Kadınlar, jineoloji ile 'jin jîyan azadî' felsefesini örüyor…

  • 09:02 11 Aralık 2020
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Bütün savunma yetenekleri kırılmış, her türlü sömürüye açık hale getirilmiş kadın gerçekliği soykırımla karşı karşıya bırakılmıştır. Kadınla özgür ve eşit yaşamın aksine, kadın erkek ilişkilerini sakat bırakan, salt fiziki çoğalma temelindeki birlikteliği hedefleyen, etik ve estetikten yoksun bir yaşama(ma) tarzıdır felsefesizlik.”
 
Neslihan Şedal
 
“Bizler dünyanın herhangi bir köşesindeki tek bir kadın, kadın olmaktan korkmasın diye mücadele edeceğiz. İstediğimiz şey, kimsenin bize tanımadığı özgürlüktür. Fakat biz kanımızla bile olsa savaşarak onu kazanırız. Tek bir kişi bile kalsak, o kişi özgürlüğümüzü savunmak için savaşacak” demişlerdi dünyanın dört bir yanında mücadele eden kadınlara gönderdikleri mektupta Zapatistalı kadınlar.
 
Dünyanın dört bir yanında kadınlar, giderek artan şiddete, tacize, tecavüze, soykırıma, kadın kırımına karşı şiddetsiz bir dünya, özgür ve anlamlı bir yaşam için mücadele ediyor. İran’da, şeriatın kadın bedenini denetleme aracına dönüşen her örtü, adeta zafer bayrağına dönüşüyor. Sudan’da 30 yıllık şeriat yönetimine karşı gelişen protestolarda, kadınlar eylemlere öncülük ediyor. Beyaz kıyafetiyle eylemlerin simgesi haline gelen Ala SALAH,  “Devrim”  anlamına gelen “Thowra!” sloganıyla kalabalığa tempo tutturuyor; “Kadının yeri evidir” söylemine karşılık “Kadının yeri devrimdir!” diyor… Tempoyu Şilili kadınlar devralıyor ve Las Tesisi tüm dünyaya yayıyor. Dansla protesto eden kadınlar, kadına yönelik gelişen her türlü şiddete karşı mücadele amacı taşıyor. Kadınlar mücadele etmeye devam ediyor… Kimi eşarbıyla kimi dansıyla kimi de silahıyla… Ulus devletlerin en örgütlü tecavüzcü çetelerine karşı Rojava’ da kadınların öncülük ettiği direniş,  kadın devriminin umudu olarak büyüyor. 
 
Özgürlük mücadelesi veren Kürt kadınları, erkek egemen devlet şiddetine karşı uzun yıllardır çeşitli alanlarda mücadele yürütüyor. Özgür bir yaşamın inşası için yaşamın öz savunması olan direnişi büyütüyor. Yaşamın var olduğu her alan direniş alanına dönüşüyor. Direnişin coşkusuna eşlik eden “Jin Jîyan Azadî” çığlıkları yükselmeye başlıyor. Slogan olmaktan öte bir araya gelen bu üç kelime, kadınların binlerce yıllık yaşam serüveninden ve bu serüvene dayanan yüzlerce yıllık özgürlük mücadele tarihine dayanır. “Jin Jîyan Azadî” Tanrıça ananın bilgeliğine ve sayısız güçlü özelliği ile yarattığı ahlaki politik toplumun dili, kültürü ve felsefesine dönüşüyor.
 
Felsefesiz bırakılmakla amaçlanan hakikatle olan bağı koparmak
 
JİN ve JÎYAN’ı yani kadını kadın olmaktan, yaşamı yaşam olmaktan çıkaran nedir, kimlerdir sorgusunu geliştiren ve yeniden kadını ve yaşamı kendi anlamlarıyla buluşturan jineolojinin felsefe anlayışı nasıl olacaktır? Bu soruya karşılık cinsiyetçiliğe dayanan her türlü iktidar ideolojisine karşı duruşu geliştirerek ilk adımlarını atacaktır.
 
