
Kapitalizm çağında Kürt kimliği
- 09:01 14 Mayıs 2025
- Güncel
HABER MERKEZİ – Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Kürt kimliğinin kapitalist moderniteyle karşı karşıya geldiği krizlerden, uluslararası sınır anlaşmalarına kadar pek çok başlıkta kapsamlı değerlendirmeler sunuyor. Abdullah Öcalan, bu politik sürecin yalnızca Türkiye ile sınırlı kalmadığını; bölge ve dünya siyasetiyle doğrudan ilişkili olduğunu belirtiyor.
Abdullah Öcalan, İmralı’da sunduğu kapsamlı savunmalarında, Kürtlerin tarihsel kimliği, Cumhuriyet dönemindeki siyasal dönüşümler ve ulus-devlet yapısının Kürt toplumu üzerindeki etkilerine dair dikkat çeken tespitlerde bulunuyor. Abdullah Öcalan, Kürtlerin Osmanlı sonrası dönemde maruz kaldığı statü kaybını, modern ulus-devletin inşasında izlenen asimilasyoncu politikaları ve bu süreçte gelişemeyen Kürt ulusal hareketinin nedenlerini tarihsel belgeler ve politik analizlerle temellendirerek yorumluyor.
Kürt isyanlarının ardında yatan gerçek nedenlerden, İngiltere ve Türkiye arasında yapılan sınır anlaşmalarına; İran ve Irak’taki gelişmelerden, Kürt kimliğinin moderniteyle karşı karşıya geldiği krizlere kadar birçok başlıkta kapsamlı değerlendirmeler sunan Abdullah Öcalan, bu politik sürecin yalnızca Türkiye değil, bölge ve dünya siyasetiyle doğrudan ilişkili olduğunu vurguluyor.
Abdullah Öcalan, Kürtlerin tarihsel statüsü ve Cumhuriyet dönemi politikalarına dair kapsamlı değerlendirmelerde bulunuyor. Abdullah Öcalan, Kürtlerin tarihsel süreçte ne Arapların ne de Türkmenlerin statüsünün gerisinde olmadığını, asıl çöküşün 19’uncu yüzyılda başladığını belirterek şunları kaydediyor: “Beylikler döneminin artık geçtiğinin anlaşılması, geriye kalan mirasçılarını, halk olarak Kürtler için herhangi bir statünün tanınması talebinde bulunmayarak, hatta daha da olumsuz tutumlar içine girip geleneksel otonomi statüsünden de vazgeçerek, işbirlikçilik temelinde kendi şahsi ve ailevi çıkarlarını güvenceye alan bir model geliştirmeye zorlamıştır. Şüphesiz bunlar bu yeni statüye gönüllülük temelinde girmiş değildirler.”
Tehlikeli işbirlikçi türü
Abdullah Öcalan, 16’ncı yüzyıldaki koşulların artık geçerli olmadığını; Kürtlerin isyan etmeye çalıştığını, devlet arayışına yöneldiğini ancak sınıfsal yapıları ve çağın şartları nedeniyle başarısız kaldıklarını ifade ediyor. Bu başarısızlığın ardından Kürtlüğün bir "pazar metasına" dönüştüğü tehlikeli bir işbirlikçilik türünün geliştiğini vurguluyor. Abdullah Öcalan, “Hâkim ulus-devletler de bu zaaflarını iyi değerlendirmişler, Kürt toplumu üzerinde modern bir baskı ve sömürü rejimini geliştirmekte bunları en etkili ve tehlikeli araç olarak kullanmışlardır” diyor.
Leviathan kavramı
Abdullah Öcalan’ın değerlendirmelerinde dikkat çektiği bir diğer önemli nokta, Cumhuriyet ideolojisiyle İttihat ve Terakki çizgisi arasında bir fark gözetilmesinin gerekliliği oluyor. Abdullah Öcalan’a göre, Kürt hareketine yönelik inkâr ve imha politikalarının kökeni bu ideolojik ayrımda yer alıyor. “Mustafa Kemal gerçeğiyle İttihat ve Terakki ve CHP’nin Beyaz Türk faşist gerçeğinin ayrıştırılması, doğru değerlendirmelere varabilmek ve çözümlemeler geliştirmek için büyük önem taşır” diyen Abdullah Öcalan, 1925’te Kürtlere karşı geliştirilen komplonun, 1915 Ermeni soykırımından daha kapsamlı olduğunu vurguluyor. Abdullah Öcalan’a göre, bu politika, Hitler’in Yahudilere yönelik uygulamalarında bile referans alınan bir model oluşturuyor. Abdullah Öcalan, “Leviathan” kavramı üzerinden kapitalist modernite ve ulus-devlet sistemini faşizmle ilişkilendiriyor.
