Bilime kadınca bakış

  • 09:05 4 Aralık 2020
  • Jıneolojî Tartışmaları
“Jineoloji temelinde bilimin toplumsal işlevi ve karakterini yeniden tanımlayarak bilimin özde ne olduğunu da ortaya koyuyoruz. Şunu da biliyoruz ki bilimin doğru ve toplumsal bir tanıma kavuşturulması açısından da etik ve estetikle bağlarının yeniden güçlü kurulmasına ihtiyaç vardır.”
 
Fidan Can
 
İnsanlık tarihinde zorlu ve sarsıntılı bir süreçten geçmekteyiz. Üçüncü dünya savaşı olarak da tanımlanan yeni çatışmalı-kriz ortamında uygarlık güçleri; insanlığı, çizdikleri taslağa göre yeniden yapılandırıyorlar. Üretim, tüketim, siyaset, sosyal değişimler bununla birlikte gelişiyor. Uygarlık tarihi, tecavüzcü karakteri ile kadını maddi olduğu kadar manevi anlamda da büyük bir sömürü gücü haline getirerek kendi varoluşunu sağlamakla birlikte, kendini güvenceye de alıyor. Bu anlamda uygarlık tarihi, gasp, yalan ve karanlıklar tarihidir ve temelinde, toplumsal özgürlüğün yitimi yer almaktadır. Toplumsal özgürlüğün yitimine de “Kadının Yitimi” yol açmıştır. Yaşama dair her şey kadının kaybedişinde gizlidir. Kadının gücü de yitirilişinde gizlidir. Dolayısıyla, bu yitirilişi çözdükçe, aydınlatıp yorumladıkça kendimize ve yaşama daha fazla anlam vereceğimiz kesindir. Bu yitirilişi çözdükçe, bizlere dayatılan binyıllık köksüzlük aşılacak, kök hücre hak ettiği tanıma ve anlamına tekrardan kavuşacaktır. 
 
Kadın derin bir köleliğe maruz kalmıştır
 
Devletçi-iktidarcı sistemde erkeğin tek yönlü bilinçlenmesi, kadın üzerindeki egemenliğin artması, cins sınıfçılığının-erkek egemenliğinin daha güçlenmesi, dolayısıyla kadının ustalıklı kullanılması ve sömürülmesi demektir. Bu sömürgeci bilinç ve yaklaşımla kadın derin bir köleliğe maruz kalmıştır ve kadın şahsında hakikat örtülenmiş, maskelenmiştir. Oysa binyıllar öncesinde kadın etrafında örülen toplumsallıkla insana dair tüm değerlerin yaratılması gerçekleşmişti. Bu açıdan kadının hakikati bilinmeden yaşamın hangi hakikati bilinebilir ki? Dolayısıyla kadın hakikatini örten, gizleyen ve maskeleyen mitolojiler, dinler ve felsefe-bilim doğru çözümlenmeden hakikate gerçekten ulaşılamaz. İşte tam da bu noktada Jineolojî kadın şahsında örtülen, maskelenen hakikati bulma ve inşa etme alanı olarak karşımıza çıkmaktadır. 
 
