Edebiyat ile hakikati aramak: Jineolojî ve kadın yazını

  • 09:02 23 Temmuz 2021
  • Jıneolojî Tartışmaları
 
“Ne tarihsel bütünlüğünden koparılmış bir yaşam dilimi ne de hissederek düşünme eyleminden uzaklaştıran yaklaşımlar kadın yazınının etkisini anlatmaya yetmeyecektir. Bu sebeple jineolojî, daha köklü bir kazı ile kadının yaşamı şiirsel bir dille anlatmasının ardındaki değeri açığa çıkarmayı önerir.”
 
 Ruşen Seydaoğlu
 
Kadınların kuramsal düzeyde edebiyata kattıkları, edebiyatın siyasetin bir aracı olduğu için sahiplenilmesini ve aynı zamanda cinsiyetçi eğilimlere karşı çıkışları açığa çıkarmıştır. Kendisini kadının ve yaşamın bilimi olarak ifade eden jineolojî de bu geleneğin kendisine yüklediği sorumluluğu üstlenerek araştırmasını yapar ve sözünü üretir. Jineolojî açısından kadınların toplumların tarihsel aşamalarda yaşadıkları dönüşümleri anlatma biçimi, topluma etik-estetik değerler kazandırma gücü ve sesini-sözünü geri alma çabası olarak kadın yazını, hakikat arayışının yöntemlerinden biri olarak ele alınır. Ne tarihsel bütünlüğünden koparılmış bir yaşam dilimi ne de hissederek düşünme eyleminden uzaklaştıran yaklaşımlar kadın yazınının etkisini anlatmaya yetmeyecektir. Bu sebeple jineolojî, daha köklü bir kazı ile kadının yaşamı şiirsel bir dille anlatmasının ardındaki değeri açığa çıkarmayı önerir. İçinde zorunlu kuralların olmayacağı, melodisini doğadan alan ve sese/söze dönüştürebilen, imtiyazlıların değil herkesin arzularına çağrı yapabilecek ve herkesi oluşturan her bir bireyin anlam dünyasına gözünü, kulağını, sezgilerini açık tutabilecek bir kadın yazınının imkânı üzerinde durur. 
 
Kadınların sözlerinin yaratacağı etki…
 
Yolun başında, yaşamın ritüelleri kadar gündelik işlerine de kıymet veren, tüm bunları semiyotik ve fonetik unsurlarla ifade eden kadınlar, tarih akışında sessizleştirilmiş ve sözü çalınan olmuştur. Ancak edebiyatın ataerkinin tekeline alınması ne gizli gizli yazılan şiirleri ne ninnileri ne masalları ne de ağıtları durdurabilmiştir. Bu tarihsellik jineolojî cephesinden bakınca Woolf’un, deneyimleyerek öğrendiği yazında kadın olmak mefhumunu British Museum’un yüzyıllara göre ayrılmış raflarını inceleyerek açıklayabileceğinden, en azından o bilgileri referans almaktan pek emin olmadığını düşündürür. Kadınlar hakkında yazılmış kitapların yazarlarının büyük bir kısmı neden erkektir? Virginia Woolf’a göre kadın olmamaları dışında hiçbir niteliği olmayan bu erkekler, kadınları betimleyen yüzlerce kitap yazmışlardır. Kadınların zayıflıkları, çocuk sevgileri, ruhlarının olup olmadığı, eğitilip eğitilemeyecekleri… Erkeklerin anlattıkları yaşamı bizzat deneyimleyen kadınlarken bunun ısrarla erkekler tarafından sahte bir temsille sunulması kadınların seslerinin-sözlerinin yaratacağı etkiyi bildiklerinden ama bu etkiyle kaybedeceklerini göze alamayacaklarından olabilir. 
 
Kadın özgünlüğüne ve sezgiselliğine anlam yüklemek
 
Mekânlar ve zamanlar arasında durmadan geçişler yapan ama belli bir sisteme dayanarak anlatısını kurgulayan Woolf, aynı soru etrafında dönerken belki de bu değişkenlerin, cevapları değiştirip değiştirmeyeceğini merak eder. Bir nehir kıyısında kendine sorduğu soru, onu şaşaalı bir yemek davetinde, kimlerin hangi yolları kullanabileceğinin kurallara bağlandığı üniversite kampüsünde ve nihayet müzenin kütüphanesinde takip edip durmuştur. Pozitif bilim denilen düşünce sistematiğinin deneysel yöntemi midir zihnini yönlendiren yoksa kadın sezgiselliğinden aldığı güçle pozitif bilimin deneysel yöntemini laboratuvarlardan çıkarma, hayata karıştırma çabası mıdır? Kendine Ait Bir Oda kadar Woolf’un yaşamına ve diğer eserlerine de bakarak cevap vermek gerekirse; yaptığı, bilinç akışı tekniğiyle kadınların, kim (erkekler) ne der diye düşünmeden zihinlerindekini paylaşması gerektiğine inanmak ve öyle davranmaktır. Jineolojînin de kadın özgünlüğüne ve sezgiselliğine yüklediği anlam ile kadın yazını arasında kurduğu bağ, kadın anlatısının güvenilir ve dönüştürebilir olduğuyla ilgilidir. Ataerkil-kapitalist sistemin sınırlarını aşıp yaratıcı dili açığa çıkaracak düşünce, bu sebeple kadın sezgileriyle harmanlanmış olmalıdır ve her koşulda özgünlüğünü korumalıdır. 
 