“Jön Türk iktidarı deneyimi bu somutlaşmayı çarpıcı biçimde temsil ettiği ve evrensel değer taşıdığı için üzerinde önemle durulmayı gerektiriyor” diyen Abdullah Öcalan, 1925-1940 arasındaki Kürt isyanlarını gerici kalkışmalar olarak değerlendirme çabalarına karşı çıkıyor. Abdullah Öcalan, bu hareketlerin özünde kimlik ve varlık mücadelesi olduğunu belirtiyor. Kürtlerin, Cumhuriyet’in kuruluş sürecine aktif katılım gösterdiğini kaydeden Abdullah Öcalan, şunları söylüyor: “Cumhuriyet salt Türk etnisitesinin cumhuriyeti olarak değil, başta Kürtler olmak üzere çoklu etnik yapılanmalara dayalı olarak inşa edilmiş, öyle anlamlandırılmıştı.”
İngiltere ve Türkiye ittifakı
Türkiye Cumhuriyeti’nde faşizmin gelişimini, dönemin Avrupa’sındaki benzer faşist rejimlerle ilişkilendiren Abdullah Öcalan, Kürtlere yönelik uygulamaların asimilasyonist ve soykırımcı nitelik taşıdığını ifade ediyor. Hazırlıksız isyanların stratejik planlamadan yoksun oluşunun, istenen sonucu getirmediğini söyleyen Abdullah Öcalan, “1925 tarihli Şark Islahat Kanunu’ndan tutalım Mecburi İskân Kanunlarına kadar uygulanan planlar, Kürtlerin varlığını yok etmeyi hedeflemektedir” diye belirtiyor. Abdullah Öcalan, Irak-Türkiye sınırının çizilmesiyle Kürdistan’ın parçalanmasının en olumsuz gelişme olduğuna işaret ederek, bu sınırların Kürt ulusal hareketinin gelişmesini önlemek amacıyla oluşturulduğunu kaydediyor. Abdullah Öcalan, İngiltere-Türkiye ittifakı üzerinden Kürtlerin tasfiyesinin organize edildiğini ekliyor.
Kimlik krizinin derinleşmesi
İran’daki benzer süreçlere de değinen Abdullah Öcalan, Simko hareketi ve Mahabad Kürt Cumhuriyeti’nin bu uluslararası ittifaklarla tasfiye edildiğini aktarıyor. “İki Dünya Savaşı arasındaki dönem modern Kürt ulusal hareketinin gelişeceği dönemdi... Ancak parçalama operasyonları ve ağır asimilasyonist politikalar bu şansı ortadan kaldırdı” diyen Abdullah Öcalan, Kürt burjuvazisinin ve entelektüel sınıfının gelişmemesinin de bu süreci olumsuz etkilediğini ifade ediyor. Abdullah Öcalan, moderniteyle tanışmanın ardından kimlik krizinin daha da derinleştiğini ve Kürtlüğün çağdaş yaşam karşısında bir “ayak bağı” olarak görülmeye başlandığını belirtiyor ve şöyle diyor: “Burjuva ulusal hareketi oluşturması gereken sınıf daha doğuşunda kendini Türk olarak tanımlamak zorundaydı.”
Kürtler modernitenin faşist gerçeğini tanımıyor
1970’lerde Kürtler arasında ideallerin zayıfladığını, “sömürge Kürdistan” kavramının ilk defa düşünsel olarak gündeme geldiği bir dönem yaşandığını ifade eden Abdullah Öcalan, bu süreçte Haki Karer’in etkili rol oynadığını, hareketin yeni bir doğuş safhasında olduğunu anlatıyor. “Hareketlerin rüşeym hali rahme düşüşteki halden daha ağır zorluklarla yüklüdür”
diyen Abdullah Öcalan, Kürt ulusal hareketinin başarısızlığını yalnızca dış destek eksikliğine ya da iç çabalara değil, sistemli olarak yürütülen faşist politikaların uzun vadeli sonuçlarına bağlıyor. NATO öncesi dönemde bile özel savaş stratejilerinin uygulandığını vurgulayan Abdullah Öcalan, “Kürtler, kapitalist modernitenin faşist gerçeğini tanımıyorlardı... Geleneksel ortak devlet ve komşu halklar hukukuyla hareket ediyorlardı” diyerek, bir kez daha Kürdün inkârı ve PKK’nin neden önemli bir çıkış olduğunu anlatıyor.