışıldığı için. Kısmen direndiği ve insanlar ona sadık kaldığı için. Kısmen yeniden yorumlandı, çarpıtıldı ve entegre edildi. Kısmen, insani değerlerini ve geleneklerini koruyabildi ve bunları yeni dinlere dâhil edebildi. Ana tanrıça kültürünün tarihi bize, kumsalın altından taşları kopartıp seslerini konuşturmamız gerektiğini öğretir ki kendimizi donup taşa dönüşmeyelim. Sert kaldırım taşları kırarsak, dogmaları ve alışkanlıkları sorgularsak, onların hakikatini gün ışığına çıkarır ve orijinal anlamlarını anlarsak, o zaman bizi ataerkil düşünce ve eylem kalıplarına hapsolmuş halde tutan zincirleri de kırıp atabiliriz. Bu, kendi belirlediğimiz, dayanışmacı ve yaratıcı bir şekilde düşünebilmemiz, inanabilmemiz, hissedebilmemiz ve hareket edebilmemiz için bir temeldir. Böylelikle bayramlarımızın kutlamalarımızın tadını çıkarırken ve coşkulu bir şekilde kutlarken, mücadelemize ve özgür bir toplum için çalışmamıza olan inancımızı güçlendirmek için ana tanrıçaların izinden gidebiliriz. Bu şekilde yeni, renkli bir mozaik oluşturmak için kaldırım altındaki birçok küçük taşı birleştirebiliriz.