Yazmaya çalışmak, anlamlandırma arzusunu tatmin etmek
 
Zihnimiz genellikle bedenimizin yetişemediği bir hızla hareket eder; yaşamı, varlıkları, etrafımızda olup biten her şeyi çoğu zaman farkında bile olmadan tanırız. Tüm bunları yazmaya çalışmak, anlamlandırma arzusunu tatmin etmenin yöntemi gibidir. Woolf nerede, ne kadar konuşacağına/yazacağına ya da susacağına karar veren erkeklerle dolu bir sistemde, yaşamın bölmelere ayrıldığı bir toplumda nehir kenarlarını ve malikaneleri; kütüphaneleri ve oturma odalarını, yatak odalarını ve üniversite kampüslerini birbirinin içine almıştır. Her yerde bazen kâğıda bazen zihninin sayfalarına durmadan yazmış ve kendisine dayatılana karşı özgünlüğünü açığa çıkarmıştır. Woolf’un bu tavrı kadın görünmezliğine karşı son derece radikaldir ve bu radikallik hafif adımları, gülümseyerek ilerlemeyi öğütlerken direnişin etiğine-estetiğine vurgu yapacak kadar da derindir. 
 
Edebiyatın hakikati bulma arayışı
 
İnsanlara hakikat arayışında eğitimin, deneyimlerin, inançların, felsefenin ve elbette sanatın yol arkadaşlığı yaptığı çok açıktır. Tüm bunlar kadınların görünmez olduğu alanlar olarak kurgulanmış ya da buna dönüştürülmüş olsalar bile bu görünmezlikle mücadele etmek yine aynı arayışın parçası olmuştur. Edebiyat bazı kuramlara göre hakikatin peşinde olmayı amaçlamıyor olabilir; ancak bu amacı taşımazken bile insanın ve içinde yaşadığı toplumun varlık mücadelesinin parçası olmaktan kurtulamaz. Edebiyatın hakikati bulmanın arayışında olduğunu söyleyen jineolojî ise sezgisellikten, önermelere, söylenmeyerek gizlenenden, söylenmediği için peşine düşülmesi gerekenlere değin birçok şeyi hakikate içkin görür. Kadınların ataerkil edebiyatta görünür olmanın ötesinde cinsiyetçiliği, statülerle sürdürdüğü yapısallığı ve tüm iktidarcı eğilimleriyle bu alanı tersyüz etmesi için o gruptan çok daha fazlasına ama en çok da diğer kadınlara ulaşması gerekir. Tam da bu yüzden edebiyatın ataerkinin tekelinden, akademilerinin donuk dilinden kurtarılıp herkesin hayatına dokunacak bir dile, sadeliğe kavuşturulmasını vurgular.
 
Bitirirken;
 
Varoluş mücadelesinin bir parçası olarak kadın yazını, kapitalist-ataerkil kıskaçtan kurtulmaya çalışan kadınlarla; onların yazmayı hayal ettikleri anlarla, yazdıklarıyla ve yazamadıklarıyla doludur. Sözü elinden alınmış binlerce kadın, kalanların sözlerinde, satırlarında bekler; yeniden doğmayı bekler. Woolf, konuşmasının sonuna gelirken tek bir sözcük yazamadan ölen kadınların yazma arzusunu taşıyan diğer tüm kadınların içinde yaşadığına olan inancından bahseder, yazma arzusunun köklerini bu kadınların köklerine bağlar. Büyük ozanların ölmeyeceğini, yazmak için mücadele eden ve yazan kadınlarla varlığını sürdüreceğini söyler. Ancak diğer kadınların mücadelesi sürerse toprağa yatırdıkları bedenleri yeniden hayat bulacaktır aksi imkansızdır. Salt bunlar bile hakikatin nihai bir varış noktası değil sürekli bir yol alış olduğunu çağrıştırır ve kadınların yollarının birleşmesi an meseledir. 
 
Kadın hakikatini öldüren sistemlere rağmen yazmak
 
“Bugün biraz para ve kendine ait bir oda için mücadele edenler, ortak bir yaşam kurabilirse o oturma odalarından çıkıp yaşamı yaşayabileceklerdir” der. Öyleyse yaşayabilmenin kendisi, anlamın peşine düşen kadınlar-bireyler birlikte ilerledikçe hakikate dönüşecektir. Aklından geçen her şeyi yazan, birinin bile kaybolmasına izin vermeyecek kadar yazmakla yaşayan Woolf, cebinde birkaç çakıl taşıyla o nehrin içinde gözden kaybolduğunda da ondan kadınlara kalan bir ölüm övgüsü ya da çaresizlik değildir; kadın hakikatini ölmemeye değil öldüren sistemlere rağmen yazmaya ancak böyle canlı kalınabileceğine yani canlılığın yaşayanların ve ölenlerin yazma arzusunda saklı olduğuna dayandırdığıdır.