Erkek aklı ile yaratılan eril uygarlık
 
Bugün yaşanılan ideolojik, siyasal, sosyal, bilimsel, kültürel kriz ve sorunların kökenlerine inmek, “kadın şahsında toplum nerede, nasıl kaybetti?” sorusuna cevap ararken, toplumsal özgürlük sorunlarının başlangıcına gitmek sonuç alıcılık açısından önemli olacaktır. Günümüz sosyal bilimler alanına dönük yapılan eleştirilerin temelinde, tarihin; toplumun özgürlük sorunlarının köklerini aydınlatmadaki kısırlığı, kapitalist modernitenin-merkezi uygarlık zihniyet kalıplarını aşamaması gelmektedir. Bunun ağır bedellerini ise neololitik toplum örneğinde gördüğümüz gibi toplumsal zihniyeti-ahlakı ve politik alanı inşa etme gücünü sergilemiş olmasına rağmen, bugün bunlardan koparılan “kadın gerçekliği” ödemektedir. Ve bu gerçeklik tüm yönleriyle aydınlatılmayı, görünür kılınmayı beklemektedir. Bu anlamda; kadını kimliksiz, iradesiz ve yitik kılan uygarlık tarihine yüklenmek gerekmektedir. Kadının toplumsal statüsünün ve bu statünün bilim konusu dahi yapılmamasının asıl sorumlusu erkek aklı ile yaratılan eril uygarlık ve onun devamı olan modernitenin hegemonik zihniyetidir. Bu hakikat bilinmeden ve temelde çözülmeden kadın adına atılan her adım yenilgi ile sonuçlanmaya mahkûmdur. Dolayısıyla hakikat açısından atılması gereken ilk adım beş bin yıllık ataerkil zihniyeti ve ona dayalı yapılanmaları derinlikli ve bütünlüklü çözmektir. 
 
Körlüğün sonucu gelişmiştir
 
Toplumun en temel sorunlarından olan kadın sorununun sosyal bilimler alanında kapsamlı bir değerlendirmesinin bile yapılmamış olması, bizler açısından önemle çözümlenmesi gereken sorunların başında gelmektedir. Mevcut sosyal bilimler kadın şahsında toplumu bir kaosun eşiğine getirmiştir. Kadını, toplumsallığı başlatan üye olarak tanımlamak yerine, toplumun en zayıf, en güçsüz üyesi olarak tanımlamıştır. Bu tanımlama çerçevesinde günümüz toplumlarında kadın, sorun kaynağı olarak görülmüş, yoğunca tecrit altında tutulmuştur. Kadının günümüz toplumlarında yaşadığı bu sorunların temelinde de sosyal bilimlerin çözüm gücü olarak rolünü oynayamaması gelmektedir. Modern sosyal bilimcilerin kadın gerçekliği karşısındaki körlüğü toplumsal körlüğe de yol açmıştır. Oldukça farklı, renkli bir doğaya sahip insan topluluğunu bu kadar nesnelleştirmeleri insanlık açısından aydınlanmanın değil körlüğün sonucu gelişmiştir. 
 
Bilimin cinsiyetçi kodları sadece kadınlar için değil
 
Özne-nesne anlayışına dayalı geliştirilen hiyerarşik ilişki, bilim dünyasında da karşılığını bulmuş ve en önemlisi de kadını ve doğayı sömürme, tahakküm altına alma yarışına dönüşmüştür. Dinin ve felsefenin ördüğü taşlar üzerinden ilerleyerek gelişen bilim ataerkil ve iktidarcı karakterde şekillenmiştir. Hatta bu karakteri daha da derinleştirip, incelterek yorum ve kanıtlanamazlıkların ötesine geçmiştir ve deneye dayalı kalıcı, mutlak düşünce kalıplarını oluşturmuştur. Bilim bu anlamda kadına karşı konumlanmış cinsiyetçiliğin en yoğunlaştığı bir alan konumundadır. Bilimin cinsiyetçi yapısı sadece kadını dışlamak, ötekileştirmek veya yok saymaktan ibaret değildir. Başta toplumsal doğa olmak üzere, evrene, doğaya ve tarihe bakış açısında cinsiyetçiliğin farklı biçimler alarak yansıdığını görüyoruz. Kadının bilim ve bilgi dünyasından uzaklaştırılması bilimsel dünyanın zihinsel dünyasına ve metodolojik yönteme cinsiyetçi-eril kodları hâkim kılmıştır. Bilimin cinsiyetçi kodları sadece kadınlar için değil, doğa, toplum ve hatta erkekler için de tahakküme ve sömürülmeye hizmet etmiştir. Cinsiyetçiliğe dayanak olan bilim, erkek adına egemenlik, kadın adına da kölelik üretmiştir. Halen bilimcilik temelinde gelişen cinsiyetçi veriler ile kadının köleliği, erkeğin egemenliği meşrulaştırılmaktadır. Tüm bu veriler aynı zamanda bilimin bir erkek bilimi olarak geliştirdiğini de göstergesidir. Tüm bu verilerle en fazla beslenen, meşrulaştırılan ve süreklilik kazanan cinsiyetçilik olmaktadır.
 