Öncelikle varlığımıza dair hakikatten yoksun, birçok yanlış bilgiyi öne süren ve yaşamdan soyutlanan, erkek iktidarına hizmet eden felsefe anlayışına itirazımız gün geçtikçe büyüyor. Felsefeyi ‘hakikat arayışı’ olarak gören jineoloji özgürlük felsefesini esas alarak gelişmek isteyen bir bilimdir ve kadınla yaşam arasındaki felsefesizliği aşmayı hedefler. Felsefesiz bırakılmakla amaçlanan hakikatle olan bağı koparmak ve kadını özsavunmasız hale getirmektir. Özsavunması olmayan, yok olmakla karşı karşıyadır. Dolayısıyla felsefesizlik beraberinde birçok çirkinliği de getirerek yok olmak hatta yok olmaktan daha korkunç olan, erkek egemen sistemin yapmak istediği her şey olmaktır. Bütün savunma yetenekleri kırılmış, her türlü sömürüye açık hale getirilmiş kadın gerçekliği soykırımla karşı karşıya bırakılmıştır. Kadınla özgür ve eşit yaşamın aksine, kadın erkek ilişkilerini sakat bırakan, salt fiziki çoğalma temelindeki birlikteliği hedefleyen, etik ve estetikten yoksun bir yaşama(ma) tarzıdır felsefesizlik.
 
Felsefede sık karşılaştığımız “kendini bil” öğretisinden yola çıkarak yapacağımız her tanım bizi özümüzle buluşturacaktır. Kendimizi bilmeden yapacağımız her tanımlama ise cinsiyetçiliğe bağlı ortaya çıkan ideolojilerin çarpık tanımlamalarının ötesine gitmeyecektir. 
 
Kadın aşk yalanına en çok alet edilen ve aşk adına katledilendir
 
Karanlıkta bırakılan gerçekliğimizin aydınlığa çıkması için kadın ve yaşam bilimi olan jineoloji, hakikat arayışımızda yolumuza ışık tutacak bilim olacaktır. Temel çıkış noktalarından biri de kadın varlığını doğru tanımlamaktır. Kadın tanımlamasını yapmadan önce ataerkil sistemin bizlere dayattığı ve hatta inandırmaya çalıştığı bazı tanımlamaları açmak önemli olacaktır. Felsefede; “kadın eksik ya da sakat doğmuş erkektir” şeklinde tanımlamaların olduğunu biliyoruz. İktidar odaklı dine göre “kadın erkeğin dilediği gibi sürebileceği bir tarladır” ya da “erkeğe itaat” etmesi gerekendir, “kadın erkeğin kaburgasından olan, hatta eğri kaburgasından” olandır. Kadın “soy sürüm” aracıdır, “arzu nesnesidir”, her şeyine karışılması gereken ve geleceği hakkında hatta yaşamı hakkında erkeğin karar verdiğidir. Aşk yalanına en çok alet edilen ve aşk adına katledilendir. Bunca köleliğe rağmen onsuz olunamayan en uysal köle haline getirilendir.
 
Bu tanımlamalara baktığımızda hedeflenenin kadını tamamen yaşamdan koparmak ve kadına dair köleliği inşa etmek olduğunu görürüz. Bunca ideolojik hiçleştirmeye karşı yaşam felsefemizi geliştirmek varlığımıza dayatılan yanlış tanımlamaları reddetmek, kendi tanımlamalarımızı geliştirmek ve kadının gerçek doğasını keşfetmek hayati önem arz etmektedir. 
 
Köleliğe başkaldırmak özgürlüğe atılan ilk adım ise kölelikten çıkmaksa özgürlüktür diyebiliriz. Kadının yaşamla olan bağı anlaşıldıkça, anlamlı bir yaşamın da özgürlükle mümkün olacağı gerçekliğinden yola çıkarak varlık tanımlamamızı yapma zamanı… 
 
Binlerce yıl önce toplumsallaşmayı başlatan kadındır
 
Kürtçe kadın, jin; jîn ile jîyan ise yaşam anlamına gelmektedir. Dolayısıyla jin ve jîyan yani kadın ve yaşam aynı kelime kökenine dayanmaktadır. Sümercede özgürlük anlamına gelen “amargi” anaya dönüş anlamına gelir. Yine yaşam kelimesi Sümercede “ti” dir. Arapçaya baktığımızda yaşam “aiş” demektir, Ayşe ismi buradan gelmektedir ve dişildir.   Etimolojik araştırmalara baktığımızda kadının yaşamla ve özgürlükle olan bağını çok açık görebilmekteyiz. Bu kavramlar aynı zamanda toplumların dili ve zihniyetidir. Kadın varlığına dair inkarın ad koyma ile başladığı gerçekliğini göz önünde bulundurduğumuzda ne kadar karartılmaya çalışılsa da bu kavramlar aynı zamanda kadın hakikatine dair gerçekleri gün yüzüne çıkarabilmektedir. 
 
En temel hakikat arayışı özgür yaşam arayışıdır. Bizler anlamlı ve özgür yaşam arayışını, binlerce yıl önce ana tanrıça bilgeliği ve öncülüğü ile inşa edilmiş ahlaki politik toplumun zihniyet yapısı içerisinde aramalıyız. Binlerce yıl önce toplumsallaşmayı başlatan, başat rol oynayan kadındır. Birlikte yaşamı mümkün kılan ahlakı, politikayı geliştiren kadındır. Yaşam kadın eksenli sürmektedir. Doğuran, doğurtan, yaşam veren kadındır. Dolayısıyla yaşam kadın etrafında şekillenmektedir. Toplumsal yaşam için gerekli olan ne varsa kadın öncülüğüyle üretilmiştir. Yine ekonomi kadın eliyle gelişmiştir. Kürtçede çok sık kullanılan kabile (kom-komin), qibale (kominal ekonomi) gibi kavramların ana tanrıça kültürüyle bağını kurarak bereket tanrıçası Kibele’den geldiğini söyleyebiliriz. Bizzat şahit olduğum canlı bir örnek olarak tarihin en canlı şahitleri olan annelerimizden bir tanesinin paylaştığı bilgi şöyleydi; “mesela bir komşumuzdan bize yiyecek bir şeyler geldiğinde, fazlaca yollamışlarsa, niye bu kadar gönderdin anlamında  ‘ma qibale ye’ derdik.” Qibale kelimesinin aynı zamanda bereket anlamına geldiğini de dile getirerek devam ederdi. Toplumsal dayanışma saygı, sevgi, toplumun öncülerine ve üretenlerine kutsallık aynı zamanda ahlaki politik toplumun kültürü haline gelmiştir. Özgür kadın kimliği ile buluşarak ve bu kültürün izini sürerek özgürlüğü toplumsallaştırabiliriz dolayısıyla kadın özgürleşirse toplum özgürleşebilir diyebiliriz.
 
Dünyadaki jinerjiyi harekete geçirme isteği amacına ulaşıyor 
 
Ana tanrıçalık kültürü her türlü ideolojik saldırıya rağmen kadın bilincinin derinliklerinde yaşamaya devam ediyor. O bilincin derinliklerinde olan yaşam enerjisi değil midir bizi özgürlük arayışçısı yapan.  Yine bu bilincin açığa çıkardığı enerji değil midir bize “Jin Jîyan Azadî” sloganını yaşam felsefesi haline getirten. Tüm dillerde yükselmeye başlayan bu çığlığın,  dünyadaki jinerjiyi harekete geçirme isteği amacına ulaşıyor diyebilir miyiz? Ya da artık enerjimizin kafeslenemeyeceği bu yüzyıl gerçekliği kadın devrimini şart mı kılıyor? Coşkulu nehirler misali önü alınamayacak kadar gür akan bu enerjinin karşısında jin ve jîyanı yok etmeye dönük inşa edilen hangi zihniyet yerle bir olmaz ki? O halde varlığımıza karşı inşa edilen tüm zihniyetleri yok etmek için bir kez daha haykıralım: JİN JÎYAN AZADÎ!!!