Neolitik kültür değerleri ışık tutar
 
Kapitalist modernist algı, bilimi; rasyonalizmin yani kapitalizmin gelişimi ile birlikte ele alır, öyle tanımlar. Oysa bilimin öz kaynağı Neolitik devrim sürecidir. Bir kültür devrimi olarak gelişen Neolitik devrim, insanlığın gelişimi için maddi ve manevi kültür unsurlarını yaratmıştır. Gelişen uygarlığa Neolitik kültür değerleri ışık tutar. Neolitik kültür bu açıdan kök kültürdür. Bu kök kültürün yaratıcısı, başat öğesi kadındır. Tarımcılık, hayvanları evcilleştirme, alet yapma, barınma yerleri geliştirme, ilk evcil düzeni yaratma, giysi yapma, ahlakı, sanatı, bilimi ve dili geliştirme tüm bu icatlar kadın öncülüğünde geliştirilmiştir. Tüm bu yaratımlara damgasını vuran kadındır. Yaratılan bu değerlerle Ana kadın etrafında gelişen bir toplum, toplumsallık oluşuyor. Ana kadın toplumsal bir olgudur. Toplumsal bir güçtür, çünkü toplum onun etrafında oluşuyor. Kadın öncülüğünde gelişen bir sistem söz konusudur. Bu sistem özgürlük sistemidir. İçinde adaletin, özgürlüğün, kardeşliğin, sevginin, emeğin, erdemin olduğu bir sistemdir. Neolitik toplumda kadın etrafında gelişen muazzam bir toplumsallık ve kültür vardır. Bitkinin keşfi, ekilmesi, harmanlanması, toprağı işlemek, biçmek ve elde edilen ürünü saklayacak araçları geliştirmek en büyük bilimsel gelişmelerdir. Yine hayvanların evcilleştirilmesi, yününden, sütünden yararlanılması, giysi başta olmak üzere kilim vb. şeylerle birlikte yiyeceklerin temin edilmesi de buna dâhildir. Bir buğdayın bulunması, un haline getirilmesi ve ekmek yapılması, yine ateşin bulunması ve kullanılması en büyük bilimsel icatlardır. Ve tüm bu icatlar kadının binyıllık emek, deneyim ve tecrübeleri sonucu sağlanmıştır. Bugün yediğimiz, içtiğimiz ve giydiğimiz tüm şeyler bu sürecin ürünüdür.
 
Jineolojî temelinde bilimin toplumsal işlevi ve karakterini yeniden tanımlanıyor
 
Tüm bu icatların, keşiflerin Jineoloji kapsamında yeniden güçlü bir bilimsel ifadeye kavuşturulmasıyla bilimin kendi öz kaynağı da daha güçlü belirlenmiş, tanımlanmış olacaktır. Bu anlamda hem Neolitiğin hem de bir bütün kadının özgürlük mücadelesi tarihini bilimsel verilere dayandırmak özgürleşme yolunda biz kadınlara daha güçlü yol aldırtacaktır. Jineoloji temelinde bilimin toplumsal işlevi ve karakterini yeniden tanımlayarak bilimin özde ne olduğunu da ortaya koyuyoruz. Şunu da biliyoruz ki bilimin doğru ve toplumsal bir tanıma kavuşturulması açısından da etik ve estetikle bağlarının yeniden güçlü kurulmasına ihtiyaç vardır. Bu anlamda Jineoloji, bilimi erkek aklından arındırıp onu toplum eksenine oturtacaktır. Bilim ancak bu temelde kendi özüne, kendi kaynaklarına ve doğru tanımına kavuşacaktır.